content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

12 Tem

Kurumları Ele Geçirme!

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun üzerinden 86 yıl geçmiştir. Bu süreç içerisinde zaman zaman darbeler yaşanmış, askeri darbeler postmodern darbelere dönüşmüş, güç odakları sürekli kan tazelemek zorunda kalmışlardır. Türkiye devletinin kuruluşunun temelinde despotizm ve askeri bir yapı olduğu için sivil yönetim veya meclisin varlığı sadece göstermelik ve aldatmacadan ibarettir. Meclise iş yaptıranlar veya meclisi çalışmaz hale getirenler yine o meclisin sahipleridir. Yani laik, Kemalistlerdir. Onları kollayan ve gözeten de ordudur. Halk burada gönderdiği temsilcilerle (!) meclisin sahibi gibi gösterilse de bu hiçbir zaman gerçekleşmiş değildir.

Gelişmeler çerçevesinde dünya siyasi konjonktüründen etkilenerek veya değişimin gereği bazı faktörleri Türkiye ölçülerine uyarlayarak yetkinin mecliste toplandığı kanaatine varmak Türkiye devleti için geçerli bir iddia olmasa gerek. Günümüzde Türkiye'de yaşananlar bunun açık kanıtıdır. Bir kurum başka bir kurumla etkisiz hale getirilebilmektedir. Mecliste, yargıda, YÖK'te yaşananlar sistemin birilerin elleri ile korunduğunu, her ne kadar bu kurumlara devletin gerçek sahiplerinden kişiler oturmasa da o kurumlara yerleşenlerin veya yerleştirilenlerin iş yapamayacaklarının fiilen ispatlandığı günlerdeyiz.

Kapitalizm sisteminden kaynaklanan kuvvetler ayrılığı, kurumlar arası ayrılıkları ve önemli addedilen kurumları güç dağılımına götürmüş bu da çatışmaların doğmasına neden olmuştur. Kurumlar üzerinde söz sahibi olan güç, kapitalizmden kaynaklanan kapital sahipleridir. Kurumlarda onların hâkimiyeti vardır. Bu kapitalizm de böyledir. Türkiye için burada bir hususu daha eklemek gerekir ki o da; kuvvetler ayrılığı ilkesinde tek söz sahibi olan askerdir.

İngilizler Türkiye devletinin yapısını oluştururken kuvvetler ayrılığı ilkesi yerine her kurumu kendi başına otoriter kılmış fakat oraları laikliğin, cumhuriyetin kalelerine dönüştürmüştür. Devleti ve kurumları cuntayı destekleyen kanunlarla donatmıştır. Bu kurumlar ve Kemalistler askeri tek koruyucuları olarak görürler. Onun için daraldıkları vakit laiklik, cumhuriyet elden gidiyor diyerek askerler göreve çağrılır.

İngiliz elinden çıkma, derme çatma Türkiye'deki bu sistemin her halükarda bu ümmete uymadığı ortadadır. Bunun yanında kurumlar arsında bir uyumdan da bahsedilemez. Sık sık aralarında çeşitli nedenlerden dolayı yaşanan tutarsızlıklar kurulduğu günden bu günümüze değin yaşanmaktadır.

 İslam beldelerinde odaklanmış kapitalist yönetimlerde güç elde etme çekişmesi iki türlü tezahür eder.

 -Birincisi; kuvvetler ayrılığından kaynaklanan kurumlar üzerinde sürtüşme sömürgecilerin çatışma alanı haline dönüşmesi:

Amerika-İngiliz çatışmasının bu alanda yaşandığını çok sık görürüz. İngilizlerin gücünü kırmak için Amerika yıllardır Türkiye devletinin koruyucu kurumlarına sızmanın, onları elde etmenin yollarını aramıştır. Bu kurumlar elde edildiğinde veya zayıflatıldığında Türkiye devletinin elde edilebileceği düşüncesi Amerikan siyasetinde hâkim olmuştur. Yıllardır süren bu mücadelede Amerika kurumları elde etme değil de ancak siyasileri ile kurumlara sızmayı başarmıştır. Ancak kurumların başına gelen Amerikan yanlısı kişiler kurumların çok sıkı bir şekilde korunduğunu fiilen görmüş oldular. En basitinden; Kızılay Kurumunun dahi çok sıkı bir şekilde korunduğu ortaya çıktı. Yıkılmak istenen veya zayıflatılmak istenen kurumları bir başka kurum denetimine almaktadır. Bunun en yakın örneğini YÖK olayında yaşadık. Kemalistler döneminde YÖK her türlü yasal yetkilerini (!) rahatlıkla kullanarak hareket etmiş, yasal olmayan işleri dahi yapmakta hiçbir zorlukla karşılaşmamışken el değiştirdikten sonra YÖK'ün başına oturanlar (Yeni YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan ve ekibi) istedikleri gibi hareket edememe sıkıntısı yaşamaktadırlar. Katsayı kararı dahi Danıştay kalesini aşabilmiş değildir. İkinci defa katsayı Danıştay'dan döndü. YÖK'ün katsayı kararının yürütmesini ikinci kez durduran Danıştay, kurumların elde edilse dahi sistemin bir şekilde korunduğunu ortaya koydu.

Sivil örgütlenmeler yolu ile varılan nokta ancak kurumların başındaki şahısların değişmesini sağlamıştır. Amerika bunun yeterli olmadığını, birçok girişimlerin sonucunun etkisiz kaldığını idrak etmiştir. Bunun için de kurumlar içi kargaşa çıkartarak ortaya çarpıklığı koymaya, bu şekilde Yasamada yeni yasaların gerektiğini ortaya koymak için çaba sarf etmektedir. Kanunlar değiştiğinde kendisine bir şekilde yol açılacağı tahminlerinden hareket etmekte ve bu noktada ısrarcı tavrını sürdürmektedir. Yargıda çıkan çatışmada bunun izleri vardır. Bu şekilde Amerika-İngiliz kavgası uzun boylu süreceğe benzer.

 -İkincisi; kuvvetler ayrılığı ilkesinin odaklaştığı çatışma alanında kurumların sistemi koruyucu vazifesi görmesi ve sistemi benimsemeyenlerin hedefi haline dönüşmesi:

Türkiye Cumhuriyeti sahipleri darbelerle, postmodern darbelerle, sivil darbelerle korunan sistemlerinin artık yama tutmadığının farkına varmışlardır. Hem orduda hem de devlet yapısında laiklikten, cumhuriyetten, Kemalist yapıdan, demokrasiden taviz vermeden yenileme söz konusudur. Bu yenileme esnasında dış güçlerin hedefi olduğu gibi içeride de sancılı bir dönem geçirmektedir. Daha açık bir ifade ile T.C.'yi düşman edinen herkes için fırsatlar doğmuştur.

Muhafazakârlar yıllardır devletin kurumlarına sızmak için çeşitli şekillerde mücadele vermektedirler. Bunu bazen sivil kuruluşlarla yaparken, bazen de siyasetin içerisine sızarak gerçekleştirmek üzere uğraş vermektedirler. Kurumlar elde edilince yönetim elde edilir düşüncesi bir şekilde Müslümanların zihinlerinde yer edinmiştir. Dolayısıyla hedefi büyük tutarak sisteme ulaşmaya gayret gösterenler günümüzde birçok kurumların başına gelmişlerdir. Bu ister mücadeleleri sonucu olsun isterse birilerinin eli ile olsun fark etmez. Bir şekilde istenilen makamların bazılarına oturmuşlardır. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, YÖK vb. son iddia ise askeri ele geçirme yani Genelkurmay Başkanlığını elde etmektir.

Şunu anlamak gerekir ki; bu kurumlarda asla bir boşluk yoktur. Kurumlar kişilerle değil sistemin yasaları ile koruma altına alınmıştır. O kurumların başına gelenlerde bu yasaları uygulamak zorundadır. Kimisi yasaları uygulama noktasında asık suratlı, halka düşmanlıkları yüzlerinden okunur bir vaziyette yerine getirirken kimileri ise aynı yasaları şeffaf, daha yumuşak bir şekilde uygulama yoluna gitmektedir. Her iki şekilde de sistem kendisini korumaktadır. Bir yerde yasalar delindi zannedilirken bakıyorsunuz daha sert başka bir yasa ile karşılaşıyorsunuz. Başörtüsü konusu bunun için verilebilecek en bariz örneklerden biridir. Başörtüsü ile ilgili konu mecliste delinecek olsa bile önlemi dokunulamaz ve değiştirilemez denilerek değiştirilmesi dahi gündeme getirilemeyecek T.C. ilkeleri olan laiklik, cumhuriyet kategorisine alınmaktadır. Böylece yasayı delme girişimi tökezlemiş olmaktadır.

Sistem içerisinde, sistemin istediği şekilde hareket eden Müslüman kitlelerin ‘laikliği, demokrasiyi, cumhuriyeti, kapitalizmi kaldırıp yerine 'İslam ideolojisini hâkim kılalım' gibi bir düşüncelerinin olmadığını' ortadadır. Ancak böylesi bir çalışma ile sitem içerisinde Müslümanlara nefes aldırma, imkânlar sağlama eğilimleri vardır. "Boş kaldığında bu kurumlar laiklerin eline geçer ve zulüm artar" düşüncesinden hareketle kapitalist sistemin kurumlarında yer almak için yoğun çaba sarf edilmekte ve de teşvik edilmektedir.

Muhafazakârlaştırılmış bir kesim bu amaçla kurumlara yerleşmiş durumdadır. Yaptıkları iş ise; yürürlükte olan kanunların yetersiz olduğunu, bu kanunların asker tarafından hazırlandığını, bunun yerine yeni sivil anayasanın yapılması gerektiğinde ısrar etmeleridir. Bu halleri ile bir bataklıktan diğer bir bataklığa koştuklarının farkında değillerdir. Kemalistlerin hazırlayıp sunduğu yasa ve kanunlar ne kadar kabul edilemez ise muhafazakâr olarak kendilerini takdim eden kesimin hazırlayıp sunacağı yasa ve kanunlarda aynı şekilde kabul edilemez kanunlar olmaktan öte gitmeyecektir.

Ayrıca Müslümanlar bu şekilde devleti ele geçireceğiz derken devletin ömrünü uzattıklarının farkına varamamaktadırlar. Türkiye'de devletin yüzü hiçbir zaman bu ümmete gülmemiştir. Kemalistler asık yüzleri ile devleti halkla hiçbir zaman barıştırmadılar. Bu tavırlarından sistemlerinin zarar gördüğü vuzuha kavuşunca sistemi değiştirme yerine sisteme uyumlu çalışacak kişileri iktidara taşıdılar.

Değişen ne oldu? diye soracak olursak hiçbir şeyin değişmediğini, Müslümanların ellerinde Türkiye Cumhuriyetinin laiklik ilkesi yörüngesinde hayatını sürdürdüğünü görürüz. Öyle ki; diğer İslam beldelerinde kardeşi kardeşe kırdıranlar Türkiye'de de kardeşi kardeşe tutuklatma, ayırım yapma, ezme, horlama, eziyet etme yoluna gitmektedirler. Sistem karşıtı olanlar yani laiklik, cumhuriyet, demokrasi karşıtı olanlar kurumlarda oturan TC'nin kolluk görevlileri tarafından tutuklanmakta ve yargılanmaktadır. Bu kurumlarda oturanlar dahi birçok sözleri ile bu kurumları elde etmekle bir yere varılamayacağını itiraf etmektedirler. Başbakanın; "hükümet olduk ama iktidar olamadık" sözleri bunun bir örneğidir. Lisanı halleri de bunu aynen göstermektedir. Cumhurbaşkanın askerlerce aşağılanması, bakanların istedikleri gibi iş yapamamaları gibi birçok örnekler verilebilir.

Sonuç olarak kısaca şunu belirtelim ki; devletin üzerine oturduğu kapitalizm nizamı kökten değiştirilmeden kurumlarda oturmanın Müslümanlar için hiçbir faydası olmayacaktır. Kurumları elde etmek kısır döngüde kalmaktır.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank