content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

13 Eyl

Kur’an Tarihi ve Taraf’ın Oryantalizmi

Eskiden beri İslam’a muhalif olan çevreler Kur’an ve Hz. Muhammed (sav) hakkında İslam inançlarını tartışma konusu yapmak istemiştir. Ancak XIX. Yüzyılda Oryantalizmin gelişip güçlenmesi ile birlikte, Kur’an ve Hz. Muhammed hakkında daha çok Müslümanları şüpheye sevk edeceği var sayılan görüşler daha sistemli bir halde yapılmaya başlanmıştır. Oryantalizm olarak bilinen bu çabaların zirveye çıktığı bu dönemde İslam dünyası kendisini siyasi ve askeri açıdan korumaktan aciz olduğu gibi, oryantalist denilen batılı araştırmacıların uçuk, kaçık ve mesnetsiz saldırılarına da cevap vermede yeterince etkili olamamıştır.
Osmanlı döneminde oryantalizm yerine daha çok Müsteşrik kelimesi kullanılmıştır. Doğu bilimcisi anlamına gelen bir kavramdır. Doğunun din, dil, düşünce, sanat ve tarih gibi alanlarında incelemeler yapan, araştırmacı anlamında kullanılmıştır. Bu dönem aynı zamanda Batı sömürgeciliğinin de bütün dünyayı bu arada İslam dünyasını da büyük ölçüde işgal ettiği, sömürgeleştirdiği bir dönemdir. Sömürgecilerin askeri araç ve gereçler kadar sömürgeleştirdikleri toplumun yapısı, inançları, dili, tarihi ve edebiyatı hakkındaki malumata duydukları ihtiyacı büyük ölçüde oryantalistler karşılamıştır. Sömürgeciliğin yaygınlaşmasına paralel olarak oryantalizmin de yaygınlaşması bir rastlantı değil dönemin siyasi şartlarının bir sonucu olmuştur.
Oryantalistler genel olarak, “İslam’ın İsevilik ve Musevilikten bağımsız bir din” olmadığı, İslam’ın “kadın erkek eşitsizliğine” dayandığı, “özgür düşünceyi” yasakladığı bu yüzden “İslam toplumlarının Avrupalı Hıristiyan toplumlara göre” geri kaldığı gibi bir gerçeğe dayanmayan, daha çok sanal bilgilerden oluşan önyargılarını uzun bir dönem “bilimsel görüş” adıyla telkin etmişlerdir. Teslim etmek lazım ki bu telkinlerinde önemli ölçüde başarılı da olmuşlardır.
Türkiye’de de uzun bir zamandan beri doğrudan Kur’an’ı hedef alan, “onda tutarsızlık, insan tabiatına ve ihtiyaçlarına aykırılık” arayan görüşler oryantalistlerin telkinleri ve yönlendirmeleri ile etkili olmuştur. Medya alanında bu görüşlerin etkisi, haber, film, makale ve kitaplarda çok sayıda örneklere sahiptir. İslam’a ve Kur’an’a karşı bu oryantalist bakış ve değerlendirmelerin Türkiye’de fazlaca rağbet gördüğü yayın organlarından birisi de Taraf Gazetesi’dir. Bu gazete de 28-29 Ağustos 2011’de Ayşe Hür imzası ile yayınlanan “Hangi Kur’an” ve “Türkler Nasıl Müslüman Oldu” başlıklı yazılar, oryantalist görüşlerle Kur’an ve onun tarihi eleştirilmeye çalışılmıştır.
Hatırlanmalıdır ki, Allah’ın Hz. Muhammed’e gönderdiği bilgi “vahiy” diye adlandırılmıştır. Sözlükte; “güzel konuşma, emretme, ilham etme, ima ve işaret etme, seslenme, fısıldama, mektup yazma ve gönderme” anlamına gelir. Hz. Muhammed kendisine gönderilen vahyin insanlara ulaştırılması kadar onun korunmasında da büyük bir titizlik ve gayret içinde olmuştur. Gelen vahyi, ayetleri kendisi ezberlediği gibi Müslümanların arasında da durumu müsait olanlara ezberletmiştir. Ezberleme o günün şartlarında öğrenme ihtiyacını karşılamasının yanında, ayetlerin korunmasını da sağlamanın bir yoludur. Kur’an’ı, ayetleri ezberleyen Müslümanlar “hafız” diye adlandırılmıştır. Hafız ise koruyan, koruyucu demektir. Türkçede kullanılan muhafız kelimesinin kökü de hafızdır. Ancak Kur’an’ın, vahyin korunması yalnızca onun ezberlenmesi (hıfzedilmesi) yoluyla olmuş değildir. Ezberin yanında Hz. Muhammed gelen ayetleri yazdırmak için okuma yazma bilen bazı Sahabeleri de yazmakla görevlendirmişti ki bunlar “vahiy katibi” diye bilinmektedir. Vahiy katiplerinin sayıları konusunda farklı görüşler var ise de en çok bilinenleri; Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Ömer, Muaz bin Cebel, Übey bin Kab, Muğire bin Şube, Zeyd bin Sabit vb. Bu isimler arasına sonradan bazı hayali veya münasebetsiz isimlerin eklenmesi, Kur’an’ın yazdırıldığı, yazıya geçirildiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.[Zaten Kur’anın onda birini yazıp getirmeleri (Hud 13) nin istenmesi de yazılı bir meydan okumadır ve daha Mekke döneminde ayetlerin yazıldığının bir açıklamasıdır]

Kur’an ayetlerinin yazılarak bir araya toplanması “Kur’an’ın cemi” diye adalandırılmıştır. Kur’an’ın cemi, Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Osman dönemleri olmak üzere üç ayrı devirde yapılmıştır.
1-Hz. Muhammed döneminde Kur’anın cemi: Kur’an ayetleri, vahiyler, Usub (Asib’in çoğuludur. Hurma dalına verilen bir isimdir. Hurma’nın dış kabuğu soyularak geniş tarafına yazı yazılırdı), Lihaf (Lahfe’nin çoğuludur. Yontulmuş ince taş demektir.), Ruka’ (Ruk’a’nın çoğuludur. İnce deri veya kâğıt parçası demektir.), Ektaf (Ketif kelimesinin çoğuludur. Düzgün tahta parçası demektir) gibi yazı araçlarının üzerine yazılırdı. Zaten aldığı ayetleri insanlara öğretmekle görevli olan peygamberin onların bir kısmını insanlara öğretirken diğer bir kısmını saklayıp öğretmemesi yahut aldığı ayetlerin bir kısmını yazdırırken diğer bir kısmını yazdırmayışı düşünülemez. Bu yazı araçları ise Hz. Peygamber’in evinde iple bağlanarak koruma altına alınmıştır.
2-Hz. Ebu Bekir döneminde Kur’an’ın cemi ise; yazı araçları ve günlük hayatta yazının kullanılması gelişmiş değildi. Kur’an ayetleri her ne kadar yazılmış ve Hz. Muhammed’in evinde koruma altına alınmış ise de, ayetlere ihtiyaç duyulduğunda istenilen her zamanda yazılı olan sayfaları herkesin görme imkanı olmamıştır. Bu ihtiyaç ise daha çok ezber yoluyla karşılanmıştır. Herkesin baştan sona bütün Kur’an ayetlerini ezberlemesi ve bütün hayatı boyunca ezberindekileri aklında tutabilmesi mümkün değildir. Bu yüzden Kur’an’ı ezberlemiş olanlar, hafız olanlar İslam toplumunda büyük saygı gören kimseler olmuştur. Ancak bu şahısların da çeşitli yollarla vefat etmiş olması, Kur’an’ın yazılı halinin korunmasının önemini giderek arttırmıştır. Yalancı Peygamber Müseylemetül Kezzab ve taraftarlarına karşı yapılan Yemame Savaşında da çok sayıda Hafız Sahabenin ölümü üzerine, Hz. Ömer’in teklifi ile Zeyd bin Sabit bu iş için görevlendirilmiştir. Zeyd ise hem Hz. Muhammed’in evindeki yazılı parçalara hem de herkese ilan ederek her kimin yanında ayrıca yazılı ayet varsa, ezberinde ayet varsa iki şahit huzurunda bunların getirilmesini istemiştir. Nihayet toplanan ayetler bir sıra halinde tertip edilmiştir. Sıralamanın ise tevkifi (vahye dayalı) olduğu görüşüne karşılık, sıralamanın sahabenin içtihadına bağlı olarak düzenlendiği görüşü de savunulmuştur. Ancak büyük çoğunluk sıralamanın, Cebrail’in Hz. Muhammed’e öğrettiği şekliyle tevkifi olarak yapıldığı görüşünü kabul etmiştir.
3-Hz. Osman döneminde Kur’an’ın cemi; Sahih-i Buhari’de Kitabü’l-Fedailü’l Kur’an bölümünde yer alan bilgiye göre; Azerbaycan ve Ermeniyye seferine katılan Irak ve Şam (Suriye) askerlerinin bazı ayetlerin okunma farklılığının yol açtığı tartışmanın büyümesi üzerine Huzeyfe bin El-Yeman; bu tartışmaları sonuçlandırması için, Kur’an nüshalarının çoğaltılarak belli başlı şehirlere gönderilmesini teklif etmiştir. Hz. Osman ise Zeyd bin Sabit, Abdullah bin Zübeyir, Said bin As, Abdurrahman bin Haris bin Hişam’dan oluşan bir komisyonu, Hz. Peygamber’in eşi Hz. Hafsa’nın evinde koruma altında tutulan Kur’an’ı çoğaltmalarını istemiştir. Komisyon başkanı Zeyd bin Sabit Medineli ve Ensardan iken diğerleri Mekkeli ve Mucir, yani Kureyşli’dir. Çoğaltılan nüsha sayısı hakkında da dörtten yediye kadar farklı görüşler bilinmektedir. Çoğaltılan nüshaların bir tanesi Medine’de alıkonulmuş “İmam nüsha” diye adlandırılmıştır. Diğerleri ise Mekke, Şam, Bahreyn, Kufe, Yemen ve Basra’ya gönderilmiştir.
Kur’an’ın çoğaltılması istinsah, yan, nüshalandırma, bir çeşit fotokopi etme iken, Mushaf ise sahifelendirilmiş, sahife haline getirilmiş yahut yazıya dökülerek kitaplaştırılmış demektir. Zaten kitap kelimesinin kökeni de ketebe/yazmak’tır. Bu yüzden Mushaf kelimesi Kur’an’ın karşılığı olarak onun adı gibi kullanılmıştır. Ashab döneminde okuma yazma bilenlerin ayetleri yazdıkları bilinmektedir. Hz. Muhammed’in ayetlerin dışında kendisinden duyulanların yazılmaması yönündeki telkinleri de bu görüşü doğrulamaktadır. Böylece okur yazan olanların içinde Kur’an’ı tümüyle yazarak kendi yanında tutanlar olduğu gibi, bütün zamanını Hz. Muhammed’in yanında geçir(e)memek gibi nedenlere bağlı olarak, Kur’an’ın yalnızca bazı bölümlerini, bir kısmını yazanlarda olmuştur. Bir sınıfta ders anlatan hocanın söylediklerini yazan öğrencilerin yazdıkları arasında uzunluk, kısalık farklılıklarının olması gibi Ashab yazmaları arasında da benzer uzunluk, kısalık örneklerinin bulunması, orta yerde farklı Kur’an nüshalarının olduğu anlamına gelmez. Üstelik bu sahabelerin isimleri anılarak, Ali Kur’an’ı veya Abdullah İbni Mesut Kur’an’ı gibi birbirinden farklı, bir biriyle ilgisiz apayrı Kur’anlardan söz etmek, bir farklılık iddiası ile adı geçen sahabe isimlerini sıralamak yalnızca cehaletle açıklanabilecek bir durum değildir. Cehaletin yanı sıra kötü bir niyetin de dışa vurmasıdır. (Devam Edecek)

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank