content

12 Nis

Fukuşima, Türkiye ve Bozulan Ezber

Japonlar, ABD başkanı Truman’ın koşulsuz teslim çağrısını reddedince, tarihin en acı felaketinden biriyle karşı karşıya kalırlar.

 ABD, bir ilki gerçekleştirir ve 6 Ağustos 1945’de Hiroşima’ya, üç gün sonra da Nagazaki’ye iki atom bombası atar. İki şehirde bir an da 214 bin kişi ölür. Milyonlarca insan, ruh ve beden sağlığını kaybeder. Bu vahşetin insan, diğer canlılar ve çevreye etkileri halen de devam etmekte.
 
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombaların üretiminde en büyük rolün, bugünün en ünlü GDO’cusu olan Monsanto olduğunu not edip, bugüne geçelim.
 
Japonlar bu kez de -henüz gerçek sonuçları tam olarak kestirilemeyen- bir nükleer santral kazası ile karşı karşıya.
 
Bu kaza, -bir ülke hariç- tüm dünyayı tedirgin etmeye yetti. Tedirgin olmak bir yana, nükleer sevdası iyice depreşen o ülke ise Türkiye.
 
Başbakan Erdoğan, nükleer enerjinin riskini, tüp gaz riskine benzetti. Nükleer enerji karşıtlarını ‘Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz? Karşı çıkanlar bilgisayar kullanmıyor mu, televizyon seyretmiyor mu?’ diyerek eleştirdi. Böylece, hem Fukuşima’dan ne kadar ders almadığımızın işaretlerini verdi, hem de siyasilerin kamuoyu tepkisini ne kadar ciddiye aldığını gösterdi.
 
Hızla seçime koşan bir ülkenin siyasetçisinden beklenen, ‘Evet, Japonya’da arzu edilmeyen nükleer bir kaza meydana geldi. Bu durum, nükleerin güvenilirliğini bir kez tartışmamızı zorunlu hâle getirdi. Herkes eteğindeki taşı döksün. Eksik bıraktığımız bir yön varsa, yanlış bir adım içerisindeysek, kararımızı gözden geçirmeye hazırız’ diyebilmesiydi.
 
Avrupa Birliği'nde, nükleer karşıtlığı bize oranla çok büyük. Hatta öylesine etkinler ki; ülkelerinin santrallerini peş peşe kapattırmakla kalmayıp, yetkilileri yeni alternatif arayışlara yönlendirmekteler.
 
Oysa bizde az sayıdaki endişeli insanlar; ülkelerini, tabiatı ve insanları koruma aşkı nedeniyle küçümseniyor hatta alay ediliyorlar. Hatta Enerji Bakanı tarafından “bekârlık nükleer enerjiden daha tehlikeli” diyerek gûya aşağılanıyorlar.
 
Toplumun çağrılarına kulak tıkamak bir yana, aşağılanmalarını anlamlandırmakta zorlanıyorum.
* * *
26 Nisan 1986 günü, şu an Ukrayna sınırlarında, ancak o tarihte SSCB’ye ait olan Çernobil nükleer reaktöründe tarihin gizlenememiş (gizli yapılan çok sayıda nükleer deneme var) ikinci büyük nükleer faciası yaşanmıştı. Olumsuz etkileri hâlen devam eden bu facianın zararları, bu ülke siyasetçilerince aralıksız gizlenmişti. Dönemin Bakanı Cahit Aral, radyasyonlu çay içerek, gûya toplumu iknaya çalışıyordu. Kimilerince sadece Karadeniz’de yaşayanların etkilendiği dile getirilmişti. Oysa bugün radyasyon etkisinin Türkiye’nin her bölgesine -gıda başta olmak üzere çok sayıda araçla- ulaştığı artık tartışmalı değil.
 
Çünkü çok değil daha üç hafta önce ‘Paleo-Van’ araştırması kapsamında gölün derinliklerinden alınan numunelerin analizlerinde, Çernobil nükleer kazası sonucu ortaya çıkan radyoaktif serpintilerin hâlâ var olduğu tespit edildi. Bu araştırma, inkâr politikalarının anlamsızlığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
 
Bugünlerde tarihinin en derin krizlerinden birini yaşan TÜSİAD’ın Başkanı Ümit Boyner,  Türkiye’nin anlamakta zorlanılan nükleer santral ısrarına, ‘Türkiye’nin nükleer santralleri körü körüne sahiplenmesi söz konusu olamaz. Bu karar sürecinin dayatmacılıktan uzak ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi elzemdir’ diyerek çok isabetli bir eleştiri getirdi.
 
Dünyaya baktığımızda ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Kuzey Kore, Hindistan, Pakistan ve İsrail’de nükleer silah bulunuyor. Geçmişte, halkı fakirlikten bîtap düşmüş Afrika ülkeleri dâhil, nükleere ilgi duymayan kalmamış. Her ne kadar hâlen İran üzerinde bir baskı aracı olarak tutulsa da, nükleer pazarlaması batılı ülkeler için çok kârlı bir alan.
 
Türkiye’nin nükleere ilgisi pek tabidir ki yeni değil. Ancak, ilk kez bu kadar kararlı gözüküyor. Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler, 2006’da yaptığı bir açıklamada, "Dünyada çok ülkede var. Önlem alınırsa bir şey olmaz" demişti.
 
Bugün gördük ki, Japonya alınabilecek her türlü önlemi aldı ama olanlar ortada. O dönemin milletvekillerinden Remzi Çetin’de, nükleer santralin kendi şehri Konya’ya kurulmasını talep ederek, ‘hizmet aşkıyla(!)’ yandığını göstermekten geri durmamıştı.
 
Nükleer santraller elbette ucuza enerji üretiyorlar. Keşke her şey bu kadar basit olsa. Hiç kimse madalyonun öteki yüzünden bahsetmiyor. Oysa nükleer enerjinin ekonomik enerji kaynağı olduğu kadar, açığa çıkardığı atıkları ve etkisi, 100 bin yıl sonra bile devam ediyor. Amerika gibi gelişmiş ülkeler -yasak olmasına rağmen- atıklarını ya çöllere, ya açık denizlere, ya da fakir ülkelere bırakıyor. Yeraltında depolanmış olanlarının bile sızıntıya karşı, en az 300 yıl boyunca denetlenmesi gerekiyor. Türkiye bütün bunları yapabilecek bir ülke mi sizce?
 
Ayrıca yer altında güvenli bir şekilde saklandığı söylemi ne kadar güvenli? Söz konusu bu güven dünyanın en güvenli santrallerinden biri olarak gösterilen Fukuşima Nükleer Santrali’ne benzerse bu dünyanın vay haline. Vay gelecek nesillerin başına geleceklere.
 
‘Ermenistan’da bile var, o halde biz yapalım’ gibi bir fantezi, ‘komşu intihar etti biz niye etmiyoruz?’demekten farklı mı?
 
Kimilerimiz yine siyasi taassuplarını devreye sokup, ‘Başbakanımız bütün bunları düşünmüştür’ diye yorum ve epostalar gönderebilirler. Şimdi de sormak istiyorum. Değerli Başbakanımız hata yapamaz mı? Sayın Başbakanı yanlış yönlendiremezler mi? O insan değil mi?
 
Danışmanlarının kendilerini yanlış yönlendirerek, tohum ve GDO yasalarında hata yaptığını görmedik mi?
 
Elbette gördük? Bizzat ben gördüm. Sayın Başbakanın bendenizle mutlaka görüşmesi talimatı verdiği başdanışmanı, benimle defaatle görüştü. Ama başdanışman, bizim görüşlerimizi öğrenmek bir yana, kendini bizi iknaya memur etmiş gibiydi. GDO’yu yararlı göstermek adına bazı ayetleri çarpıtarak gûya Kur’an-ı Kerim’den deliller bile getiriyordu. Hazırladığı bu çarpık raporunu, -resmi titrini de kullanarak- Din İşleri Yüksek Kurulu’na bile sunmuştu. Muhtemeldir ki, Kurul’un ikilemi de bu yüzdendi.
 
Nükleer meselesinde de bazı etkin çevreler ve lobilerin etkisi altında kalan kimi kimseler, Başbakanımıza yanlış bilgi veriyor olamaz mı? Bal gibi de olur.
 
Nasip olursa konuyu başka boyutlarıyla ele almaya devam edeceğiz.
 

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank