content

ikradan-mahyaya-aydinlanma

26 Şub

Başbakana Yargı Darbesi -Son- Neden Mi MOSSAD?

Türkiye’nin derin kolu aslında ne ERGENEKON’dur, ne de çeteler. İsrail bunu 1980’den sonra tamamen ele geçirmiş ve görev dağılımı yaparak pastadan adı geçen örgütlere pay vermiştir. Yukarıda da söylediğim gibi eğer Mair DAGAN ve Efraim HALEVY’nin söylediklerini unutursanız başınıza gelecekleri beklemeyeceksiniz, olacaklara az kalmış zira…

 

Düşünebiliyor musunuz, MOSSAD ülkede başbakanımıza suikast tertiplemeyi göze alacak, bunun çalışmalarında bizzat yer alacak, başbakan ve diğer bazı şahsiyetlere yönelik saldırılara girişecek ve biz böyle bir sorunda “neden MOSSAD?” sorusunu soracağız. Dileyen bizim İsrail ve MOSSAD ile ilgili yazdığımız diğer yazılara bakabilir.

 

Unutmayalım ki İsrail başta olmak üzere uluslar arası istihbarat servisleri her örgütlenmeye şu veya bu şekilde sızmak ve en etkili konuma gelmek üzere çalışır. Ülkemizde de bunun için çabaya çok da gerek yok. Sol bir örgüte sızmak için zenginlere en ağır küfürler ederseniz sizin yükselmenizi kimse tutamaz. Sağcı-milliyetçi-ülkücü camiaya sızmak için hamaset yapmanız yeterlidir. Dindar bir yapılanmaya sızmanın en kolay yolu, sakala ve misvaka sarılırsınız ve artık sizi kimsenin durdurmasının imkân ve ihtimali kalmayacaktır. Tabi bu küçük görüntüleri servislerin sağlayacağı imkânlarla besleyince hiçbir örgüt bundan nasibini almaktan kurtulamaz.

 

Demem o ki,

 

Hizbullah da, HAMAS da, PKK-KCK-DHKP/C de, MİT de, MOSSAD da, CIA vs. hepsi şu veya bu şekilde sızmaların önüne geçemediği için manipülasyonlara, provokasyonlara açıktır.

 

O zaman aynı kural partiler için de, cemaat için de geçerlidir. Yani istihbaratların bunlara sızmalarının önüne geçilemez. Mesela yukarıda Hüseyin GÜLERCE’nin anlattığı olayın içinde mutlaka bir istihbaratın izini bulmak zor değil. Değilse ahmakların işi, davranışları yabancı servislerin tahribatlarından daha ağır olduğunu görmek mümkün. Yoksa bir partili “cemaat emniyete ve yargıya sızmış, onlar yapıyorlar” tespiti doğrudur.

 

Aynı şekilde cemaat içinde yer alıp iktidarın aleyhinde aylar öncesinden ileri geri konuşarak gerginliği tırmandıranların kimler olduğuna iyi bakmak gerek.

 

12 Haziran seçimleri öncesi “cemaat son kez Ak Parti’ye oy verecek ve bu seçimden sonra istedikleri gibi olmazsa kılıçlar çekilecek” demelerinin cemaati bağlamadığını elbette ki biliyoruz.

 

Keza birileri gizli gizli “Ak Parti seçimlerden sonra cemaatin defterini dürecek” yaygarasını boşuna çıkarmıyorlardı. Biliyoruz da bunu büyütüp bugün kucağımızda bulduğumuz MİT krizi olarak somutlaştırdıkları bir şeyin varlığını da inkâr edemeyiz. Birileri bunun için çok uğraştı.

 

O birileri önce derin ve silahlı elemanları ile yaptığı kanlı eylemlerle ülkeyi karıştırıp ERDOĞAN iktidarını zorda bırakmanın yollarını denedi, olmadı. Askerler üzerinden huzursuzluk zirve yaptı, başbakan ERDOĞAN geri adım atmadı. Fazla uzatmadan, en son cumhurbaşkanlığı seçim süreleri üzerinden ikisini (GÜL-ERDOĞAN) karşı karşıya getirmek istedi, geri tepti. Yapılacak en etkili ve riskli şey cemaatin adını maske eyleyip iktidarla karşı karşıya getirmekti, ona başladılar. Ama hemen ifade edeyim ki olayı ‘hükümet-cemaat çekişmesi’ne indirgersek fotoğrafın değil, resmin bütününü göz ardı ederiz. Zira ortada çekilen bir fotoğraf değil, çizilen bir resim bulunmaktadır.

 

Demek istediğim şu;

Ak Parti ve cemaat etkin ve saygınlıklarından dolayı özellikle ‘uluslar arası ERGENEKON’un sızmalarından kurtulamayacaklarını bilmelidirler. Yukarıda tekraren zikrettiğim gibi bu durum onların kendilerinin bizatihi hâşa kötü oluşlarından değil, hem toplumsal oluşu ve hem de dış servislerin işlerini daha iyi yapmalarından kaynaklı. Hatırlayalım Turhan ÇÖMEZ nerelere kadar sızmıştı da neçe zaman sonra deşifre oldu. Ve unutmayalım, her örgütlenmenin Turhan ÇÖMEZ’leri vardır. Zamanı gelince de görevlerini “ikballerine mal olsa da” ifa edeceklerdir.

 

BAŞBUĞ-BALYOZ iddianamesine göre Genelkurmay tarafından da otantik olduğu kabul edilen belgede 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili planda Ak Parti içindeki “A. Ş.” lerden söz ediliyor. Demek ki lazım olduğunda her zaman 'ÇÖMEZ'ler bulmak mümkündür.

 

Mahir KAYNAK’ın deşifre oluşunu hatırlayalım. Eğer süreç darbeyle neticelenmeseydi belki Mahir KAYNAK örgütün lideri olacaktı.

 

Keza, İrlanda Kurtuluş Ordusuna (IRA) sızıp en üt düzeye gelen 58 yaşındaki Michael OATLEY’in İngiliz MI6 ajanını olduğunu unutmayalım.

 

İşte bu olay da cemaat adına hareket ettiğini sanan kimilerinin, yine hükümet adına hareket eden diğerleriyle kızıştırdıkları ‘sondan bir önceki’ oyundur. Bunu 2009’dan beri çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz planın devamı olarak görüyoruz.

 

Sonuç:

 

Son olay MİT-KCK ile değil, Hakan FİDAN ve dolayısıyla sayın başbakanla ilgilidir. Cemaat içindeki derin güçlerin oyunudur. Bunun doğruluğunun diğer bir kanıtı da cemaatin MİT-PKK görüşmelerinin 13 Eylül’de internet ortamına düşmesi ile töhmet altında kalmasıdır.

 

Sürecin KCK’nın MİT bağlantısı ile ilgili olduğu en iyimser düşüncedir. Eğer gerçekten de olay sadece MİT’in yanlışları olsaydı savcı medyaya değil; Sayın başbakana, başsavcıya haber verdikten sonra MİT Müsteşarını ifadeye çağırırdı. Sayın savcı Başbakanın bu çağrıyı engelleyeceğini varsayarak kendilerine haber vermemeyi uygun görmüşlerse, sayın başbakanın ısrarını da biliyor olmalıdırlar. Eğer sayın başbakanın bu ısrarını bildikleri halde Hakan FİDAN ifadeye çağrılmış ise o zaman dahli olanların (tam da MOSSAD üzerinden uluslar arası komplonun bir parçası değilseler demeye bile dilim varmıyor ama) o komploya alet olmaları söz konusudur. Çünkü savcının yaptığı 'yasal boşluktan yararlanma'dır ve bu da ifadeye çağırma işini sadece ve yalnızca 'hukuki' bir durum olmaktan çıkarmaktadır.

 

Yani olayı çok masum görmemizi gerektirici bir durum söz konusu olmamaktadır. MİT yasasının 26. maddesini bilmeyen biri savcı olamaz. Bildiği halde böyle davranan savcı da kimse kusura bakmasın sadece yasaları tatbik etme sorumluluğunu yerine getirmek için MİT Müsteşarını ifadeye çağırmamıştır.

 

Olaylara daha geniş bakamazsak aynı yollarla defalarca oyuna gelmemiz söz kaçınılmazdır.

 

Açık ve net söyleyebilirim ki bir haftadır yüzlerce kişiye bu konuyu sordum, aldığım cevap toplumda ‘sanki birileri cemaati karalamak ve prestij kaybına uğratmak için MİT Müsteşarı üzerinden düğmeye basmış ve böyle bir süreci başlatmıştır’ gibi bir intiba oluşmuş ve söyledikler aynen şu;

“Ha 367, ha MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması, ayni şey…”

 

Şayet amaç MİT içindeki unsurların KCK’ya yardım etmesi ise Hakan FİDAN’dan önce Teoman KOMAN, ŞANSAL ATASAGUN, Köksal SÖNMEZ ifadeye çağrılırdı.

Demek ki olay sadece KCK, belgeler değil…

 

Şimdi bu söylediklerimi gecen haftalarda ABD'nin başkanlık yarışındaki aday adayı olan Cumhuriyetçi Teksas Valisi PERRY’nin söyledikleriyle beraber okuyalım.

 

PERRY;

“Türkiye'yi İslamcı terörist politikacıların yönettiğini” söyleyerek, “Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması gerektiğini” savundu. PERRY, “Ankara'ya yapılan yardımların da durdurulmasını istedi.”

Birilerinin –ki Yahudi lobisi olduğundan kuşkum yok- ABD başkan adayının “Türkiye’nin İslamcı terörist hükümeti” ifadesini JİRİNOVSKİ türü bir siyasetçi de söyleyemeyecek ise o zaman böyle martavallara söyletilmesini nasıl anlamalıyız?

 

Bunu söyleyen herhangi bir ABD’li değil, Teksas Valisi… Bu zırva niteliğindeki sözlerini "bak, eğer gitmezsen seni bekleyen akıbeti burada söylüyorum" diye bir mesaj olarak gönderdi “o birileri” Teksas valisi üzerinden. Ve sayın savcıyı yönlendirenler de bu değirmene su taşıma görevlerini yerine getirmiş oldular.

 

Cemaat adına bilinenlerin en kısa zamanda bu tezgâha isimlerinin karışmasına vesile olan “gazeteci kılıklıları”n kendileri adına beyanlarda bulunmadıklarını kamuoyuna duyurmalıdır. Yoksa "cemaatin savcıları" bu gazeteci kılıklılardan talimat almaya devam edeceklerdir. Toplumun vicdanı da kimseyi affetmeyecektir.

 

Yazı dizimizi burada bitirirken tarafların ülkenin son on yıldaki kazanımları bir çırpıda heba etmelerinin ne felaketlere yol açacağını hatırlatmak istiyorum. Halkımızın, Tarihin ve Rabbimizin hesabını unutmayın.

Zira,

 

Biliriz ki siyasi/sosyal olaylarda toplumun algısı ehemmiyet arz eder. Üzülerek belirteyim ki bu olayda da toplumsal algı “iktidar paylaşımından kaynaklanan cemaat-hükümet kavgası” olduğu yönündedir. Burada cemaat dikkatli olmaz ise büyük oyunlara alet olmaya hazır olmalıdır.

Lütfen biraz daha dikkat…

Not: Daha da bildiklerim var, biliyorlar. Cemaat ve hükümetten dileyen olursa anlatacağımı da biliyorlar.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank