content

08 Ağu

Tarz

Yayıncı Kemal Bey, son yazdığım üç adet hikayeyi incelerken,
elim ayağım buz kesilmiş, kalbimin gümbürtüsünü dinleyerek karşısında
oturmaktaydım. Nice sonra kağıtlardan kaldırdı başını:
-“Olmuyor Haticanım.. olmuyor. Size kaç kez söyledim. Konular fena değil ama
anlatımınız çok kuruuu.. çok süssüüüz... Üstelik kadınsınız. Hiç mi gençliğinizde
roman okumadınız? Eskilerde ne kadar güzel betimlemeler, tamlamalar,
benzetmeler, gösterişli cümleler var. Değil mi ama?! Diyelim ki beceremiyorsunuz,
açıp bakın biraz.. Nasıl yazmışlar bir fikir edinirsiniz hiç olmazsa!. Bakın bir örnek
vereyim:
*Biraz kel biraz göbekli temiz pak giyimli adama bakan komiser, sordu* cümlesiyle
başlayan hikayenizi ele alalım mesela:
*Saçları ön taraftan biraz seyrelmiş, karnındaki katmanlar biraz fazlalaşmış,
kahverengi takım elbiseli, pantolonu ve gömleği jilet gibi ütülü, yaşı ortadan biraz
geçgince adama şöyle bir kaş altından göz atan komiser Şerafettin, ciddi ve sert
bir sesle sordu* denemezmi?..”
-“Ama boş yere uzatmış olmazmıyız?” dedim.
-“İnsanlar neden roman okuyorlar, hikaye okuyorlar o zaman. Makale
okusunlar, felsefeyle ilgilensinler.. değil mi ama?! yok Haticanım olmuyor.
Böyle zort zort kelimelerle, kuru gösterişsiz cümlelerle edebiyat yaparsanız kimseye
okutturamazsınıııız… Hem hiç kafanızı çalıştırmıyorsunuz. Ne bileyim!. Bir yazar
öncekileri inceler, ne tür cümleler kurmuşlar bir bakar.. Ne bileyim? Aynısını
olmasa bile beğendiği cümleleri biraz değiştirerek kendisine uyarlar.
Değil mi ama?”
-“Ama o zaman taklitçilik yapmış olmaz mı?
-“Ah, sizde pek safsınız. Koca bir hikayeye serpiştirilen ölmüş ünlü bir yazarın
birkaç cümlesini kim tanıyacak Allah aşkına?!. Hem merak etmeyin, tecrübeme
dayanarak söylüyorum ki, okuyucu bir süre sonra okuduğunu unutur. Önceden
okuduğu bir eserdeki bir cümleyle başka bir eserde karşılaşsa onu tanımaz.
Olsa olsa tasdik eder. Beğenir. “Yahu ben de böyle düşünüyorum” der en fazla.
Tanıdık bulur bulmasına ya, insanoğlu kendini çok beğendiğinden, tanıdık bulduğu
cümleyi kendisinin düşündüğünü sanır. Size verdiğim bu tiyoyu da inanın hiç kimse
vermez. Uyanın artık.. uyanın!”

Dönüş yolunda kafam karman çormandı. Eve gelir gelmez, kitaplığın karşısına geçtim.
Az sayıdaki romanları masanın üzerine indirdim. Rasgele açıp incelemeye başladım.
*Sue bunları anlatırken, her zamanki, serbest, rahat tavırlarıyla konuşuyordu ama
hikayenin sonu yaklaştıkça pembe dudakları titremeye başladı. Ağlamamak için
kendini zor tutuyordu.*

Pembe dudaklar.. Bir benzetme yakalamıştım. Birkaç sayfa atladım.

*Merdivende hafif bir hışırtı duydu.*

Ben olsam bu cümleyi -merdivende bir ses duydu- biçiminde yazardım. Ama
Kemal Bey haklıydı galiba -merdivende hafif bir hışırtı duydu- kulağa daha hafif
geliyordu. Birkaç sayfa daha atladım.

*Jude’nin heyecandan yüreği fırlayacak gibiydi.*

Ah, ah.. yüreği fırlamak da fena değildi. Ve bir cümle daha:

*İncecik, narin bu kız öylesine üzgün, öylesine kimsesiz görünüyordu ki, yüreği
parçalandı.*

*Sonra pırıl pırıl gözlü, geniş alnı üzerinde koyu saçları yükselen o canlı kızın ne
kadar yakında bulunduğunu hatırlayınca içini ılık bir duygu kapladı. Ateş parçası
gibi bakışları zaman zaman insana cesaret verecek kadar yumuşayan bu kız,
Jude’a İspanyol ressamlarının yaptığı resimlerdeki kadınları hatırlatıyordu.*

Bu kitaptan bu kadar yeterdi

Bir kitap daha açtım.

*Larissa içinden yükselen bir alevin göğsünü erittiğini duydu. Sevdiği adam onu
güneşin sıcaklığına yaklaştırıyordu.*

Birkaç sayfa sonra:

*Heyecan dalgası gene bedenini kapladı. Oda dönmeye başladı. Göklere çıkıyorlardı
sanki. Genç kızın gözleri parlıyor, dudakları alev alev yanıyordu.*

Bu kitaptan da bu kadar yeterdi.

Bir kitap daha açtım.

*Hildebranda bir yılgınlık ürpertisiyle sarsıldı.*

*O zaman kendisinin olmayan, yalnızca kendi yerine oturmayı sürdüren birinin
bedeni içinde olmanın büyüleyici duygusuyla ayağa kalktı.*

*Her yanından tazelik fışkırıyordu.*

*Suyun taşın üstünde tıp tıp damlayışı arasından denizin ıssız soluğu duyuluyordu.*

*Kenarlarına dantel geçirilmiş, uçuk mavi geceliğini ateşli gözlerini, omuzlarından
sarkan uzun gür saçlarını anımsıyordu.*

*Yere sürünmesin diye, ayak bileklerine dek kaldırdığı fırfırlı eteğiyle ayak
parmaklarının ucunda yürüyerek pencereye yöneldi.*

Bir kitap daha açtım.

*Yolun iki tarafında yapraklarını dökmüş yalnız ağaçlar vardı.*

*Birden gri ve yorgun bir göl belirdi. Durgun ve sessizdi. Sazlıklarda bulutların rengini
alıp kımıltısız bir kurşuniliğin içine hareketsiz duruyorlardı.*

*Eşyaları bir mobilyacı dükkanındaki henüz sahibini bulamamış eşyalar gibi soğuk
ve kişiliksiz duran bir otel odasında tek başına oturup beklemek tahmin
ettiğimden daha da sıkıcıydı.*

*Kendimi her zamankinden başka hissetmem bütün sesleri ve renkleri benimle
birlikte değiştirmişti sanki. Kız ise benim nasıl olsa hareket edeceğime inanarak
bilmediği bir ülkede gezintiye çıkmış bir gezgin gibi dolaşıyordu evin içinde.*

*Yüzünün rüzgarı dinmiş, çizgileri ortaokulu yeni bitirmiş liseli bir kızda
duraklamıştı.*

*Sabahın berrak aydınlığının vurduğu yüzü ışıktan çizilmiş bir resim gibiydi.
İri ama çekik gözleri, kalın ama biçimli kaşları, küçük ama etli dudaklarıyla hem
şefkat hem de şehvet uyandıran o tuhaf kadınlardandı.*

Şimdilik bu kadar yeterdi. Gerçi rasgele açıp, çok kısa sürede toparlamıştım bu
cümleleri. Dikkatli bir araştırmayla çok daha iyi örnekleri bulacağımı biliyordum.
Ama hikayemi yazmak için sabırsızlandığımdan, araştırmama son verip,
toparladıklarıma bir göz gezdirdim. Eh.. Şimdi bu cümlelerin ışığıyla yeni
hikayemi yazabilirdim. Toparladığım cümlelerde kadın- öğesi ağır bastığından,
kahraman bir kadın olmalıydı. Günlük olayları anlat- demişti Kemal Bey. Rasgele
seçtiğim bir ev kadını bakalım beni nerelere götürecekti.

Kaybolan Hayaller

Sabahın mahur ışıkları yastığına düşünce, siyah kıvırcık
ve uzun kirpikleri nazlı nazlı aralandı. Küçük ama etli ve

pembe dudakları titreyerek kirpiklerine eşlik etti. Sabahın
berrak aydınlığının vurduğu yüzü ışıktan çizilmiş bir resim

gibi hatta daha da ötedeydi. Aynı İspanyol ressamlarının

belki de Hollandalı ressamların yaptığı resimlerdeki

kadınlara benziyordu. Her yanından tazelik fışkırıyordu.

Merdivende hafif bir hışırtı duydu. İri ama çekik gözleri

ateş parçası gibi bakışlarla etrafı araştırdı. Kocasının onu

uyandırmadan işe gidiyor olduğunu anlayınca heyecandan

yüreği yerinden fırlayacakmış gibi oldu. Kısa bir süre

sonra yüzünün rüzgarı dindi. İncecik narin bedenini yılan

gibi bükerek gerindi. Yataktan nazlı bir gelin edasıyla kalktı.

Kenarlarına dantel geçirilmiş uçuk mavi geceliğini yere

sürünmesin diye ayak bileklerine kadar kaldırarak, ayak

parmaklarının ucunda kapıya kadar yürüdü.

Ah bu gün çok önemli bir gündü onun için. Sevdiği adama

kazak örmeye başlayacaktı. Mutluluktan adeta uçarcasına

keklik gibi sekerek, oturma odasına koştu. Numara numara

örgü şişlerini sıraladığı çekmeceyi açtı. “Kaç numara şişle

örsem acaba?” diye düşündü. “Üçbuçukla örsem seyrek

olur.” En iyisi üç numarayla örmekti. Aradığının bir tekini

buldu. Diğer teki aramaya başladı. Bulamıyordu. Büyük bir

heyecan dalgası tüm bedenini kapladı. Aman Allah’ım!

Kaybolmuş muydu yoksa? Yüzünün dingin güzelliği hüznün

esrik bulutlarıyla dalgalandı. “Ah nasıl olur?” diye düşündü.

Başka bir yerde bulabilme ihtimali, içine bir umut kıvılcı-

mının ateşlenmesine sebep oldu. Evin içinde sanki kendi-

sinin olmayan bir başka bedenle ökseye yakalanmış bir

kuşun çırpınması gibi koşmaya başladı. Eşyalar bir mobil-

yacı dükkanındaki henüz sahibini bulamamış eşyalar gibi

soğuk ve kişiliksiz gözüküyordu gözüne. Bulamıyordu,

bulamıyordu. Üstelik Fransız malı kaliteli bir şişti. Bir
yılgınlık ürpertisiyle sarsıldı. Çaresizlik içinde balkondaki

yayvan bambu koltuğa oturdu. Gri ve yorgun denize baktı.

Bugün durgun ve sessizdi. Denizin ıssız soluğunu dinledi.

Kımıltısız kurşunilik, kurşun gibi ağır olan sinirlerini iyice

bozdu. Yüzüne derin bir hüzün bulutunun kurşuni izleri

çöktü. Ateşli gözlerinden düşen iki inci tanesi önce kadife

yanaklarında yayılıp, sonra küçük çenesinin altında yeniden

incileşip, tıp tıp beyaz narin parmaklarına döküldü. İçinde

ise volkanlar patlıyordu. Kazağı örememenin hüznü, yüre-

ğini parçalıyor, “sevgilim, sevgilim, Avrupa şişimin tekini

kaybettim” diye sayıklıyordu. Hayalleri sönmüştü.

Bitirdikten sonra yazdıklarımı okudum. Biraz tuhaf, biraz abartılı buldum.
“Kemal Bey vur dedi. Ben öldürdüm galiba.” diye düşündüm. Ama bu tarzda
yazdığım ilk hikayeydi ve kim bilir yazdıkça nasıl ustalaşıp, nice daha güzellerini
yazacağımı varsayarak, kendimi yüreklendirdim.
Ertesi gün Kemal Beyin yanındaydım. Yazdıklarımı dikkatle okuyor, arada bir
“vay be” diyordu. Nihayet gözleri ışıldayarak yüzüme baktı.
-“Müthiş..” dedi. “İnanamıyorum Haticanım!. Bu ne değişiklik, bu ne büyük aşama!.
Bu ne muhteşem cümleler!. Nasıl buldunuz bu cümleleri?..”

-“Tavsiyenize uydum. Kitaplardan toparladım.” dedim.

-“Vay be!. Hangi kitaplardan?”

-“Romanlardan. İki tanesi sizin yayınevi tarafından yayınlanmış.”

-“Öylemi?..” dedi hayretle sonra omuz silkti. “Neyse önemli değil. Tamam bu tarzda
15-20 hikaye daha yazacaksınız. Hemen basacağız.”

Eve dönerken sevinçliydim. “Ne diye şimdiye kadar kendimi paralamışım sanki”
diye söyleniyordum. Tarzımı değiştirerek yazdığım bu ilk hikayeyi ne kadar da
kolay yazmıştım. O kelimelerin zort zort olduğu hikayeleri yazarken neler çektiğimi
ise bir ben bilirdim.

Gerçi Mehmet Akif:

-Sözüm odun gibi olsun yeter ki gerçek olsun- demişti ama, okunmadıktan sonra
gerçeklerin yazılmasının ne önemi vardı ki! Hem bu hikayenin neresi gerçeğe aykırıydı.
Ne yani kimbilir günde kaç kadın örgü şişlerinin tekini kaybetmiyor muydu? Üstelik
kalite bir şişin kaybolması olayı pek ala yazılmaya değerdi. Ben sosyal bir yaraya bal
gibi parmağımı basmıştım. Asıl gerçekten daha gerçek olansa beğenilmiş olmasıydı.
Başarı; onbeş-yirmi hikayenin arkasında dimdik durmuş, kendisini kucaklamamı
bekliyordu ya, gerisi vız gelir, tırıs giderdi.
Mersin 1998

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank