content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

16 May

Başbakan’ın Yanılgısı Ya da Ekümenlik

Patrikhane meselesi uzun yıllardan beri, 1821 Yunan isyanından beri Türkiye’nin ana gündemini oluşturan belli başlı konulardan birisidir. Çünkü Osmanlılara karşı bağımsızlık mücadelesi veren Balkan Milliyetçilerinin (Yunan-Bulgar-Sırp vs) önderliğini kilise yapmıştır. Osmanlının İslami kimliğine karşı Kilise bir Haçlı ruhu asabiyesi ile milliyetçiliğe can simidi gibi sarılmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmesi ilk istekleri iken, Bizans’ın diriltilmesi ise son amaçları olmuştur. Ancak bilinen tarihi olayların sonunda Bizans yeniden kurulamamıştır. Acaba Kilise bu amacından vaz mı geçmiştir? Yoksa uygun bir zaman olması halinde Bizans’ı kurma çabalarına kaldığı yerden devam edecek midir? Türkiye’de büyük bir çoğunluk Patrikhane’nin fırsat bulması halinde Bizans için yeniden harekete geçeceği görüşündedir.

Patrikhane, bütün Ortodoks Hıristiyanların dini ve ruhani önderi olmak iddiasındadır. Ancak bu iddiayı bütün Ortodoksların kabul ettiği hayli tartışmalıdır. Çünkü tarihte Moskova Kilisesi hiçbir zaman bu iddiayı kabul etmemiştir. Rusların Ortodokslar içindeki sayısal üstünlüğü ise herkesin malumudur. Hatta Bulgarların bile ayrı bir Kilisesi vardır. Eskiden bütün Rum Ortodoksları için İstanbul Fener Rum patrikhanesi’nin mutlak bir üstünlüğü vardı. Ancak Rumların tehcir ve mübadele ile Türkiye’de sembolik bir düzeye inecek kadar azalmasın sonra Atina’daki Yunan Kilisesinin bile, Fener Rum Patrikhanesini kendi üzerinde saymayan kararlar almıştır. Eski Bizans mirasının Türkiye’deki en önemli kalıntısı Patrikhane olduğundan Yunanistan için bu kurumun varlığını en etkili bir şekilde devam ettirmesi hayati önemde sayılan bir konu halini almıştır. SSCB’nin dağılma döneminden başlayarak ABD yönetimleri de, Moskova Kilisesi’ne karşı Patrikhane’ye inanılmaz bir destek vermektedir.

Patrikhane artık Yunanistan ve ABD’nin ortak bir sorunu gibi iki ülke yöneticileri tarafından ele alınmaktadır. Yine iki ülkenin Patrikhane’ye kazandırmak istedikleri ilk önemli statü ise onun “ekümen” sayılmasıdır.

Ekümen Rumca bir elimedir ve evrensel anlamındadır. Patriğin ruhani önderliğinin evrensel olduğu iddiasının karşılığı olarak kullanılır. Aslında İstanbul Fener Rum Patrikhanesi tarihin hiçbir döneminde Ortodoks Hıristiyanların tamamı yahut büyük çoğunluğu tarafından ruhani otorite sahibi olarak kabul edilmemiştir. Ancak Ptariğin bu sanal otorite iddiasının kabul edilmesi halinde Müslümanlar için bir sakınca oluşturur mu? Ortodoks Hıristiyanların Patriği ruhani bir otorite olarak kabul etmelerine Müslümanlar niçin itiraz etmektedirler? Bu itiraz bir çeşit din özgürlüğüne yapılan itiraz sayılabilir mi? Son zamanlarda daha çok “azınlık severlikle” tanınmaya başlanan bazı İslami çevrelerin iddiaları da bu minval üzeredir. Fas’ta yahut Güney Afrika Cumhuriyetinde yaşayan Müslümanlar için, Patrikhanenin ekümenlik iddiası hiçbir anlam taımayabilir. Böyle bir konuya tartışma babında bile olsa taraf olmak adı geçen ülke Müslümanları için yersiz ve anlamsız olabilir. Ancak aynı şeyi Türkiye Müslümanları için söyleyebilmek hayli zordur. İki yüz yıla yakın bir zamandan beri yaşanmış olan kanlı hadiseleri yok saymak mümkün müdür? O hadiselerde kaybedilen, kanları heder edilen Müslümanları yok saymak mümkün olabilir mi? Bütün bu kanlı hadiselerde Patrikhane sürekli karşı tarafta hatta o tarafın merkezinde yer almıştır. Belki bunun kadar önemli bir diğer hususta, Osmanlı döneminde Türkiye’de önemli sayı da Rum nüfusu yaşamaktaydı. Onların ruhani bir otoritesi olarak Patrikhanenin İstanbul’da bulunmasının da bir gerekçesi vardı. Bilinen tehcir ve mübadele olaylarından sonra Türkiye’de Rum nüfusu neredeyse yok gibidir. O halde Patrikhane niye hala Türkiye’de kalmaya devam etmektedir? Madem Rumlar Yunanistan’a gitmiştir, Patrikhane niçin burada durmaktadır? Eğer o, Ortodoks Rum Hıristiyanlarının ruhani otoritesi ise, ki öyledir, o halde bu kurumunda artık Yunanistan’da olması icap etmez mi? Burada hangi günlerin, hangi dönemin yeniden geri gelmesini beklemektedir?

Lozan Antlaşmasının bir sonucu olarak Patrikhanenin burada olduğu söylenebilir. Müslümanların ortak önderlik makamı olan Halifeliğin kaldırılması, Türkiye’de bir çeşit bayram olarak kabul edilir ve çok değerli bir adım sayılırken, Ortodoks Rum Hıristiyanlarının ruhani otoritesinin Türkiye’de var olması Türk halkına karşı bir çeşit saygısızlık sayılır mı? Müslüman çoğunluktan esirgenen bir hak, düşmanlarla işbirliği yapan bu kuruma nasıl verilebilir? Kim hangi yetkiyle Patrikhaneye böyle bir hak vermiş olabilir? Bu noktada pek çok kimse Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’i hatırlatmaktadır. (Yağmur Atsız, 30 Nisan 2010 Star Gazetesi). “Fener Rum Patrikhânesi Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın Doğu Roma İmparatoru (Sultân-ı İqlîm-i Rûm) oldukdan sonra yeniden hayâtiyet vererek, hattâ Bizans’dakinden bile daha geniş yetkilerle donatdığı bir Osmanlı/Türk müessesesidir! Zâten Mehmed Hân fethetdiğinde Patriklik makâmı II. Anastasios’un istîfâsından beri, yâni bir yıldan uzun süredir münhaldi, boşdu. Fâtih bu şerefli makâma, “Hocaların Hocası” nâmıyla mârûf büyük bilgin ve ilâhiyatçı Yenadios’u getirdi. Kendisine armağan etdiği asâ bugün de Patriklerin ellerinde tutdukları asâdır. Patrikhâne binâsının medhalindeki merdivenin sol duvarında bu olayın temsîlî bir tablosu bulunur. Genç Pâdişâh Patriğe “üç tuğlu vezîr” rütbesi de bahşederek maiyyetine bir Yeniçeri muhâfız ve şeref kıt’ası da tahsîs etmişdir. Bâri Mehmet Ali’yi desteklemek için Başbakanımızın “hassas” bir teline de dokunayım: Cennetmekân Mehmed Hân böylece hem çağına ve hattâ bugüne göre çok modern ve dehâ sâhibi bir hükümdâr olduğunu ısbatlıyor ve hem de bir bakıma Hazret-i Muhammed’in Sînâ Dağı Keşişleriyle akdetdiği “Andlaşma” ve Hazret-i Ömer’in Kudüs Patriği’ne tevdî etdiği “Ahidnâme” hattında ilerleyerek eski bir “İslâmî” müsâmaha ve saygı geleneğini sürdürüyordu.”

Şimdi hatırlamak gerekir ki, Fatih eğer, Patrikhanenin Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki işlerini görmüş olsaydı Patrikhaneye bu hakları verir miydi? Fatih’in döneminde, Patrikhanenin varlığını İstanbul’da sürdürmesi halinde, Osmanlılara karşı oluşacak muhtemel bir Haçlı ittifakı içinde, Patrikhane sebebiyle Ortodoks Hıristiyanların bir bölümünün yer almayacağı ve Haçlı ittifakının zayıflayacağı ihtimali günümüz şartlarında da geçerli olabilir mi? Oysa Osmanlının yıkılış döneminde Osmanlılara yönelen Haçlı saldırılarını kışkırtan, takdis eden Patrikhane olmuştur. Türkiye’nin yeniden İslam yurdu olması da Patrikhaneye rağmen olmuş değil midir? Üstelik Fatih yaşadığı dönemde, sahip olduğu askeri ve siyasi güç sebebiyle Patrikhaneyi her dem denetlemiş olabilir. Onun gücü ve otoritesi sebebiyle dönemin Patrikhanesi de böyle bir denetim fiilen gereksiz kılacak ölçüde uysal davranmış ta olabilir. Günümüz şartlarında Türkiye’yi yönetenlerin, Fatih’in güç ve otoritesinin bir benzerinin sahipleriymiş gibi, kendilerini onunla mukayese ederek, ona göre bir siyaset tayin etmeleri hangi mantıkla açıklanabilir? Patrikhane İstanbul’daki varlığını Lozan Antlaşmasına borçlu ise, ki öyledir, o halde adı geçen antlaşmanın hükümlerine göre davranışlarına bir sınır çizmesi gerekmez mi? Ama Patrikhane ve onun haklarına kendilerini adamış olanlar, Patrikhanenin varlığı için Lozan Atlaşmasını sık sık hatırlarken aynı antlaşmanın Patrikhanenin yetki ve faaliyet alanları hakkındaki hükümlerini yok sayabilmektedirler. Çünkü Lozan’a göre, Patrikhane Fatih ilçesi kaymakamına karşı sorumludur. İstanbul Rumlarının ibadi ve eğitim işleri ile ibadethanelerinin bakımından ve idaresinden sorumludur. Okullarına ise ancak Türk vatandaşı olan Rumlar öğrenci olarak katılabilir. Ne var ki İstanbul Rumlarının sayıları, Rum Heybeliada Okulunun devamı için yetmediğinden 1972’de kapanmıştır.

Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması halinde, Patrikhane Milli Eğitim Bakanlığının veya YÖK’ün denetimini kabul etmediğinden okul yeniden açılamamaktadır. Adı geçen kurumların denetimini ortadan kaldıracak bir statüde yeniden açılması istenildiği için Heybeliada Ruhban Okulu açılamamaktadır. Lozan’da Patrikhaneye böyle bir hak verilmediği halde AB bütün kurum ve kuruluşları ile bunu Türkiye’den talep etmektedir. Türkiye’de ise azınlık ve AB sever bir lobi benzeri istekleri tekrarlamaktadır. Başbakan Sayın Tayip Erdoğan 14-15 Mayıs 2010’da Atina’ya yaptığı ziyaretten önce yayınladığı genelge ile : “Kontrolü belediyelere geçmiş olan gayrimüslim mezarlıklarının korunma ve bakımı konularında gereken özenin gösterilme si, gayrimüslim cemaat vakıfları lehine sonuçlanan mahkeme kararlarının tapu dairelerince hassasiyetle uygulanması, taviz bedeli ile ilgili uygulamalarda mağduriyetlere sebep olunmaması, T.C. vatandaşı gayrimüslim cemaat liderlerinin protokol uygulamalarında statülerine uygun bir şekilde konumlandırılmaları, gayrimüslim cemaatler aleyhine yapılan kin ve düşmanlığı teşvik edici yayınlara karşı gerekli yasal işlemlerin derhal başlatılması gibi uygulamalar örnek olmak üzere, gayrimüslim azınlıklarla ilgili tüm uygulamalarda yukarıda bahsedilen bilinçle hareket edilmesi gerekmektedir.” İstemiştir. Başbakan’ın bu genelgesini, PKK yanlısı siyasi görüşleri sahiplenmesiyle tanınan Taraf Gazetesi bile “2. Tanzimat Fermanı” diye haber yapmıştır. (14 Mayıs 2010) Yakın bir zamanda AKP tarafından çıkarılan bir Vakıflar Yasası ile, daha önce çeşitli bahanelerle azınlıkların ellerinden alınmış olan vakıf mallarının iadesi sağlanmıştır. Ama aynı AKP benzeri bir yasayı Müslüman çoğunluğun vakıf malları için çıkar(a)mamıştır. Çoğunluğun sahip olmadığı bir hakka azınlık sahip kılınmaktadır. Azınlık ayrıcalılıklarını korumaktadır.

 Sayın Erdoğan, azınlıkların Müslüman çoğunlukla eşit tutulmasını istemekle bir yanlışı ilan etmiştir. Çünkü azınlıklar, çoğunluk olan Müslümanlardan zaten fazla haklara sahiptirler. Bu yüzden çoğunlukla eşitlenmeleri demek pek çok haklarını kaybetmeleri demektir. Keşke çoğunluk olanlar, azınlıkla eşit sayılsalar da kaybettikleri haklarının hiç olmazsa bir bölümünü geri alabilseler.

Sayın Erdoğan, Atina’da yaptığı konuşmada ise, Patriğin “ekümen sayılmasından rahatsız olmam, çünkü ecdadım da rahatsız olmamıştır” demiştir. Bu açıklamanın içine pek çok yanlış toplanmıştır. Her halde Sayın Erdoğan sahip olduğu güç ve iktidarı Fatih’in güç ve iktidarına eşit sayarak, Patrikhane meselesini Fatih’in siyaseti ile yürütmek taraftarı değildir. Günümüz Türkiye’sinin güç ve imkanlarının Fatih dönemi Osmanlının güç ve imkanlarından çok uzak olduğunu konumu gereği en iyi takdir edeceklerden birisi Sayın Erdoğan olmalıdır. Yine Sayın Erdoğan ecdadım derken bununla yalnızca Fatih’i kast etmiş olamaz. Çünkü Fatih hangi sebeple Sayın Erdoğan’ın ecdadı ise, aynı sebepler 2. Mahmut’ta onun ecdadı değil midir? Yunan isyanında Osmanlıya ihanet eden Patriği 2. Mahmut idam ettirmiştir. Patrikhane meselesi için ecdadım diyerek Fatih’i hatırlayanlar, 2. Mahmut’a da dikkat etseler daha gerçekçi olmazlar mı? Sayın Erdoğan’dan Patrik Bartelemous’u idam ettirmesini bekleyen yoktur elbette. Ama Patrikhaneye yapacağı iyilikleri de Lozan Antlaşması hükümlerine göre takdir etmesi icap ettiğini elbette bilmelidir. Türkiye’nin şartları Fatih döneminin şartları gibi değildir.

Müslümanların Halifesini kovanlar ve bunu bir bayram sevincine dönüştürenler, Lozan Antlaşması ile Patrikhaneyi Türkiye’nin sırtına bir kambur olarak yüklemişlerdir. Patrik Efendi ve taraftarları da varlıklarını borçlu oldukları Lozan Antlaşması hükümlerine uymalıdır. Zaten Patrikhane’de bir orta kapı kapalı değil midir? Yeni bir kapının da kapanması kimseye en çok da Patrikhaneye bir şey kazandırmaz.

Son olarak dünyada ekümen vasfını taşıyan ruhani otorite misali Vatikan / Papalık makamıdır. 2 Dünya Savaşından sonra ABD’nin baskıları ile Vatikan Papalığa tahsis edilmiş orada minyatür bir devlet ihdas edilmiştir. Papa’da Vatikan Devletinin başkanı sıfatıyla her gittiği ülkede, devlet başkanı olarak karşılanıp uğurlanmaktadır. Vatikan / Papalık devletinin gerekli gördüğü her ülkede de büyükelçisi bulunmaktadır. Patriğin ekümen sayılması halinde, Papa ile benzer bir statüye getirilmeğe çalışılmayacağını kim garanti edebilir? Azınlık ve patrik sever bazı kimseler Ortodoks teolojisi ile buna itiraz edebilirler. Ancak unutulmamalıdır ki, 1945’lere kadar Papa’da bir Devlet Başkanı görülmezdi. Ama şimdi o yeryüzünde Tanrı’nın vekili temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda Devlet Başkanıdır. Ortodoks teolojisinin de benzeri bir evrim geçirmeyeceğini kim garanti edebilir? Böyle bir evrimin sonunda Patrikhane Devletinin toprağı neresi olacaktır acaba? ABD ve Yunanistan madem bu Patrikhaneyi bu kadar öneli ve aziz bilmektedirler, niçin kendi ülkelerine taşımazlar? Koskoca ABD’de Patrikhane için uygun bir yer elbette bulunabilir. Aynı durum fazlası ile Yunanistan için de geçerlidir.

KAYNAKÇA

1-Adnan Sofuoğlu, fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri,İstanbul 1996
2-Aytunç Altındal, Vatikan ve Papa’nın Gizli Türkiye Senaryosu, İstanbul 2006.
3-Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar (Yunanistan Patrikhane ve Ortodoks Kıskacı), İstanbul 1995.
4-Bülent Atalay, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), İstanbul 2001.
5-Hakan Yılmaz Çebi, Judasofya Ayasofya ve Patrikhane Üzerinden Oynanan Oyunlar, İstanbul 2006.
6-Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi Hezimet mi? C.lll, İstanbul 1992.
7-Mehmet Çelik, Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi , İzmir , 1998.
8-Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri(325-1453) , İzmir , 2000.
9-Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümeniklik, İstanbul 2002.
10-Sibel Özel, Fener Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu, İstanbul 2008.
11-Süreyya Şahin, Türkiye’deki Patrikhaneler, İstanbul 2003.
12-Yorgo Benilsoy-Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, İstanbul 1996.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

5 Kere Cevaplanmış to “Başbakan’ın Yanılgısı Ya da Ekümenlik”

  1. 1
    ahmet fidan Says:

    Selami Bey,
    Doyurucu yazınız için teşekkür ederiz.

  2. 2
    Ahmet AY Says:

    Selami Bey,
    Yazı hakikaten doyurucu ve çok şey öğretti.
    Ben "asıl konu" dışındaki bir cümlenize itiraz ediyorum;
    Taraf gazetesini PKK yanlısı göstermişsiniz. Eğer okuyucusu olsaydınız PKK Taraf gazetesinin okunmamasını aylar önce deklare etti.
    Saygılar.

  3. 3
    SEAMİ SAYGIN Says:

    Amet Fidan ve Ahmet Ay Beyefendilere mültefit görüşleri için teşekkür ederim. Taraf Gazetesi için "PKK yanlısı" demedim. PKK ile örgütsel, hiyerarşik bir bağlarının olabileceğine de ihtimal vermiyorum. Dikkat edildiğinde görülecektir ki ben "PKK yanlısı siyasi görüşleri sahiplenmesiyle tanınan Taraf Gazetesi bile" diye bir cümleye yer vermişim. Bu cümleyi açmak babından bir kaç misal arzetmek isterim: PKK'lılar şiddetle köy koruculuğuna karşıdır. Taraf'ta karşıdır. PKK'lılar eski yer adları diye Ermenice isimlerin iadesini isterler. Taraf'ta istemektedir. PKK'lılar ellerine taş ve molotof vererek ateş hattına sürdükleri çocukarın tutuklanmasına cezalandırılmasına itiraz ederler. Taraf'ta o çocukları ateş hattına sürenleri değil daha çok ve özellikle çocukların tutuklanmalarını cezalandırılmalarını kınayan haberlere yer vermektedir. PKK onyedi bin faili meçhul diye Doğu Anadolu'da ölüdürülenlerin faturasını Devlet güçlerine kesmektedir. Hiç bir bilgiye, veriye dayanmadan on yedi bin rakamını sabah akşam tekrarlamaktadır. Aynı rakamı Taraf'ta sürekli tekrarlamaktadır. Yani PKK'lılar taafından öldürüldüğü bile kuşku götürmeyecek olan cinayetleri bile Devlet güçlerine ihale eden görüşler Taraf'ın en çok rağbet ettiği görüş ve haberlerdir. PKK kendisine karşı yapılan her türlü mücadeleyi ayıplamakta ve kınamaktadır. Dikkat edilrse Taraf'ta PKK'ya karşı mücadele etmeyi ayıp ve kerih görmektedir. Doğuda hangi düzeyde olursa olsun PKK'a karşı görev yapanları aşağılayan mahkum eden haberler Taraf'ın demirbaş haberleri gibidir. Kürt tarihi hakkında ne kadar hurda uydurma varsa Taraf onların abonesi ve tekrarlayıcısıdır. Hür'lüğü daha çok soyadı ile sınırlı gibi duran bir hanımefendiye bu naftalinli uydurmalar ihale edilmiş gibidir. Taraf, PKK'ya karşı mücadele kararlarını haberlerini "derin devlet" ve "ergenekon" etiketiyle ambalalamakta ve servise koymaktadır. Taraf'ın "PKK'ya karşı mücadele" diye bir görüşü ve tutumu da yoktur. Böylesi bir tutumuda zaten yanlış haksız ve ayıplı görmektedir.Köy boşaltma gibi oldukça acımasız ve yer yer vahşete varan uygulamalardan yalnızca Devleti soumlu sayarken PKK, Taraf'ta aynı görüşü ürekli tekrarlamaktadır. İşte bu vb gerekçelerden dolayı PKK yanlısı siyasi görüşleri sahiplenmesiyle tanınan Taraf Gazetesi bile" dedim. Nihayet Taraf'ın askeri cenahtan elde ettiği yaht eline verilen bilgi ve belgeler de dikkat edilmesi gereken başka bir husus olmalıdır. Taraf'ın PKK'lı olduğunu kendi adıma bilmiyorum. Ama PKK yanlısı siyasi görüşleri sahiplendiğinden de kuşku duymuyorum. Selamlar. Saygılar.

  4. 4
    Ahmet AY Says:

    Selami Bey;
    Sağduyu ve objektifliğinize eyvallahım var. Ancak;
    Bazı tespitlerinizin bilgi hatalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
    1. Köy koruculuğunun Pkk mücadelesinde zerre kadar katkısı olmamıştır. Bölgenin feodal yapısı içinde yeni feodal, zalim, bir kitle oluştu. Bu kitle eski sorunlarını, arazi davalarını, kan davalarını, kız sorunlarını koruculuk adı altında üstün gelmek için kullandılar.
    2. Benim köyümün adı halifeler diyarı anlamında Halifan iken Derinçay yaptılar benzeri köy isimlerinin iadesi mutlaka olmalıdır.
    3. Taş atan çocuklar; adı üzerinde çocuk... Bunları değil onları suça teşvik edenler cezalandırılmalıdır.
    3. Onyedi bin faili meçhul konusu artık su götürmez bir gerçektir. Bunu devlet bulmaz ise töhmet altında kalır. Elbetteki PKK pek çok faili bilinmeyen eylemi üstlenmemiştir. Ama bunu açıklığa kavuşturmak ve kamuoyuna sunmak devletimizin görevidir.
    4. Köy boşaltmalarını devlet inkar etmedi ve şimdi tazminat ödüyor. Tabiiki PKK köy yakmıştır ancak kahhar ekseriyetini Jitemciler yaktılar. Burada görev yapan Özel timlerin yakmadığı köy kalmadı. Bu taşları atan çocuklarda o köylerden bombalardan kurtulup şehir cehennemine gelen çocuklardır.
    5. Bütün olan bitene rağmen ille de birlik ve beraberlik, ille de bu cennet ülkede herkesin "iyiki burada yaşıyorum" diyeceği günler diliyoruz. Başka bir yerimiz yok...

  5. 5
    burak uçar Says:

    yazınızın tamamını okuyamadım ancak belirtmek isterim ki "Ancak unutulmamalıdır ki, 1945’lere kadar Papa’da bir Devlet Başkanı görülmezdi. Ama şimdi o yeryüzünde Tanrı’nın vekili temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda Devlet Başkanıdır." diyerek patriğin ekümenikliğinin türkiye tarafından da benimsendiği anda özel statülü bir devlet isteğinin ortaya çıkabileceğini düşündüğünüzü söylediğiniz kısımda bilgi eksiğiniz var, tarihte MS600 yılından MS1870 yılına kadar şimdiki vatikandan çok daha büyük bi alanda egemenliğini sürdürmüş bir papalık devleti vardır, ve bugünkü vatikan onun "geleneksel" bir mirasıdır. Patrikhane içinse böyle bir durum söz konusu olmadığı gibi, ne istanbulun ne de türkiyenin günümüzdeki etnik yapısı devlet içinde "mini" bir ortodox devletine izin vericek konumda değildir, en önemlisi, meclis istemediği sürece böyle bir devlet asla kurulamaz.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank