content AVAREYİM ..
14 Kas

Unutturulan Türkçüler: Yusuf AKÇURA IV

Mustafa KÖSE

TARİH BİLİNCİ

TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ VE TÜRKİYE'DEKİ FAALİYETLERİ :

Y. Akçura İstanbul'a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etti. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) gibi şahısların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908'de Türk Derneği'ni kurdular. 1909-1910 sıralarında Sırat-ı Müstakim adlı bir dergide yazılarını ya­yınlamaya başladı. Ömrü kısa olan Türk Derneği'nin yerine 18 Ağustos 1911'de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurdu. Bu derneğin yayın organı olarak da "Türk Yurdu Dergisi"ni çıkarmaya başladı. Bu dergi Akçura'nın idaresinde tam 17 yıl yayın hayatında kalacaktır.

Akçura, 1912'de açılan Türk Ocağı'nın kuruluşuna da aktif olarak katıldı.1916 yılında "Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti" adlı büyük bir siyasi örgüt kurdu. Bu örgüt Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya'daki Türklerin haklarını dile getiriyordu. Akçura'nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlandı. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya'daki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yolladı.1918 yılında Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak Rusya'daki Türk esirlerini kurtarmak için görüşmelerde bulunmak üzere Rusya'ya gitti ve bir yıl kadar burada kaldı. 1919'da yenilmiş ve işgale uğramış Türkiye'ye dönen Akçura, Ekim 1919'da Ahmet Ferit'in kurduğu "Milli Türk Fırkası"na katıldı. 1919 sonunda İngilizler tarafından hapsedildi. 1920'de hapisten çıkınca Selma Hanım ile evlenerek karıkoca Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçtiler. Burada Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923'te İstanbul milletvekili seçildi. Osmanlı Dönemi'nde İttihat ve Terakki ile organik bağları olmasını istemeyen ve Cemiyete üye olmayan Akçura, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan milletvekili olmayı kabul etmiştir.

1925'te açılan Ankara Hukuk Mektebi'nde siyasî tarih hocalığına baş­lamış, 1931'de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu'nu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932'de buranın başına getirilmiştir. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Siyasi Tarih profesörlüğü de yaptı.

1934'te sağlığı bozulan Akçura 11 Mart 1935'te Kars Milletvekili iken kalp krizi geçirerek öldü.

Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosya­list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalıştı. Akçura'nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin'e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyası'nın ancak bir parçasıdır.

Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi'nde sunduğu tebliğde "Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir" demiştir.

Akçura ölümünden sonra neredeyse unutulmuştur. Onun Türk tarihçileri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumluyor:

"Bu durumu izah etmek kolaydır: Akçura Moğol İmparatorluğu'nu yüceltmiş ve Cengiz Han'ı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesinde İslamiyet'e tali derecede yer vermiştir. Son olarak o sosyalizme yatkındı. ... ... Ayrıca, Yusuf AKÇURA Atatürk'ün yanında yer almış, onun tarafından Türk Tarih Kurumu Başkanlığı dahil pek çok göreve getirilmişti.

YUSUF AKÇURA'DAN  > HÜSEYİN AVNİ ALPARSLAN'A;

Hüseyin Avni, dönemin önemli fikir dergisi Türk Yurdu’ndan, onun yazarlarından ve özellikle Türk Yurdu’nun kurucusu ve yazı işleri müdürü, Yusuf AKÇURA(OĞLU)’dan etkilenmiştir, dergide yayınlanan yazılarında da Türkçe ve Türklük hakkında ki diğer yazarlarla birbirini adeta tamamlayan makaleleri yayınlanmıştır. Örneğin yer adlarının, Türkçeleştirilmesindeki araştırma ve makalesi gibi…Dolayısıyla Hüseyin Avni Bey’in düşünce yapısını anlayabilmek için, Yusuf AKÇURA’nın kim olduğunu, görüşlerini, eserlerini ve mücadelesini bilmek gerekir. Giresun’da o işgal günlerinde, ALPARSLAN  Grubunu oluşturan H.Avni Bey’in,  fedakar Ruh halinin nelerden güç aldığını anlamamız için de bu husus gerekmektedir kanaatindeyim ….

Tirebolu’lu Alp Arslan’ın (H.Avni’nin dergideki takma adı) da yazarları arasında bulunduğu Türk Yurdu Mecmuası’nın kapağı; … Kapakta mecmua hakkında şu bilgiler yer alıyor; Türk Yurdu – Türklerin faidesine çalışır. Onbeş günde bir çıkar. Naşiri: Türk Yurdu, Müdüri: Akçuraoğlu Yusuf Birinci cilt 1327-1328 İstanbul –Tanin Matbaası  1328.. O, muharebe meydanlarında dahi ülkesini, milletini ve kültürünü düşünür, bu düşünce, tespit ve tekliflerini de kaleme alırdı. Hüseyin Avni Bey’in bu özelliğine bir örnek olarak Birinci Dünya Harbi devam ederken Şark Cephesinden yazdığı, Türk Yurdu Mecmuasının Mart 1331 (1915) tarih ve 319’uncu sayısında yayınlanan mektubunu verebiliriz. Mecmua Müdürü Akçuraoğlu Yusuf’a, “Ağabey” diye hitap ettiği ve “Şark Ordusunda Cenk eden Bahadır zabitlerimizden Birisi yazıyor” başlığıyla sunulan mektubunda Hüseyin Avni Bey şöyle diyor:

Türk Yurdu Mecmuası Müdürlüğüne;

Bu yıl epeyce cenk ettim. Cenk ederken ayaklarımı dondurdum. İyileşmek üzere Erzurum’a geldim. Boş dururken canım bir makale yazmak istedi yazdım. Size gönderiyorum. Mümkün olursa Türk Yurdu’nun bir köşesine bir bucağına sıkıştırınız. Şimdi ayaklarım iyileşti. Yine cenkleşmek üzere kavga yerine gidiyorum. Bilmem feth olunan yerlerdeki Türklerin hallerine ve harbine dair yazsam makbule geçer mi ? Öz sayimemi sunarım ağabey.

Alp Arslan “Türk Yurdu’nun  (Yusuf AKÇURA’nın) cevabı ise mektubun hemen altında:

“Bir elde kılıç bir elde kalem.. Bir Türk bahadırına yakışan da işte budur. Başka bir menba’dan öğrendiğimize göre Alp Arslan Beğ kumandası altındaki askerleriyle Pançerut Boğazında Rusların bir taburunu mahvetmiştir. Erlik meydanından gönderdiği makalesini “Türk Yurdu” büyük bir iftiharla neşrediyor. Feth olunan yerlerdeki Türklerin haline dair yazacaklarını, bittabi daha büyük bir iftiharla dercedecektir.”

1. Türk Yurdu Dergisi, c.8, no: 319, Mart 1331, s. 2

HÜSEYİN A. BEY’le,  YUSUF  AKÇURA’NIN TÜRKÇÜLÜĞE BAKIŞI: Hayatı cephelerde geçen, 1. Dünya Savaşında Rus Harbinde Doğu cephesinde Dr. Bahattin Şakir’in Teşkilat-ı Mahsusa’sına geçerek  yöre halkından,gönüllü, milis kuvvetler oluşturan, Milli Mücadele’de Giresun Askerlik Şube Başkanı olarak, Alparslan Grubunu, devamında  42. ve 47. gönüllü Alayları oluşturup, Sakarya Savaşı’nda şehit olan Hüseyin Avni Bey ayni zamanda Türk Yurdu dergisinde makaleler yazıyor, o zaman doğu ve orta Karadeniz’i kaplayan, “Trabzon ili Laz mı?  Türk mü? ” Araştırma kitabıyla Pontuscu ve Ermeni iddialarına karşın yörenin eski tarihlerden beri büyük oranda Türk olduğunu ortaya koyuyordu.O öz Türkçe’den ve Türk kimliğinin bütün Ulusu kaplamasından yanaydı. Bu görüşlerini yazılarında açıkça ortaya koyuyordu. Osmanlı’nın II. Mehmet’ten sonra Türk kimliğini, Türkçe’yi ve Türkleri bir kenara atmasını yazılarıyla eleştiriyor, devlet idarecilerinin devletin kurtuluşu için “Türklerden” oluşmasını savunuyordu. Özellikle Türkçe’nin devlet dili olmasından çıkmasına, yabancı, Arapça ve Farsça kelimelerle dolmasına isyan ediyor, Balkanlar başta Türkçe’yi yayıp, öğretmediğimiz için Türk olanların bile başka Ulus kimliğine büründüğünü söylüyor, bu konuda örnekler veriyordu. Düşüncelerinin, Türkçülüğün önde gelen ismi Yusuf Akçura’yla büyük ölçüde örtüştüğü açıktır. Onun, “Türk Yurdu” dergisinde yayınlanan, yer adlarının Türkçeleştirilmesi ile ilgili araştırma ve makalesi de bu konuda bizzat ön araştırmalar yapan, yol gösterici yanını ortaya koymaktadır. Hüseyin Avni Bey’in, Yusuf Akçura’yı ayni zamanda tanıdığı, görevinden dolayı seyrek de  olsa, zaman zaman görüştükleri açıktır. Kurtuluş Savaşı esnasında epey zaman Erzurum’da Kazım Karabekir’in karargah ve yanında bulunan Yusuf Akçura’nın H.Avni’nin Giresun’daki faaliyetlerini bildiği ve desteklediği de ileri sürülebilir. Yusuf Akçura’da yazılarında, Osmanlı devletinin kurtarılması ya da güçlü bir Türk Devlet oluşturulabilmesi için, yöneticilerin Türk asıllı olmasını, topraklarımızdaki Müslüman ve esasen milletin bir parçası olan toplulukların Türkleştirilmesini savunmaktadır.H.Avni Bey daha açık olarak, bir ulustan sayılmak için, Dünyada saf bir ırkın olmadığını önemli olanın aidiyet, hissetme duygusu olduğunu da belirtmiştir. Bu konuda Karadeniz ili Laz mı? Türk mü? Adlı araştırma kitabında şöyle demektedir: “Acun(dünya)da ki savaş(muharebe)lar, göçme(hicret)ler, din ilişkileri(münasebet-i diniye), soyları,  boyları birbirine pek çok karıştırmıştır. Bunun için süzük (saf) bir soy bulabilmek güçtür. Bugünkü ölçeği (mikyas) “milli vicdan”’dır. Hangi bir ulus(millet)un dirliğine girenler, huyunu, gidişini gidenler, vicdanını taşıyanlar o ulus’tan sayılır.  Öyle ya kişilerin alnında ulusluk damgası yok!”.

Bu konuda Hüseyin Avni Bey’in daha gerçekçi ve esnek olduğu görülmektedir. Bu bakış Cumhuriyet’imizin Kuruluş felsefesindeki kapsayıcı “Türk Ulusu”  ve Mustafa Kemal’in, “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle anlamını bulan, “Tek Millet” fikrini kapsayıcı bir şekilde bütün yurttaşlara açmaktadır. H.Avni o günlerde, 1910’lu yıllarda “Ulus Devlet”imizin temellerine düşünceleriyle, yol açmaktadır. ..Yusuf Akçura’da son tahlilde ayni görüşe varmış ve kültür birliğinin önemine işaret ederek soyca Türk olanların yanında, soyca Türk olmayanların da ortak kültür ve değerler etrafında Türkler ile bir araya gelerek (günümüzün Ulus birlikteliği) bunlardan müteşekkil bir siyasi birlikteliği belirtmiştir.

Osmanlıcılık ve İslamcılığın, devleti meydana getiren farklı topluluklardaki kültürel yapıları, ayrıcalıkları hakkındaki talepleri engelleyemediğini gören ve ortaya koyan Yusuf Akçura, Türkçülük açısından Kültürel yapı hakkında şunları söylemiştir. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan çeşitli milletler , millet olmanın bilincine sahipken, Türk Milletinin adının bile unutturulması mantık dışı olurdu. Bu doğrultuda “Türkçülük” akımını toplumsal sağlık işareti olarak karşılamak gerekmektedir. Akçura’nın “ırk üzerine” görüşlerinde kültürel unsurları görmek mümkündür. Çünkü Akçura’nın  millet ve ırk tanımında “ırk”ın yanı sıra dil, gelenek ve dini de belirtmesi önemli bir özelliktir. Akçura’da ırk antropolojik bir unsur olarak değerlendirilmekten çok, kültürel ve etnik mirası vurgulamak için tercih edilen bir sözcüktür. “ Ayrıca Akçura ‘Türk birliği’nin geliştirilip kurulmasını çeşitli aşamalara ayırarak bunların bir aşamasında Türk olmayanların durumundan bahsederken ‘Türkleşmek’ deyimini kullanmıştır. Dolayısı ile burada soyca Türk olanların yanında, soyca Türk olmayanların da ortak kültür ve değerler etrafında Türkler ile bir araya gelerek (günümüzün Ulus birlikteliği) bunlardan müteşekkül bir siyasi birlikteliği belirtmiştir. Böylece gerek o zamanlar, gereksede günümüz artık milliyetler, hatta ‘mikro milliyetçilikler’ çağı olması nedeniyle Akçura, bu şekilde günümüz gerçekliğine de işaret etmiş olmaktadır. Benzer bir durum, Cumhuriyet döneminde Atatürk tarafından oluşturulan ve anayasada ifadesini bulan ulus ve vatandaşlık tanımlarında da görülmektedir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir “ ve Devlet’e vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür “ şeklindeki ifadeler Akçura’nın öngördüğü “ Türklük “ kavramının bir yansımasıdır. (UÇAR  2008 : 108-109)

Yusuf AKÇURA'nın olsun az fakat mesajı önemli eseler bırakan Hüseyin Avni ALPARSLAN'ının olsun, Cumhuriyetimizin Kuruluş İlkeleri'ne ve günümüz sonrası Türk Dünyası için önem taşıyan fikirler ortaya koydukları açıktır ....

Haziran'ın ilk günleriydi,  yani bir hafta kadar önce ... Beşikdüzü, Şalpazarı, Acısu, Geyikli  ve  Sis Dağı'nın zirveleri .. Kayasis.. Zirvelerde hala kar var..Ormanları, Ağasar çayını geçtik, yayla evleri, mor, pembe kırmızı çiçekler, zakkumlar..ulu ulu çamlar..Buz gibi sular.. Atalarımız bize nasıl bir Vatan almış, bırakmış.. Her yeri güzel.. Çepni geleneksel kıyafetlerini giymiş analar, kızlar, çocuklar.. Türkmenler'in Çepni boyu.. Yaylalarda.. Zirvede, sis bir dağdan bir zirveye illede Kayasis'e .. Boydan boya bir çayır.. yemyeşil.. Bir eski ancak bakımlı ahşap bina, hem otel hem lokanta hem kahve.. Yaşlı ancak dinç bir ihtiyar bize özelden çay demledi.. Tam içerken, esas zirve yani en yüksek yer karşı dağ dedi.. Baktım sisler içindeydi. Orası Giresun sınırlarında. Bu taraf Trabzon dedi.. Tesadüf bu ya karşıdan sisler içinden yankılanan sesler gelmeye başladı ...Sormaya fırsat vermeden bizim dinç ihtiyar, askerler dedi, karşı dağda karokol var..  Onların sesi böyle yankılanır işte eğitime çıktılar gene .. Baktım karşıya.. Tesadüf bu ya; Sis Dağı'lıverdi .. Güneş ışığı birden  parladı, o anda duyduğumuz  sözler de değişmiş,  sesin şiddeti ve yankısı da  artmıştı;

YARARLANILAN KAYNAKLAR :Sakarya Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey-Tirebolulu Alparslan- İsmail Hacıfettahoğlu-Atlas Yayınları- 1999 Cemal AVCI, Yrd.Doç.Dr. , Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Bölüm Başkanı.  UÇAR, Fuat, “Üç Tarz-ı Siyaset” TÜRKÇÜLÜĞÜN MANİFESTOSU (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) - Fark Yayınları-  Ankara-2008BİTTİ

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank