content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
20 Eki

“Siyasetçiyim” Demekle Siyasetçi Olunmuyor!..

Cumartesi günü TRT-1’de “Zirvedekiler” programını izliyorum. Programın konuğu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek. Doğumundan, bugüne kadar yaşamından kesitlerin sunulduğu ve hem birebir konuğun ağzından dile getirdiği, hem de konuğu yakından tanıyan dostlarının kendisiyle ilgili söyleşilerinden oluşan bir program...

Cemil Çiçek de, nerede doğduğunu, nasıl okuduğunu, Efendi olan ismini nasıl Cemil olarak değiştirdiğini, daha sonra babasının son derece imkansızlıklar içerisinde nasıl okumak için kendisini köyden, kasabaya yolladığını, o yıllarda sokak lambasının altında kardeşleriyle beraber nasıl ders çalıştığını, sonra avukat olarak Yozgat’a nasıl geri döndüğünü ve ailesinin de kendisiyle nasıl gururlandığını, ancak ailesinin yükünü tek başına yıllarca nasıl taşıdığını ve halen de bu yükü taşımaktan nasıl da mutlu olduğunu bildiğimiz o tatlı üslubuyla anlatıyor.

Bir yandan çok büyük bir keyif alarak, aynı zamanda da ders çıkararak izledim programı.
İzlerken de, keşke birilerinin de izlemesini o kadar çok istedim ki, anlatamam.
Siyaset bölümünde, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, 1983 yılında yakın arkadaşı ve bir zamanların Sağlık Bakanı Halil Şıvgın ile nasıl rahmetli Turgut Özal’a gittiklerini, kendisi ile neler konuştuklarını, neden siyasete girmek istediğini, anlatırken “Zirvedekiler” programının asıl konusu olan 26 yıldan bu yana nasıl oluyor da siyaset sahnesinde böylesine zirvede kaldığının da mesajlarını veriyor.

Turgut Özal, Halil Şıvgın ve Cemil Çiçek’e kendileri ile ilgili kimlerden bilgi alabileceğini soruyor. Halil Şıvgın, o dönemler Ankara’da oturduğu için o dönemlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı da yapan Mehmet Altınsoy’un adını veriyor. Cemil Çiçek ise öyle tanıdık bir isim veremediği için “Efendim, ben Yozgat’ta avukatlık yapıyorum. Beni hemen hemen herkes tanır. Alın elinize şehrin telefon rehberini ve istediğiniz bir kişiye telefon açın ve beni sorun. Onların söyleyeceği her şey benim kabulümdür.” diye karşılık veriyor.

Bu cevabı doğal olarak Özal’ın çok hoşuna gidiyor ve “Bu çocuk çok dürüst ve çok kendine güveniyor” diye düşünerek, iktidara geldiğinde kendisine bakanlık görevi veriyor.
Ve, o günden bu yana bildiğiniz gibi siyasetin içinde yer alan ve her iktidar döneminde mutlaka bakanlık yapan Cemil Çiçek, halen bu görevini de büyük bir başarı ile sürdürüyor.

Şimdi burada aklıma geliyor da kendi kendime sormadan edemiyorum... Eğer Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aklına gelip de eline bir Bandırma rehberi almış olsaydı ve herhangi bir Bandırmalı’ya telefon açıp da, bir siyasetçi hakkında bilgi almak isteseydi, nasıl bir cevap alırdı? Bir Allah’ın kulu “Aaa, o sorduğunuz kişi, çok iyidir” diye bir referans verir miydi? Hani, halkına hiç yalan konuşmayan, hiçbir şeyi gizlemeyen, kapalı kapılar ardından iş bitirmeyen, en yakınındaki kişiyi bir kalemde çizip, silip atmayan, son derece vefalı, kültürlü, saygılı, efendi diyerek olumlu bir görüş belirtir miydi? Yediği bunca hakarete, bunca küfüre ve bu kadar aşağılanmaya rağmen... Vallahi hiç sanmıyorum. Öyle ya milleti hayvan yerine koyan, bu ülkenin adalet dağıtıcı hakim ve savcılarını “cüppeli eşkiyalar” diye nitelendiren biri hakkında kim olumlu bir referans verir ki?
Tekrar “Zirvedekiler” programına dönelim. Cemil Çiçek’e programın sunucusu soruyor “Bu kadar zaman zirvede kalmayı nasıl başardınız?” diye.

Cemil Çiçek de, “Hiçbir zaman ‘ben’ demedim. Hep ‘biz’ dedim. Öyle ya, şimdi başbakan izin vermese, kabine arkadaşlarım destek vermese, bakanlıktaki çalışma arkadaşlarım yardımcı olmasa ben nasıl başarılı olurum ki? Onların desteğini, katkısını, yardımını nasıl inkar edebilirim ki? Ben tek başıma ne yapabilirim? Tabii ki, bu benim değil bizim başarımız, onun için ben de bu başarımızı her seferinde arkadaşlarımla paylaşmaktan yana tavır sergilerim.” diye karşılık veriyor. Eh tabii almasını bilene de siyaset dersi veriyor...

Yine burada aklıma bir siyasetçinin sürekli “ben... ben... ben...” demesi aklıma geliyor. Her ağzını açışında, “Ben şunu yaptım, ben bunu yaptım, benim dönemimde bu oldu, benim dönemimde şu oldu... Her şeyi ben yaptım...” diyor da başka bir şey demiyor.
Örnek mi? “Benim ilk milletvekilliğim zamanında Bandırma-Susurluk yoluna başlandı. Bu yola BEN başlattım... BEN Merinos’tan yer aldım da fakültenin inşaatına BEN başlattım...

Hastaneye de BEN başlattım... Her şeyi BEN yaptım...”

Yani anlayacağınız bu “BEN” olmasa, Bandırma mahfolmuş, perişan olmuş, köy olarak kalmıştı... Allah razı olsun O “BEN”den...

Cemil Çiçek’in asıl ders verdiği nokta ise CHP ile ilgili söyledikleriydi... 58. Hükümet döneminde AB İlerlemeden Sorumlu Komiseri Verhougen’in ısrarları nedeniyle 6 uyum yasasını 45 gün içerisinde Meclis’ten geçirdiklerini, bu uyum yasalarının son derece etkili yasalar olduğunu ve bu yasaların kabul edilmesinde CHP’nin verdiği desteği asla unutmadıklarını da üzerine basa basa vurguladı.

“Evet, burada iktidar ve muhalefet bir birliktelik, bir dayanışma sergilemiştir. Bu uyum yasaları Meclis’ten oybirliği ile geçmiştir. Bizim burada CHP’nin verdiği desteği unutmamız mümkün değildir. Ne oldu ama? Burada ne biz kazandık, ne onlar kazandı. Türkiye kazandı. Bu nedenle kendilerine bu konuda son derece müteşekkirimdir.” diyen bir Cemil

Çiçek, bir kez daha gözümde büyüdü.

Gerçekten, “Siyasetçiyim” demekle, siyasetçi olunamıyormuş. Siyaset, sadece kendini öne çıkartmak değil, birlikte çalıştığın kişileri, kuruluşları, örgütleri de aynı oranda öne çıkartmaktır. Cemil Çiçek, bugün kendini aynaya bakıp da “siyasetçi gibi” gören çok kişiye bu söylemiyle büyük bir ders veriyor. Haa, her zaman dediğimiz gibi almasını bilene.
Adam, ağzını açıyor BEN, ağzını kapıyor BEN. Başka hiç kimse yok... Sanki bir ekip çalışması yapılmadı, sanki arkadaşları destek vermedi, sanki her sorunun çözümünü tek başına kendisi sonuçlandırdı...

Kısacası bulunmaz Hint kumaşı!.. Yine hatırlıyorum da, Bandırma Belediye Meclisi’nde bir zamanlar alınan kararlar hep oybirliği ile geçiyordu. Meclis’te iki parti vardı. AKP iktidar, CHP muhalefet. Ama buna rağmen kararlar hep oybirliği ile alınıyordu.
Bu konuyla ilgili olarak defalarca da yazı yazdım. “İşte Bandırma’da birlik beraberlik...” diye.

Sonra ne oldu? Bu birlik ve beraberliği sürekli “BEN” diyen kişi bozdu.
Nasıl bozduğunu da hep birlikte yaşadık, gördük. Kendinden başka herkese küfür eden, hakaret eden, aşağılayan siyasetçiliği ile başardı bunu da. Yani tek başına o “BEN” yaptı, ama ne yazık ki bunu bile kabullenme yürekliliği gösteremedi.

29 Mart 2009 yerel seçimlerinden neden yenilgi ile çıktığını bile kendisinin dışında herkese yıktı da, bir tek kendisini suçlamadı. Oysa ki, en başta kendisi, en yakınındakiler, partilileri bile biliyordu ki, tek başına başta Bandırma olmak üzere, Susurluk ve Balıkesir de dahil, hatta ve hatta ülke genelinde partisinin oy oranının düşmesinde çok büyük bir rol oynadı. Bir tek kişi, bir partiye böylesine büyük bir yara verebilir mi? Evet verdi. Hem de tek başına...

Öyle ya, hangi millet seçtiği kişi tarafından “HAYVAN” yerine konulmak ister ki? Ama yine de bizim milletimiz bunu istemeye istemeye de olsa kabullenmek zorunda kaldı!.. Asıl üzüldüğüm de bu.

Eğer, gelişmiş bir demokrasiyle idare edilen bir ülkede, bir vekil kendisine oy verenlere, kendi milletine “SİZ HAYVANSINIZ” dese, nasıl bir tepkiyle karşılaşır, buna karşılık partisini kendisine nasıl bir tepki gösterirdi?

Acaba, bizdeki gibi “Aslanım benim. Bu millete nasıl HAYVAN dedin... Helal olsun sana. Ağzına sağlık koçum!..” denilerek, baştacı mı edilirdi, yoksa o kişinin artık siyasi hayatı, bir daha gündeme gelmemek üzere biter miydi?

İşte, Avrupa ile aramızdaki fark da bu olsa gerek. Onlar, bırakın kendi milletini HAYVAN yerine koyan siyasetçiyi böyle baştacı yapmaya, en küçük bir imada bulunanın bile siyasi hayatını bitiriyor... Ne diyelim gelişmişliğin ölçüsü bu.

Sonuçta, bir kez daha geliyoruz “Toplumlar hak edildikleri biçimde yönetilirler” sözüne...
Demek ki, asıl sorun bizde. Biz, bize hakaret eden, bizi hayvan yerine koyan, bizi aşağılayan siyasetçilere bayıldığımız müddetçe, onları baştacı ettiğimiz sürece, onları ödüllendirdiğimiz takdirde, onlar tarafından yönetilmeyi de göze almak zorundayız.
Hiç birimizin şikayet etmeye bile hakkı yok!..

Etiketler :

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank