content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

14 Mar

Varlığı İddia Edilen Üçüncü Hayat: Kabir Hayatı

Varlığı İddia Edilen Üçüncü Hayat: Kabir Hayatı

İnsanlar, Kur’an gerçeğinden uzaklaştıkça kendilerine göre yeni kavramlar üretirler, yeni durumlar ortaya çıkarırlar ve zaman içinde bunu dinden zannederek ona inanırlar. Kabir âlemi ile ilgili ortaya atılan iddialar, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmanın ortaya koyduğu şaşkınlığın yalnızca bir yönüdür.

Her konu ve durumda, Kur’an gerçeğinden hareket etmeyi şiar edinen biz Müslümanlar, bu konuda da aynı ölçüden hareket ederek konuyu açıklamaya çalışacağız, İnşallah..

Kur’an’da her şeyi “en ince şekilde düzenleyen” (12/100) yüce Allah(cc), kabir âleminin olmadığını da apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da, İslami gerçekleri yeterince anlamayan, ya da vahyi gerçekleri kendilerince yorumlayan kimseler, olmadık hikâyelerle kabir âlemi ve azabı diye bir yalan uydurmuşlardır. Bu kimseler, yazdıkları kitaplarda aslı olmayan iddialar ileri sürmüşlerdir.

İslam toplumunun, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmasından ya da uzaklaştırılmasından sonra toplumu yanlış bilgilerle bilgilendiren birçok kitap ortaya sürülüştür. Ortaya sürülen bu kitapların hemen tümüne yakını, Kur’an gerçeğiyle zıt olan bilgilerle doldurulmuştur. Bu bilgileri dinden zanneden toplum ise günden güne Kur’an’la bağlarını koparmış, Kur’an’a yabancılaşmıştır.

Kur’an gerçeğine zıt olan bilgileri, dinden kabul ederek esas alan insanlar, daha sonra Kur’an gerçeğiyle bu bilgileri test edecek yerde, tam aksine hareket ederek Kur’an gerçeğini bu bilgilerle test etmeye kalkışmışlar, bu bilgilere Kur’an’dan delil getirmeye çalışmışlardır. Hatta öyle ileri gittiler ki; bu asılsız bilgileri onaylamayan, bu bilgilerle çatışan ayetleri tevil ederek yanlış bilgileri Kur’an’a tasdik ettirmeye çalışmışlardır. Her alanda yapılan bu tevil ve saptırma faaliyetleri, kabir âlemi ya da azabı konusunda da yapılmıştır.

Kur’an dışı bu bilgiler, en muteber kabul edilen kimi kitaplarda da yazılmıştır. Bu kitaplardan biri de Kütüb-i Sitte adlı eserdir. . Kütüb-i Sitte adlı eserdeki şu ifadeler bu kimselerin gerçekleri saptırmada ne derece ileri gittiklerinin apaçık bir göstergesidir. “Kabir azabının varlığı pek çok nassla sabit olan bir gerçektir.” (Kütüb-i Sitte, c. 7 sh. 105). Peki, öyle ise, nerede o nass dediğiniz ayetler? Neden iki üç ayetle örneklendirmediniz bu iddianızı? diye sorulsa hiçbir ayeti delil olarak veremezler; verecekleri kimi ayetlerin ise, konuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Aynı çevrelerin hadis diye verdikleri sözler ise, uydurma oldukları daha ilk bakışta ortaya çıkmaktadır. Örnek verecek olursak:

“(Ahiret âleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!” (Kütüb-i Sitte, c.15, sh.343)

Hadis olarak uydurulan bu sözün, daha ilk bakışta uydurma olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an’ı Kerim’de cehennemin korkunçluğundan, ateşin kuşatıcılığından, küçük düşürücülüğünden, kötülüğünden söz ederken, kabir azabı konusunda bir tek kelime bile geçmez. Yüce Resul’e büyük bir iftira olan bu söz, -hâşâ- Allah ve Resulü’nü karşı karşıya getirmektir; şöyle ki, yüce Allah(cc), cehennemin korkunçluğundan ve ürkütücülüğünden söz ederken, bu söz, yüce Allah’ın cehennem azabı hakkındaki ayetlerini küçümsemekte, kabir azabının çok daha korkutucu ve ürkütücü olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia ise küfürdür. Küfür olan bir iddiayı Rasulullah(as)’a isnat etmek ise hem küfür, hem iftira, hem de hakarettir. Bu uydurma sözün daha birçok benzeri vardır. Bu sözleri uyduranların amaçları, Kur’ani gerçekleri göz ardı etmekten başka bir şey değildir. Kur’an’ı Kerim, Kıyamet gününün daha çetin olduğunu, kabirlerden çıkarılan kâfirlerin ağzıyla vermektedir.

“Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar; tıpkı yayılan çekirgeler gibidirler. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış koşarlarken kâfirler: `Bu çetin bir gündür!’ derler.”(54/KAMER SURESİ, 7–8)

“Vah bize, bu ceza günüdür!’ dediler” (37/SAFFAT SURESİ, 20)
Şayet, kabir azabı olsaydı kıyamet günü hesap için toplanan suçlular, “Vah bize, bu ceza günüdür” demezlerdi. Çünkü şiddetli bir ceza görmüş olanlar, bu cezaya ara verildiğinde sevinerek, “Nihayet cezamız bitti” derlerdi. Oysa onlar ceza gününü gördüklerinde “Vah bize” diyerek pişmanlıklarını ortaya koymaktadırlar.

Şayet kabir azabı olsaydı, o halde yüce Allah(cc), daha büyük olduğu iddia edilen kabir azabına, Kur’an’da daha fazla yer vererek kullarını ondan sakındırırdı. Nasıl ki, merhameti gereği cehennem azabının varlığını haber vererek kullarını ondan sakındırıyorsa, aynı şeyi kabir azabı için de yapardı. Oysa kabir konusunda Kur’an’da bir tek ayet dahi geçmiyor. Cehennem azabı içinse onlarca ayet vardır.

Yine aynı şekilde kabir hayatı olsaydı yüce Allah(cc), kabirde olan durumları kullarına haber verirdi. Tıpkı cennet ve cehennemde olanları haber verdiği gibi…

Kur’an’ın hakkında bilgi vermediği bir konuyu, İslam’danmış gibi gösterenler, yeni bir din ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu ise, ancak kendilerini sorumluluk altına sokmaktadır.
Kabir hayatının varlığını iddia eden bir başka kitap ise, İmam Hatip Liseleri X. sınıf müfredatı için yazılan ve genç beyinleri iğfal eden, Ahmet Lütfi Kazancı adlı bir şahıs tarafından, hazırlanan ‘Akaid ve Kelam’ isimli eserdir. Yazar, elinde Kur’ani hiçbir delil bulunmadığı halde, insan hayatını üç safhaya ayırmakta; bu safhalardan birinin kabir olduğunu iddia etmektedir. Oysa Kur’an, birçok ayetinde insan için iki safha olduğunu, bunların da dünya ve ahiret olarak ikiye ayrıldığını bildirmektedir. Bunun için Kur’an’a bir göz gezdirmek yetmektedir. Biz, bu konuda bir ayet vermekle yetineceğiz. Bu ayette dünya ve ahiret olmak üzere iki hayat olduğu bildiriliyor:
“Elbette biz, elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem şahitlerin duracakları günde yardım ederiz.” (40/MÜ’MİN SURESİ, 51)
Tüm insanların, hesabının ahiret gününde görüleceğini, kâfirlerin ileri sürecekleri mazeretlerinin kendilerine hiçbir fayda sağlayamayacağını(40/52) bildiren yüce Allah’ın hükmüne rağmen adı geçen kitapta, kabirde de insanların sorgulanacağı iddia edilmektedir. İddialarında daha da ileri giden yazar, İbrahim suresi, 27. ayetinin kabir azabı ile ilgili olduğunu savunur. Oysa ilgili ayet, dünya ve ahiret olarak iki hayattan söz eder:
“Allah inananları, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar.” (14/İBRAHİM SURESİ, 27)
‘Akaid’ adı verilen ilgili kitabında yazar, diğer kitaplarda da tevil edilen Mü’min, 46. ayetini tevil ederek kabir azabıyla ilgili olduğunu iddia eder.
Kabir âlemi ile ilgili vereceğimiz bir diğer kitap da Prof. Dr. Süleyman Toprak adlı bir şahsın kaleme aldığı ‘Ölümden Sonraki Hayat’ adlı eserdir. Yazar bu eserinde, Rasulullah(as)’a iftira etmekle kalmayıp onunla beraber, yüce Allah’ın ayetlerini tevil ederek O’na da iftira etme cüretini gösterebilmiştir. Bu eserde yazar, kabir ve kabir âlemiyle hiçbir ilgisi bulunmayan ayetleri, kelime benzerliğinden hareketle kabir âlemi olarak göstermeye çalışmakta, böylece ayetlerin anlamlarını olduğundan başka göstermektedir.
‘Berzah’ kelimesini, ölümle yeniden dirilmeye kadar olan süre olarak veren yazarın verdiği ayetlerin bu konuyla hiçbir ilgisi yoktur. “İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar; aralarında berzah (perde) vardır, bir birine karışmıyorlar.”(55/RAHMAN SURESİ, 53)
“Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: `Rabb’im’ der, beni geri döndürünüz ki, terk ettiğim dünyada salih iş yapayım’ Hayır, bu onun söylediği bir laftır. Önlerinde ta dirilecekleri güne kadar bir perde vardır.”(23 MÜ’MİNUN, 99–100)
Ayetlerde de görüldüğü üzere ‘berzah’, iki şey arasındaki perde, iki şeyin birbirine kavuşmasını engelleyen mânia(engel)dir. İki denizin birbirine kavuşmasını engelleyen perde ne ise, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki perde de odur. İki deniz arasında nasıl ki üçüncü bir su, ya da başka bir şey yoksa aynı şekilde, dünya hayatı ile ahiret arasında da öylece bir hayat yoktur. Ayetlerde geçen `berzah” kelimesi her iki durum için aynı şeyi ifade etmekte ve perde olarak geçmektedir. Yani iki durum arasında sıkışan perdenin içinde üçüncü bir durum söz konusu değildir.
Yazar tevil ve çarpıtmalarına devam ederek ölüm ve uyku ile ilgili olan Zümer, 42. ayetini kabir hayatına örnek vermeye çalışır. “Allah, ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında (alır); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (39/ZÜMER SURESİ, 42)
Yüce Allah(cc) ölmekte olan kimselerin ruhlarını aldığını, vadesi gelenlerin ruhlarını alırken, vadesi gelmeyenlerin ruhlarını da belli bir süreye kadar ertelediğini bildirirken yazar, ‘bu ruhların kabirde ölülerden bazılarına ruhlarının iade edileceği’ şeklinde, El-Kasımi’ye dayanarak verir. Ancak yazar, burada ayetin anlamını çarpıtması bir yana iddiasında kendisiyle çelişkiye de düşmektedir. Çünkü mademki (ona göre) kabir hayatı vardır, o halde tüm ölülerin ruhları iade edilmelidir.
Cennet ve cehennemdeki durumları bildiren ayetleri, dilini eğip bükerek, kabir hayatı olarak veren yazar, çarpıtmalarına kitabın sonuna kadar devam eder. Amacımız adı geçen yazara cevap vermek olmadığı için konuyu burada kapatıyoruz. Çünkü yazar, yüce Allah’tan korkmadan konuları çarpıttıkça çarpıtmış, ayetleri tevil ettikçe etmiştir. Bu kişinin ve benzerlerinin hükmünü yüce Allah’a bırakarak konumuza devam ediyoruz.
Kabir hayatının ve azabının var olduğunu iddia edenlerin Kur’ani hiçbir delilleri yoktur. Bu kişiler, iddialarına delil olarak kabir hayatıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ayetleri çarpıtarak tevil ederek verirler.
Kabir hayatının olmadığı, insanların dünya hayatında öldükten sonra ancak ahirette dirilecekleri konusunda Kur’an’da onlarca ayet vardır. Bu ayetlerde, özellikle suçlular kabirde çok az kaldıklarını iddia ederler. Bu da o insanların, kabirde diriltilmediklerini göstermektedir.
Diğer taraftan, acı çeken insanlar için kısa bir zaman bile oldukça uzun gelir. Oysa;
“Kıyamet günü suçlular, bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki: ‘Andolsun siz, Allah’ın yazısınca ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu dirilme günüdür, fakat siz bilmiyordunuz!” (30/RUM SURESİ, 55–56)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere suçlular, kabirde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin etmektedirler. Bu da onların, kabirde azap görmediklerini göstermektedir. Şayet bunlar kabirde bir ceza görmüş olsalardı, bunu hem dile getirirlerdi, hem de zamanın bu kadar kısa olduğunu yeminle iddia etmezlerdi. Çünkü sıkıntılı zamanlar, insana çok uzun gelir ve sıkıntı bittiğinde insan, bu durumu beyan ederek rahatlar. Bundan da anlaşılıyor ki kabirde olanlar, kıyamet gününe kadar ancak uyuyorlar ve ancak kıyamet gününde uyandırılıyorlar.
“Sura üflendi; işte onlar, kabirlerinden Rab’lerine koşuyorlar. Dediler ki ‘Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman’ın va’dettiği şey budur. Demek elçiler doğru söylemişler!” (36/YASİN SURESİ, 51–52)
Ayetten de anlaşılacağı üzere sura üflendikten sonra insanlar uyandırılıyor ve uyandırılan bu insanlar, karşılaştıkları durumu sorguluyorlar. Bu da gösteriyor ki, o insanlar, öldükten sonra ancak kıyamet gününde diriltiliyorlar.
“Ve saat mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir.” (22/HAC SURESİ, 7)
Evet, kabirlerde ölü olarak yatan insanların, ta kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacaktır. Kıyamet gününde ise onlar, diriltilerek hesap meydanına çağırılacaklardır. Oysa şayet onlar, kabirde hesap görselerdi, diri olmaları gerekirdi. Diri olanların ise, diriltilmeleri değil çağırılmaları söz konusu olur.
Şimdi bütün bu gerçekler ortada iken, kimi insanlar hangi cesaretle kimi sözler uydurarak ve bu uydurduklarını Rasulullah(as)’a mal ederek yeni bir din ortaya koymaktadırlar? Bunun iki izahı olabilir:
1. Dini karıştırmak isteyen hain insanlar, kimi sözler uydurabilirler,
2. Kur’ani gerçekleri yeterince bilmeyen insanlardan bazıları, ahmaklıklarından dolayı kimi sözler uydurabilirler. Bunların amaçları da, sözüm ona insanları kötülükten alıkoyup iyilik yapmaktır. Oysa yeni hükümler koyup dini karıştırdıklarının farkında değillerdir.
Kabir azabının olduğunu iddia edenler, Mü’min Suresi 46. ayetini öne sürmektedirler. Oysa bu ayetin; kabir azabıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayet; Fir’avn ve ailesinin kıyamet günü çarpılacakları azabın sürekliliğini ve şiddetini ortaya koymaktadır. İlgili ayet kendisinden önce ve sonra gelen (siyak ve sibak) ayetlerle beraber bütünlük arz etmektedir. Adı geçen ayeti, cımbızla çıkarıp tek başına almak konuyu anlaşılmaz bir duruma sokmaktadır.
“Allah o(mü’mi)ni (onların) kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Fir’avn ailesini de azabın en kötüsü kuşattı: Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar ve kıyamet koptuğu gün ‘Fir’avn ailesini azabın en şiddetlisine sokun!’ (denilir). Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: ‘Biz size uymuştuk; şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?” (40/MÜ’MİN SURESİ, 45–47)
Şimdi bu ayetlerin, kabir azabıyla ne ilgisi vardır? Elbette hiçbir ilgisi yoktur ve olamaz da… Ayetlerde, Fir’avn ailesini kuşatan en kötü azabın ateş olduğu, bu ateşe Fir’avn ailesinin sürekli (sabah-akşam) sunulacakları, bu azabın kıyamet günü olacağı ve azabın en şiddetli yerine Fir’avn ailesinin sokulacağı bildirilmekte, o şiddetli azap içindeki tartışmalarından bir bölüm aktarılmaktadır.
Fir’avn ve ailesine ateş azabının nerede ve ne zaman yapılacağı ile ilgili şu ayet ışık tutmaktadır:
“(Fir’avn), kıyamet günü kavminin önünde gidiyor. İşte onları ateşe getirdi. Varılan yer ne fena bir yerdir! Bu dünyada da (onların) peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de! Verilen bu vergi ne kötü bir vergidir!”(11/HUD SURESİ, 98–99)
Görüldüğü gibi Fir’avn’ın, sabah akşam sunulduğu ateş, kıyamet günündeki cehennem ateşidir. Zaten hemen takip eden ayet de bunu tekid ediyor ve Fir’avn ve kavmine “Bu dünyada da peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de!” denilerek, bu azabın ve lanetin kıyamet gününde olduğu apaçık bir şekilde vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan “ateşe sunulmanın” ne zaman olduğunu da yine yüce Rabb’imiz bize bildirmektedir.
“Ateşe sunuldukları gün kâfirlere: ‘dünya hayatında bütün güzel şeyleri zayi ettiniz; (bu dünyada) bunlarla sefa sürüp bunları tükettiniz. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fıska düşmenizden dolayı bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” (42/AHKAF SURESİ, 20)
Bütün bu açık ifadelere rağmen, ayetlerde kabir diye bir kelime ve mana bulunmadığı halde, bu ayetleri kabir azabı diye anlamlandırmak en azından samimiyetle bağdaşmayan bir harekettir.
Kullarına karşı şefkatli ve merhametli olan yüce Allah(cc), kıyamet, ahiret ve cehennem hakkında bilgi vererek kullarını, o günün ve cehennem azabının sıkıntılarına karşı nasıl uyardı ise elbette ki kabir azabının ve hayatının şiddetine karşı da uyarabilirdi. Oysa bu konuda herhangi bir açıklama göremiyoruz Kur’an’ı Kerim’de. Yine aynı şekilde, var olan şeyler ve kulları ilgilendiren konu ve hususlar için “Kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmayan” (6/38) yüce Allah(cc), kabir hayatı ve azabı hususunda hiçbir şey indirmemiştir. Bunun nedeni böyle bir hayatın ve azabın olmayışıdır.
Kabir azabı ile ilgili olarak verilen sözlerin tümü, Rasulullah(as) hakkında uydurulan sözler olup Kur’an’la çelişmektedir. Bu nedenle, asıl olan Kur’an esas alındığında gerçek net olarak ortaya çıkacaktır.
Yüce Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği bir konuyu, O’ndanmış gibi göstermeye kalkışmak insan için büyük bir sorumluluktur.
“Onların ardından, yerlerine geçip kitaba varis olan bir takım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak (dünya)ın menfaatini alıyorlar: ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız!’ diyorlar. Kendilerine ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Allah hakkında, gerçekten başkasını söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misakı alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?” (7/A’RAF SURESİ, 169)
“Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar. Şahitler de: ‘İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!’ diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (11/HUD SURESİ, 18)
Bu yazdıklarımızdan sonra akla şu sorular gelebilir. Rasulullah (as)’ın kabirle ilgili hiçbir hadisi yok mudur? Sahabe kabir âlemi konusunda Rasulullah(as)’a hiç soru sormadı mı? Elbette ki hem sahabe kabir hayatının olup olmadığı hususunda soru sormuş, hem de Rasulullah(as) bu konuda kimi sözler söylemiştir. Ancak gerek Rasulullah(as), gerekse sahabe, Kur’an’ın açıkça bildirdiği sınırların dışında hiçbir şey söylememiştir. Çünkü yüce Allah(cc), hakkında bilgileri olmayan konularda insanların konuşmasını kınamış ve ancak böbürlenenlerin Allah’ın ayetleri hususunda tartıştıklarını bildirmiştir.
“Haydi, siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (3/AL-İ İMRAN SURESİ, 66)
“Açık bir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların göğüslerinde, erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen; Allah’a sığın, muhakkak ki O, işitendir, görendir.” (40/MÛ’MİN SURESİ, 56)
Yüce Allah(cc) Kur’an’ı Kerim de, suçluların kıyamet gününde sorgulanacaklarını, peygamberlerin ve şahitlerin getirileceğini (39/69), suçluların ellerinin, ayaklarının(36/65), dillerinin(24/24), kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin aleyhlerinde şahitlik yapacaklarını(41/20), suçlulara kitaplarının verileceğini ve kitaplarını okuyacaklarını(17/14), kitaplarında tüm işledikleri suçlarını göreceklerini(18/49) ve kendilerinin kâfir olduklarına(7/37), kendi aleyhlerinde olarak şahit olacaklarını(6/130) bildirmektedir.. Oysa kabirde herhangi bir sorgulamanın yapılacağı Kur’an’ı Kerim’de bildirilmemektedir.
Yargılama ve sorguluma yapılmadan, insanlara, işledikleri suçları bildirilmeden herhangi bir cezanın verilmesi, ilahi adalet ilkesiyle çelişir. Hâlbuki yüce Allah(cc), adildir ve kullarından da adil olmalarını, adaleti ayakta tutmalarını istemektedir.
Sonuç olarak, kabir azabının varlığını iddia etmek, yüce Allah’a adaletsizlik vasfetmek ve yüce Allah’ı yargısız infaz yapmakla suçlamaktır ki bu, iddia sahiplerine çok büyük bir sorumluluk getirecektir. Vesselam…

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

7 Kere Cevaplanmış to “Varlığı İddia Edilen Üçüncü Hayat: Kabir Hayatı”

  1. 1
    Uğur ÖZALTIN Says:

    Sayın Ahmed Hulusi bu konuyu açıklamış bir makalesinde.
    O makaleyi burada sizlerle paylaşayım.
    Ahmed Hulusi benim sevdiğim ve görüşlerini paylaştığım bir düşünür yazardır.

    SORGULAMA
    Sorular hiç bitmiyor!.. Öğrenilecek şeyler sonsuz!.. Öğrenecek süreç kısa... Üstelik pek çok gerçek 1400 yıl öncesinin o günkü toplumsal şartları içinde açıklanmış, sembollerle, mecazlarla, işaretlerle...

    Şimdi gene düşünmeye başlayalım...

    Bir sahih hadiste, kişi mezara konduğunda Münker ve Nekir adlı 2 meleğin şu soruları soracağı bildirilir.

    “Men Rabbüke?

    Men Nebiyyüke?

    Ma Kitabüke?”

    Bu hadisle ilgili çeşitli sorular, olayı daha iyi anlamak isteyenler için akla takılabilir...

    Meselâ...

    Bu melekler nedir? Nereden gelmektedir? Nasıl gelmektedir? Suretleri kendi orijin devamlı suretler midir, yoksa kişiye göre değişken midir? İstisnasız her ölen insan bunu yaşar mı?

    Melek kavramı ile ilgili önceden yazdıklarımızı hatırlarsak...

    Melek, eni boyu, şekli, hacımı, ağırlığı olmayan; kısaca, bildiğimiz madde şartlarıyla alâkası olmayan bir yapıyı tarif etmektedir. Bu durumda da bir mekânsal geliş elbette söz konusu değildir!.. Hatta varlık âleminde belki bir katmandır veya boyuttur diye söylenebilir.

    Bu durumda evrende varolan varlığın holografik esasa göre yaratılmış olduğunu düşünürsek, bu ve diğer isimlerle adlandırılan tüm meleklerin (ya da melekûtun) yani kuvvelerin insanın varlığında bir boyut olarak yer aldığını ve dışardan gelmesinin söz konusu olmadığını fark ederiz.

    Şimdi bu durumda asli yapısı itibariyle “NUR” olarak tarif edilen bu meleklerin (melekelerin) kişi bilincinde, kişinin veri tabanına ve hâleti ruhiyesine göre beynin oluşturduğu suretlerle açığa çıktığını anlarız. Beyindeki tüm verilerin ruha yüklenmesi ve artık kişinin ruh bedenle yaşaması dolayısıyla dünyadaki veri tabanı bu süreçte de aynen geçerli olmaktadır.

    Demek oluyor ki, her kişinin hakikatinde bir boyut olarak yer alan bu sorgulama kuvvesi, her kişi, kabre konduğunda kişinin bilincinde açığa çıkıp, içinde bulunduğu yeni boyut şartları konusunda kendisini sorgulamaktadır!..

    İşte kişideki bu sorgulanma yukarıdaki üç konuda olmaktadır.

    Niçin men “ilahüke” değil de “Rabbuke” denmektedir? Bu soru kelimeleriyle anlatılmak istenen şey nedir?

    İlâhiyet bir dış varlıktan söz eder. Rububiyet ise varlığın oluşumunda onun özündeki bir boyuttur.

    Bu sorunun cevabı, o ortam şartları içinde, hâl ve HİSSEDİŞE DAYALI OLARAK, kendisinde otomatik olarak açığa çıkan bilgi ile “Rabbim Allah”tır olmalıdır... Hatta, “B” sırrına dayalı bir biçimde!..

    Tekrar uyarayım, cevap, kuru lâfız olarak değil, papağan tekrarı kelime olarak olmayacaktır!.. Buradaki sorgulama bir yaşam şekli ve sürecidir; test usulü bir sorgu değil!..

    Hemen her kişi ölümü tattığı anda bir şok yaşar adeta!.. Zira dünya yaşamında hiç düşünemediği kapsamda, değişik bir yaşam türü gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır.

    Bu evrede HER kişi tüm geçmişini sorgulamak durumundadır otomatikman... Yanlışları ve doğruları neydi acaba?

    Evet, kâbir âlemine geçen HER kişi içine girdiği bu yeni ortam ve şartlar doğrultusunda MECBUREN bu defa inancını sorgulamaya; inanç ve ölüm ötesi yaşama hazırlık konularında nerede isabet edip nerede hata ettiğini tespit etmeye başlar. İşte bu süreç işte Münker-Nekir adlı meleklerin kendisinde açığa çıktığı evredir.

    HER kişi, kendisine tümüyle değişik gelen bu ortamda, içinde bulunduğu yaşamın gerçeklerine karşı kendisinin ne kadar hazır olduğunu sorgulamak durumundadır.

    Dünyada iken yaşanmış olan iki tarz yaşam vardır...

    Ya, “Allah” ismiyle işaret edileni anlamak ve bu anlayışa dayalı olarak dünya yaşamını tarzını tercih etmiş olmak...

    Ya da bu gerçeği fark edememiş olarak; bir dış objeye, ötede, öteNde bir tanrı-ilah var zannı içinde, sistemin gerçeklerine uymayan yaşam tarzı ile dünya yaşamını noktalamış olmak!..

    ŞUNU FARK EDELİM...

    Çeşitli isim ve sıfatlarla anlatılan olayları, genelde yaptığımız gibi, bu isim ve sıfatların anlamından yola çıkarak deşifre etmeye kalkarsak bu çok çetrefilli bir yoldur ve olayın gerçeğine isabet etmemiz de hayli güçtür!.. Çünkü kelimeler yaşanılanı anlatmada hayli yetersizdir. Bu yetersizlik dolayısıyla da kelimelerden gerçeğe ermek hayli zor olur.

    Bunun misâlini şöyle vereyim. Bir rüya görürsünüz ve o süreçte neler yaşarsınız hissedersiniz. Ancak uyanıp da bunu bir başkasına anlatmaya kalktığınızda rüyada görüp yaşadıklarınızı ne oranda karşınızdakine aktarabilirsiniz kelimelerle!?

    İşte rasuller ve nebiler de bilinç boyutu algılamasında, zaman zaman vizyonlarla da desteklenen bir biçimde, pek çok şey algılar ve yaşarlar; ama ne çare ki bunları kelimelere dönüştürerek karşılarındakilere anlatmak durumunda kaldıklarında son derece yetersiz kalırlar anlatımda.

    Bu sebepledir ki, bize böyle bir kelimesel bilgi ulaştığında, acaba yaşanılan neydi ki bu kelimelerle bize aktarılmaya çalışıldı diye düşünmek, konuya nüfuz edebilmek için son derece yararlı bir yoldur.

    Buna karşılık, “yaşanılan neydi” deyip onu algılamaya çalışarak, “hâlden kâle gelmek” gerçekten çok kısa ve net bir yoldur.

    Kelimeler ise insanın hissedip yaşadıklarını anlatmada çok yetersiz ve zayıftır.

    Tekrar gelelim ana konumuza...

    Kişi “Allah” adıyla işaret edilen gerçeğine uygun yaşamışsa; acaba, bunun yanı sıra, Nübüvvet kemalâtından gelen bilgileri de değerlendirip, yaşamına buna göre yön verebilmiş midir?

    Burada niçin “men rasûlüke” denmiyor da, “men nebiyyüke” deniyor?

    Oysa gerek kelime-i şehadette gerekse Kuran-ı Kerîm’de bir çok âyette hep “rasûle iman”dan söz edilmektedir.

    Bunun iki cevabı var...

    Birinci cevap şu... Risalet kemâlatı varlığın hakikatinden haber verir... Bu da ilk sorunun cevabıyla alakalıdır.

    İkinci cevap ise... İçinde bulunulan şartlarda kişiye yarar sağlayacak şartlar nübüvvet kemalâtından gelen bilgileri değerlendirmiş olup olmadığıdır.

    Meselâ, ibadet adıyla işaret edilmiş çalışmalar hep nübüvvet kemalâtıyla tesbit edilmiş, insanın ölüm ötesi boyuttaki ihtiyaçlarına yönelik gerekli çalışmalardır.

    Kişi bu ibadetleri yerine getirerek, belirli enerjiler, kuvveler kazanır ve bu kuvveler ile, içinde bulunduğu ortamın kendisine azap veya sıkıntı verecek olan şartlarına karşı koyar.

    Eğer nübüvvet kemalâtından gelen bu bilgileri değerlendirmemişse, Bu yolda yapılması zorunlu ibadet ve çalışmalar yapılmamışsa, bu defa o çalışmaların getirisi olan nurdan, enerjiden, kuvvelerden mahrum kalacağı için kâbir azabı çekmeye duçar olur!..

    Kabir azabı, kişide geçtiği boyuta dünya yaşamında hazırlanmaması, edinmesi gereken kuvveleri edinmemesi, ruh bedenini yeterli ölçüde kuvvetlendirmemesi dolayısıyladır fark edileceği üzere.

    AHMED HULÛSİ
    12 Aralık 2002
    North Carolina, USA

  2. 2
    Mahmut Celal ÖZMEN Says:

    Uğur bey kardeşim, Ahmet Hulusi beyi burada size uzun uzun anlatacak değilim; sadece diğeceğim şu ki, bana Ahmet beyin kitabından değilde,"Kendisinde şüphe bulundurmayan" Allah'ın ve doğal olarak bizim iman kitabımız olan Kur'an'dan delil getirmiş olsaydınız daha isabetli bir karar vermiş olurdunuz. Kur'an ayetlerini zorlama yorumlarla, tevîl ederek inandığımız şeye değil getirmeye çalışırsak bu yanlış olur. Sizde biliyorsunuz ki, "Kur'an apaçık, anlışılır bir kitap" olması sebebiyledir ki, iki hayattan bahseder: DÜNYA ve AHİRET HAYATI.. Üçüncüsünü biz insanlar uydurmuştur. Şimdi siz HADİSLERDEN bahsedeceksiniz.. Unutmamamız gereken birşey var ki, o da Allah'tan onay almamış hiçbir rivayet kabul edilmez. Hadisler, Peygamberin söylediği iddia edilen sözlerdir.. Bu iddiaları Kur'an'la doğrulamamız lazım.. Doğal olarak siz ve tabii cümlemiz Kur'an'ı rehber edinmeli, onun ışığıyla yol almalıyız.. Selam ve dua ile..

  3. 3
    Uğur ÖZALTIN Says:

    Sizi anlıyorum fakat benim hareket noktam da şudur.
    Dünyada yaşayan insanlara ve cinlere inmiş olan Kuran-ı Kerim in ölüm haliyle geçilecek olan diğer boyuttan AHİRET HAYATI diye bütünsel olarak bahsetmiş olmassı akla ve bilime zaten uygundur.

    Kabir hayatı denilince aklınıza faklı bir bölüm,oda veya ev,köşk,saray vs gelmemelidir. Ölümün tadılması halinde diğer boyuta geçilmesiyle AHİRET HAYATI başlar.

    AHİRET HAYATI anlatılırken kolay anlaşılması bakımından 3 bölüme ayrılmıştır. Kabir, kıyamet ve cennet yaşamı.
    Kişinin ölümü kişinin kıyameti
    Dünyanın ölümü dünyanın kıyameti
    Galaksinin ölümü-dönüşümü de cennet yaşamına geçişi anlatır.

    Bunlar bütünsel olarak yaşanacak bir AHİRET HAYATININ merhaleleridir.

    23 yıl vahiye mahzar olmuş Rasulallah efendimizin tüm sözlerini yok saymak, hiç konuşmadığını düşünmek veya günümüze hiç doğru hadisin ulaşmadığını düşünmekde bir hatadır. Çünkü böyle bir düşünce Rasulün gereksiz olduğu yanlış saplantısına düşürür kişiyi ve Allah a akıl vermeye kalkıştırır mazallah.

    İSRA SURESİ
    106- Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.

    YUSUF SURESİ
    2. Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik.

    HİCR SURESİ
    9- Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.

    Allah nazil ettiği kitabı kendisi koruyor bize sadece iman etmek düşüyor. Bizden istenende sadece budur.

  4. 4
    ehremen Says:

    ya kabirdeki hayat şöyle dursun dünya hayatı perişan vaziyette kardeşim. gelin biz hayatı tartışalım. yoksa diğer türlü ancak hayatı kabre sokar öyle anlamaya çalışırsınız. alelıtlak hayat nedir?

  5. 5
    MESUT GÖKÜŞ Says:

    Normal insanların ölüm sonrası kabirle ilgili durumunda farklı görüşler ileri sürülüyor,Şehit olan insanları ise farklı katagoride ele almalıyız,onların ölü olmadığı ve bizim idrak edemediğimiz bir nimet içinde oldukları ayetle sabittir.Tabiki Peygamberler içinde ölüm sonrası geçen süre Şehitlere benzer diye düşünüyorum.Allah en iyisini bilir.

  6. 6
    reşat kağıt Says:

    bu makalede yanlızca kur'an dan örnek vermişsiniz.peki sorum şu?islamda tek kaynak kur'an mıdır?namazın nasıl kılınacağına dair bana bir ayet gösterebilir misiniz?eğer yoksa siz neye göre namaz kılıyorsunuz?madem kur'an da herşey açık ve net anlaşılmış neden ozaman bazı konularda birbirine muhalefet eden dört farklı meshep var?yoksa siz mezheplere de mi inanmıyorsunz?sorularımın cevaplarını merakla bekliyorum...

  7. 7
    Yusuff Says:

    Yazı ikna edici değil değil ama son kısım çok mantıklı. Allah insanları kıyamette sorgulayacağına göre daha kıyamet kopmadan insanları cezalandırırsa bu yargısız infaz olur. En iyisini Allah bilir. 



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank