content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

26 Nis

Ulusal Egemenlikten Çocuk Bayramına

Aslında ilk Meclis; “Osmanlı Mebusan Meclisi” adıyla 19 Mart 1877’de toplanmıştır. Çünkü ilk Meşrutiyetin ve Kanun-i Esasinin bir sonucu olarak seçimler yapılmış ve ilk mecliste böylece toplanmıştır. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’de 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanmış ve aynı ay içinde işgalcilere karşı hem de işgal altında ki İstanbul’da aldığı Misak-ı Milli kararlarından sonra şiddetli bir baskıya ve saldırıya uğramıştır. Bazı milletvekillerinin bir kısmı tutuklanarak Malta adasına sürülürken geri kalan milletvekillerini bazılarının saklandığı gizlendiği bir sırada Ankara’da Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerini Ankara’ya davet etmiştir.

Milletvekilleri Ankara’da beklenirken Mustafa Kemal Paşa yayınladığı bir genelge ile Meclisin açılış tören programını ilan etmiştir. Buna göre: “Milletvekilleri 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da Hacıbayram Camisinde toplanarak Cuma Namazı kılacaklar, Kur’an ve Buhari Şerif Hatimleri indirilecek, Sancağı Şerifin arkasında milletvekilleri yürüyerek Hacıbayram Camisinden Meclis binasına kadar yürüyecekler. Yürüyüş yolunda Kolordu Komutanlığı tarafından tedbir alınacak, Meclis binasına ulaşılınca burada Kurbanlar kesilerek dua edilecek ve en yaşlı üye Sinop Milletvekili Şerif Beyin başkanlığında ilk toplantısını yapacaktır.” Açılış günü için Cuma gününün seçilmesi ise o günün “mübarekliğinden faydalanmak” için diye açıklanmış ve nihayet açılış amacı da: “Vatanın istiklali, makamı refii hilafet ve saltanatın istihlası” diye Mustafa Kemal tarafından ilan edilmiştir. Açılış programında yer verilen hususlar aynen ve hem de abartılı olarak uygulanmıştır. Meclisin açılışı ile birlikte başkanlık kürsüsünün arkasına da Şura Suresinin (42/38) “Onların işleri aralarında danışma iledir” ayeti yer almıştır.

Meclisin açılışı ile birlikte adı “Büyük Millet Meclisi” olarak ilan edilmiştir. 24 Nisan 1920’de yapılan başkanlık seçimlerinde Ankara Milletvekili Mustafa Kemal 110 oy, Erzurum Milletvekili Celaleddin Arif ise 109 oy almıştır. Böylece bir oy farkla Mustafa Kemal Paşa Meclis başkanı seçilmiştir. İki tarafın aldığı oy dikkate alındığında, milletvekillerinin tamamının toplantıda hazır olmadığı görülecektir.

Çünkü Akara’daki meclis için 66 seçim bölgesinden, İstanbul’daki Mebusan Meclisinden gelen 92, Malta’da sürgünde olan 13 ve Yunanistan’dan bir milletvekili, Mart 1920’de Padişah Vahdeddin’in Meclisin fesh edildiği açıklamasından sonra aynı ay içinde seçildiği ilan edilen 232 milletvekili olmak üzere toplam 338 milletvekili Ankara’daki Meclisin çalışmalarına katılmıştır. İlk meclis çalışmalarına katılan milletvekillerinin 120’si Tüccar, 20 Dava vekili, 11 Gazeteci, 2 Mühendis, 1 İşçi, 125 Memur, 36 Yönetici ve Dahiliye vekilleri, 10 Paşa, 43 Subay, 14 Müftü, 13 Müderris, 10 Şeyh, 5 aşiret reisinden oluşmuştur.

İlk Meclisin özellikleri için şunla sıralanabilir: Meslek bakımından o günün şartlarına göre büyük bir çeşitlilik olduğu gibi siyasi görüşler bakımından da çeşitlilik vardır. Hemen her görüşün temsilcisi mecliste yer almıştır. Meclisin açılış programında Mustafa Kemal tarafından ilan edilen “açılış amacı” ise neredeyse bütün milletvekillerinin ortak amacı olmuştur. Meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa için seçilen iki başkanvekilinin ikisinin de şeyh olması ise oldukça ilgi çekici bir husustur.

Meclis 20 Ocak 1921’de ilk Anayasasını yaparak “Teşkilatı Esasiye Kanunu” diye ilan etmiştir. Buna göre ülkenin adı “Türkiye’dir” (Mad.2). Bu anayasa ile Meclisin adı da TBMM olmuştur. Türkiye’nin idaresi vilayetlere ayrılmıştır (Mad.10). Vilayetlerin idaresi TBMM ve Hükümetini temsilen bir vali ve onun idaresinde vilayet halk tarafından seçilen şuralar tarafından yapılacağı hükmü yer almıştır (Mad.11). TBMM’nin görevi ise “ahkamı şeriyyenin tenfizi” diye ilan edilmiştir (Mad.7). Resmi dil hakkında bir madde yer almamıştır. Ancak fiilen yalnızca Türkçe resmi dil olarak kullanılmıştır.

1876Kanun-i Esasisi ilk defa (Mad.18) Türkçeyi resmi dil olarak ilan etmiştir.

24 Nisan 1920’deki gizli toplantıda Mustafa Kemal yaptığı konuşmada Meclisin açılış gayesini, açılış programında yer verdiği görüşlere göre: Vatanın istiklalinin temin edilmesi, Hilafet ve Saltanat makamının kurtarılması diye tekrarlamıştır. Yine Meclis kararları ile her fırsatta Misak-ı Milliye bağlılığını ilan etmiştir. Günümüzdeki Türkiye Cumhuriyeti bu Meclisin çalışmaları sonunda, (nitelikleri sonradan epeyce ve esaslı bir şekilde değiştirilerek) kurulmuştur.

İlk Meclisin açılışından çalışmalarına son verdiği 13 Nisan 1923’e kadar geçen üç yıllık süre içinde Meclisin açılışına temel sayılan amaçları büyük ölçüde korunmuştur. Misak-ı Milliye bağlılık amacını ilk meclisin kendisi çiğnemiştir. Çünkü 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması ile Batum, 20 Ekim 1921 Ankara İtilafnamesi ile Halep ve Hatay’ın Türkiye sınırları dışında kalmasını meclis onaylamıştır. Varlık sebebi olarak kabullendiği ana amaçları böylece kendisi hasara uğratmıştır. 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın (Padişahlığın) kaldırılması da Meclisin varlık sebebi sayılan ana amaçlardan birisinden daha vazgeçtiğini göstermiştir. Çünkü Meclisin açılışından hemen önce ve sonrasında, Yozgat, Konya, Bolu, Afyon, Zile vb. yerlerde çıkan bütün isyanlarda, Meclis temsilcileri, halka “Şeriata ve Padişaha” bağlılıklarını tekrarlamışlardır. Şimdi aynı Meclisin Padişahlığı kaldırması amaç ilan ettiği amaçların birisinden daha vazgeçmesinden başka bir şey değildir. Meclis kurtarma sözünü verdiği Padişahlığı büsbütün kaldırmış yer yüzünden silmiştir.

Meclis çıkardığı anayasa ile şeriat kurallarını uygulamayı kendisinin bir görevi saydığı gibi, şeriat kurallarına aykırı bir yasanın Meclisten çıkarılamayacağını da hükme bağlamıştır (Mad.7). Günümüz Türkiye’sinin kuruluşunu bu meclisten ve onun çalışmalarından ayırmak tarihi yok sayan bir zorlama olacaktır. Türkiye eğer Osmanlıdan ayrı bir siyasi teşekkül olarak kabul edilirse milat olarak ilk meclisin çalışmalarının başlangıç sayılması kaçınılmazdır. Ancak 1924’lerden itibaren başlayan nitelik değiştirmesi ise Türkiye’nin özelliklerini ilk meclisten koparmıştır. Türkiye’de kurucu irade yahut kuruluş ilkeleri diye değişik çevreler tarafından sıkça tekrarlanan “kurucu ilkelerden” ilk olarak kimlerin hangi akıl ile ve ne amaçla vazgeçtiklerinin de makul bir açıklaması gerekir. Kim hangi yetkiyle ve kimden aldığı yetkiyle bu kurucu ilkelerden vazgeçebilmiştir? Türkiye, eğer kurucu ilkelere geri dönmezse, bu 23 Nisan 1920 yıl dönümü törenleri çok anlamsız, yersiz ve göstermelik, tarihi karşılığı olmayan sanal bir fantezi olmaktan öteye geçmesi hayli kuşkuludur. O kurucu ilkeler eğer Türkiye için gereksiz ve hatta “iç tehdit” sebebi ise, ki bazı çevrelerin iddiası bu doğrultudadır, o takdirde de 23 Nisan törenlerinin ne anamı vardır? Bu törenlerin içeriği, amacı değişmiş ise tarihinin de değiştirilmesi belki insan aklı için daha anlamlı olacaktır.

Türkiye’nin kuruluş ilkeleri, zorba bir oligarşi tarafından iç tehdit sayılırken ilk TBMM’nin açılış günü aynı zamanda “ulusal egemenlik bayramı” diye kutlanmaktadır. Hangi ulusun bayramı? O ulusun değerleri iç tehdit adını almışken o ulusun egemen olduğu nasıl söylenebilir? Belli ki birileri insan aklıyla vicdanıyla fena halde eğlenmektedir. Çünkü egemen hiçbir ulusun değerleri, o ulusun egemen olduğu topraklarda iç tehdit nitelemesiyle aşağılanamaz düşman muamelesi gösterilemez.

İlk TBMM’nin açılış günü elbette bu milletin tarihinde saygı değer bir yere sahiptir. Ama o günü saygı değer eden değerlerin iç tehdit diye nitelendirilmesi de doğrudan millete karşı yapılmakta olan büyük bir zulmün belki açığa vurulmasıdır. Buda yetmezmiş gibi, ulusal egemenliğin aynı zamanda çocuk bayramı sayılmasının anlamı nedir? Ulusal egemenlik bir çocuk işi mi sayılmaktadır? Belli ki bazı çevrelerin gözünde ulusal egemenlik çocukça bir iş olarak görülmektedir. Koskoca makam sahipleri, beş on dakikalığına yerlerini çocuklara bırakarak, o çocukların koltuklardaki davranışlarına, sözlerine bakıp gülmektedirler. Onlar için bu görüntü bir eğlence konusu olabilmektedir. Ulusal egemenlikte zaten bazı seçkinlerin gözünde bir konusu olmaktan öteye gidememiştir. Makamlarını halkın seçimine velev sanal bile olsa egemenliğine borçlu olan seçilmişlerinde 23 Nisan törenlerini benzer sahnelerle geçirmesi ayrıca ibretlik bir olaydır.

1980 Askeri darbesinden sonra, darbeciler tarafından kapatılan ve çoğu üyeleri tutuklanan TBMM yerine “Danışma Meclisi” oluşturuldu. İşte o Danışma Meclisinde bulunmayı kendisine yakıştıran Sayın Mehmet Pamak’a göre: “Kürdistan bölgesinde birçok çocuk neden dağa çıkmaya zorlandı? Dağa çıkmak kolay mı zannediyorsunuz? Kim keyfi olarak dağa çıkar? O çocukların hepsi bizim çocuklarımız, o çocukları dağa çıkaranlar utanmalıdır. Bu büyük ifsadı gerçekleştirenler, büyük zulümlerle bu sonuca yol açanlar, ahlaksızdırlar, hukuksuzdurlar, zalimdirler, işkencecidirler. Dağdaki çocuklar bizim çocuklarımız.” (24 Nisan 2010 Haksozhaber.net). Bir dönemin önde giden Türkçülerinden Sayın Pamak artık bir Mankürt olmuştur. O kadar ki, Türkiye’nin bir bölgesi ona göre Kürdistan’dır. Dağa çıkan PKK’lılar da onun gibilerinin çocuklarıymış meğer. Dağa çıkan PKK’lılar da, meğer kendi istekleriyle değil bazılarının zorlaması ile (her halde Türkiye Devleti demek istiyor) çıkmışlar. Bu zat bütün bu görüşlerini “İslamcılık” etiketiyle pazarlamaya çalışmaktadır.

Aynı şahıs, PKK’lıların talepleri bir sonuca bağlanmadan, dağdan inmemelerini de tavsiye edebilmiştir. 23 Nisan yıl dönümü sebebiyle bu görüşlerini bir kere daha ilan etmiştir. Türk ırkçılığından azınlık ırkçılığına terfi edebilmesini kendisi için büyük bir kazanç saymakta ve bununla övünmektedir. Aslında bu zatın görüşleri Danışma Meclisinde iken, Kenan Evren’in görüşlerine şakşakçılık yaptığı dönemde ne kadar İslamcılığa uzak idiyse günümüzde de bir o kadar uzak olduğu şüphe götürmez. Marksisit/Stalinist bir çizgiden nihayet Zerdüştlüğü Kürtler için ulusal bir din ypma gayretindeki PKK’ya Sayın Pamak “bizim çocuklar” diye sahiplenmektedir. Artık 60’lı yaşlarını yaşamakta olan Karayılan-Bayık-Kalkan-Aydar-Kurtulan gibiler demek ki Sayın Pamak gibilerinin çocukları imiş. İslami ilkeleri artık anlamasını beklemek belki beyhudedir ama hiç olmazsa PKK’lılar eliyle katledilen mazlumların feryadına da belli ki aklını ve vicdanını kapatmıştır.

Rivayete göre zamanın birisinde ölen birisinin cenazesini kaldıracak bir hocaefendi bulunamamış. Mahalleli toplanmış karamsar bir şekilde çare ararken içlerinden birisi derki: “Bekri Mustafa’ya gidelim, o gün görmüş birisidir, cenazenin nasıl kaldırılacağını da elbette bilir.” Böylece mahalleli gidip Bekri Mustafa’dan cenazeyi kaldırmasını rica eder. Bekri Mustafa uzun bir naz niyazdan sonra gelip cenazeyi kaldırır. Cemaat definden sonra merakla bekleyerek mezarlıkta nasıl telkın verildiğini sorunca Bekri Mustafa cemaate hitaben derki: “Cenazeye dedim ki ahirettekiler bu dünyanın ahvalini soracak olursa, Bekri Mustafa’nın Ayasofya’ya imam olduğunu söyle onlar bu dünyanın ne hale düştüğünü anlarlar.”

K A Y N A K Ç A

1-Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 1995.
2-İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı(1920-1923), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2009.
3-Mahir İz, Yılların İzi, Kitapevi, İstanbul 1990.
4-Muammer Çelik, Hüseyin Avni Ulaş, Erzurum Kitaplığı, İstanbul 1996.
5-Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, C.1, MEB Basımevi, İstanbul 1972.
6-Nurşen Mazıcı, Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet (1919-1926), Dilmen Kitapevi, İstanbul 1984.
7-Rıdvan Akın, TBMM Devleti (1920-1923), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
8-Suna Killi, Türk Anayasaları, Tekin Yayınevi, İstanbul 1982.
9-Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, Turhan Kitapevi, İstanbul 1981.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

10 Kere Cevaplanmış to “Ulusal Egemenlikten Çocuk Bayramına”

  1. 1
    Halil DAĞ Says:

    "24 Nisan 1920’de yapılan başkanlık seçimlerinde Ankara Milletvekili Mustafa Kemal 110 oy, Erzurum Milletvekili Celaleddin Arif ise 109 oy almıştır. Böylece bir oy farkla Mustafa Kemal Paşa Meclis başkanı seçilmiştir."

    Selami Bey, yazacak çok şey var aslında, ancak şu yukarı aldığım bilgi benim için gerçekten çarpıcı bir bilgi oldu. Ne yalan söyleyeyim ilk defa gördüm duydum.
    Dikkate değer ve o dönemin eğilimleri, meyli hakkında üzerinde durulabiliecek bir konu.

    Selamlarla.

  2. 2
    Abdullah Says:

    Selami bey, neden ahlaklı davranmıyorsunuz? Alıntı yaptığınız konuşmayı ben de okudum ve bu sahtekarlığı size yakıştıramadım. Neden saptırmak amaçlı olarak konuşmanın sadece bir kısmını alıntılayarak sayın Pamak'ın meramı olmayan hususları onun adına söylüyorsunuz? Hiç Allah korkunuz yok mu? Ölmeyecek ve hesaba çekilmeyecek misiniz? Bakın o konuşmada pamak ne demiş?

    "Dağdaki çocuklar bizim çocuklarımız. Çoğu Müslüman halkın, dindar ailelerin çocukları. O çocukları dağlara çıkmaya zorlayarak, sosyalistleştiren, ulusalcılaştıran, dininden koparan, İslami kimlik, değer ve ahlakından koparan, o çocukları ölmeye, öldürmeye zorlayan bu günkü egemen Kemalist sistemdir ve yaptığı zulümlerdir. Tüm bu sonuçlara yol açan Terör estiren, zulmeden, işkence yapan sistemdir. Diyarbakır cezaevinin duvarlarının dili olsaydı da konuşsaydı. Ne zulümler, ne işkenceler yapıldı? Masum insanlara nasıl pislik yedirildi, nasıl ağır işkenceler altında nasıl zulümler yapıldı? Oraya giren insanlar oradan çıktıktan sonra soluğu dağda almak zorunda kaldılar. Yani bir nevi dağa adam yetiştirecek merkezler olarak kullanıldı oralar. Bütün bu zulümlere itiraz etmemiz lazım, ülkenin tüm mazlum çocuklarının hukukunu savunmamız lazım. Bizim yüreğimiz sistemin çok boyutlu zulümleriyle ezilen, horlanan bu ülkenin tüm çocukları için atmalı."

    Görüldüğü üzere, Pamak zulümlerle dağa çıkmaya zorlanan Müslüman ailelerin Müslüman çocuklarının sosyalitleştirilerek,ulusalcılaştırılarak dininden, İslami kimlik ve ahlakından koparıldığını da söyleyerek, tıpkı Türkçü kemalistler gibi, PKK'nın da ulusalcı, laik, İslam dışı ve İslami ahlaki değerlerden yoksun olduğunu da söyleyerek, bu çocuklara ve sizin bahsettiğiniz diğerlerine İslam düşmanı Türk ve Kürt kemalistlerin birlikte zulmettiklerini de söylemektedir. İnsanlara iftira ederken Allah'tan korkun ve adil olun.

  3. 3
    Abdullah Says:

    Bakın selami bey sayın Pamak bir cümlesini alıntı yaparak görüşlerini saptırmaya çalıştığınız Haksöz sitesindeki yazılarında PKK ve Kürtçü muhalefet için neler yazmış? Allah'tan korkun ve iftira atmaktan vazgeçin.

    "Türk modernleşme projesine direnen Kürt halkının da modernleşmesi ve Batının seküler değerleri istikametinde dönüştürülüp Batıya eklemlenmesi isteniyordu. Bunun gerçekleştirilmesi Abdullah Öcalan ve PKK başta olmak üzere laik batıcı Kürt aydınlarına ihale edildi. Bu sebeple bu hareket silahlı ya da silahsız versiyonlarıyla emperyalist batı ülkelerinden sürekli ve çok yönlü destek aldı, almaya da devam ediyor. Şurası bir gerçektir ki, PKK, İslam’ı esas alan ve Kürt halkının ulusal haklarını savunmakla beraber, İslami kimlik haklarını da savunsaydı ve sonuçta İslami bir sistem kurmaya ve ümmetleşmeye açık bir yapı olsaydı, asla Batıdan ve Türkiye’nin derin güçlerinden ala geldiği desteği ve müsamahayı göremezdi, çoktan da çökertilmiş, dağıtılmış olurdu. Tıpkı Şeyh Said kıyamında söz konusu olduğu gibi. Demek istediğim şudur ki, Kürt muhalefetinin bu kadar yaygın bir desteğe ve müsamahaya sahip olması, onun da zulmedenler gibi laik, seküler, ulusalcı ve batıcı olmasından kaynaklanmaktadır. Yani bu durumda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türk ulusalcılığını dayatarak Kürt halkına zulmeden sistemin de, bu zulme itiraz etmek üzere ortaya çıkan örgütün de arkasında aynı batılı güçler, ABD, AB ve İsrail bulunmaktadır. Bu üç emperyalist güç, Türkçü devletin de Kürtçü muhalefetin de stratejik ortağıdır. Bu sebeple, Batı destekli ulus devletlerin zulmüne direnmek için ortaya çıkan Kürt ulusalcıları, kâhyanın zulmünden ağaya sığınmak gibi bir çelişkiyi yaşamaktadırlar.

    Laik Kürtçü muhalefet, zalimleri taklit ve izlemeyi daha da ileriye götürüp, halklarının asırlarca uğrunda can verdiği, mensubiyetiyle şeref kazandığı İslam’a karşı, halkına zulmeden yerel ulus devletler ve küresel emperyalist güçlerle işbirliği yapma erdemsizliğini gerçekleştirmekten bile hiçbir rahatsızlık duymamaktadır. Haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt halkının, sadece ulusal kimlikle ilgili hakları değil, ondan çok daha önemli olan İslami kimlikle ilgili hak ve özgürlükleri de gasp edildiği, ağır ihlallere ve baskılara maruz kaldığı halde, bu konuda ne tek bir itirazları, ne tek bir eylemleri ve ne halklarının İslami kimliğini savunma çabaları, ne de tek bir projeleri gündeme gelmiştir. Sadece izleyicisi ve taklitçisi oldukları Batı değerlerinin de gereği olan ulusal kimlik ve hakların savunuculuğunu yapmakta, kendi halklarına da İslam’a aykırı seküler boyutlar kazandırarak, Batı değerleri istikametinde dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Aslında bu konuda da ezenlerinin yolunu, Kemalizm’in yolunu harfiyen taklit etmeye çalışmaktadırlar. Kemalist Türkçü aydınlar, siyasetçiler nasıl kendi halklarını zorla Batının seküler değerleri istikametinde dönüştürmüşler ve halkın dinine, İslami kimliğine savaş açmışlarsa, Kürt halkına da Batıcı Kürtçü aydınlar aynı zulmü yaşatmaya çalışmaktadırlar. Üstelik kendilerine ve Kürt halkına yönelik zulmün kaynağında Türkçü sekülerizm, Türk modernleşme projesi yer almasına rağmen traji-komik bir çelişkiyle Kürtçüler de ezenlerinin ideolojisine, sekülerizme sarılıyorlar. Emperyalistlerin ve yerli zalimlerin, zulüm politikalarına da başvurarak Kürt halkına kabul ettirmek isteyip de başaramadıklarını, Kürt halkını zulümden kurtarmak iddiası ile ortaya çıkanlar başarıyorlar. Kürt halkını, özgürleştirme adına, bir daha kolay kolay kurtulamayacağı bir biçimde köleleştirecek olan seküler kültüre kendi elleriyle teslim ediyorlar. Nitekim İslam düşmanlığı ve sekülerleştirme konusunda Türkçü Kemalistlerden daha acımasız olabileceklerinin sinyallerini daha şimdiden vermektedirler. Türkçü Kemalistler en azından savaş sürecinde, Müslümanlara ve İslam’a, takiye sebebiyle de olsa cephe almamışlardı. Sosyalist Kürtçü muhalifler ise henüz “zulme karşı mücadele süreci”nde bile kendi halklarının İslami kimliğine karşı düşmanca tavır alabiliyorlar. Sözde halklarının özgürlüğü için mücadele ettikleri zalim sistemle ve emperyalist güçlerle bile kendi halklarının dinine karşı, bugün bile işbirliğinden çekinmiyorlar.

    Mesela, İslami kimlik ve değerlere yönelik savaşın zirveye tırmandığı 28 Şubat sürecinde, PKK önderlerinin, despot generallerin, İslam’a ve Müslümanlara yönelik zulmünü takdir eden ve önemli bir gereklilik olduğunu vurgulayan mesaj ve yazıları yayınlanmıştı. Başından beri Laik Kemalist kesimle işbirliği ve dayanışma içinde olduğu artık açıkça konuşulan Abdullah Öcalan İslam’a ve Kürt-Türk-Arap-Çerkes ayırmadan tüm İslami kesime yönelik büyük ve yaygın hukuksuzlukların, zulümlerin gerçekleştirildiği 28 Şubat darbe sürecini açıkça desteklemekten imtina etmemiştir. Bu darbeyi olumlayan Öcalan şunları söylemiştir: “İrtica konusu ciddidir. Bu konuda Türkiye’nin tavrı olumlu., ordunun tavrı olumlu.” (13. 05. 1999 tarihli Avukat görüşmesi. Barış umudu, c.I, Çetin yayınları, s:72 Kasım 2005) “28 Şubat gücü olumlu. Benim için olumlu. Sağ blokun dağılması, sivillerin sınırlandırılması doğruydu.” (29. 06. 1999 tarihli avukat görüşmesi. Age, Sh. 121) “28 Şubat süreci, aslında yarım kalan, tam uygulanmayan bir yeniden resterasyon adımıdır. Raydan çıkan devleti tekrar meşru çizgisine çekme hareketidir. İdeolojik olarak da devlet tarikatlar cumhuriyetine dönüşüyordu. Cumhuriyet, eksik olan laiklik ilkesini tümüyle kaybetme durumuna geliyordu. Laiklik ve hukuk ilkesinden çok uzaklaşmıştı.” (Abdullah Öcalan, Sümer rahip devletinden halk Cumhuriyetine Doğru. C. II Sh. 166) (Serdar Bülent Yılmaz, PKK’nın Laiklik Hassasiyeti, Haksöz Dergisi, Sayı 219). Kemalizm’e hayran olup, onu Kürt halkı açısından taklit edip yeniden üretmeye memur edilen Abdullah Öcalan sürekli darbeci generallerin İslam’la savaşına destek vermiştir. Öcalan İslam’a da tıpkı Mustafa Kemal gibi yaklaşmış ve İslam’ın, diğer dinlerden yararlanarak, onların bir sentezi mahiyetinde Hz. Muhammed tarafından oluşturulduğunu iddia etmiştir. (Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, C.I s. 184 - S. B. Yılmaz, Haksöz, sayı 219). Öcalan avukat görüşmelerinde şunları ifade etmiştir: “Mustafa kemal’in devrimci çizgisi tehlikededir. Bizim çizgimiz devrimci Cumhuriyet çizgisidir.” (21. 01. 2004 tarihli avukat görüşmesi). “Biz Mustafa Kemal’in 1920’lerde yaptığını şimdi Kürdistan’a uyarlamaya çalışıyoruz.” (14. 05. 2003 tarihli avukat görüşmesi). İşte bunlar, büyük ekseriyeti Müslüman olan Kürt halkının özgürlüğü için mücadele ettiğini iddia eden bir liderin son derece zelil hali ve kavmine zulmedenlere övgüler dizen işbirlikçi konumunu açıkça ortaya koyan belgeler.

    Hatta bu seküler Kürt ulusalcılarının, kendi halkının diniyle, İslami değerleriyle savaşta yerlilere ilaveten emperyalist güçlerle bile işbirliği yaptıklarını bilmeliyiz. Kendi halklarının dinine, dinî hak ve özgürlüğüne, İslami kimlik ve değerlerine karşı tıpkı Türkçü Kemalistler gibi, emperyalist ve yerli zalimlerle işbirliğinden bile asla çekinmeyeceklerini aklımızdan çıkarmamalıyız. Yine aynı çevrelerin önde gelen simalarından olan Leyla Zana, adaletsiz bir uygulamayla, haksız yere hapsedildiği için, adalet yanlısı İslami kimliğimiz gereğince bizim de kendisine merhametle bakıp, kendisine yapılan zulmü kınadığımız bir süreçte, ceza evinden ABD Başkanı Clinton’a bir mektup yazarak Müslümanları şikayet etmişti. Bu talihsiz mektubunda, “eğer bize yardım etmez ve önümüzü açmazsanız İslamcılar ülkemizde söz sahibi olur” mealinde bir şikayette bulunma tutarsızlığını gösterebilmişti. Böyle bir tutum, insani erdemlerle ve insan hakları savunuculuğu ile bağdaştırılamayacak çirkin bir çifte standarttır. Kendi çıkarları gerektirdiğinde, İslam ve Müslümanların hakları söz konusu olduğunda, derhal ve kolayca zalimleşen, zalimlerin saflarında yer alan bu karakter, fıtrattaki büyük bozulmanın sonucudur. Üstelik yaşadığı bu büyük çelişkiyi ve çifte standardı fark etmeyecek derecede de yozlaşmış olmanın ifadesidir. Aynı yıllarda kendisini hapse tıkan statükonun Başbakanı Tansu Çiller de aynı Batılı önderlere aynı şikayetlerde bulunmuş ve “Eğer bizi AB’ye almazsanız ülkemizde şeriatçılar, İslamcılar güçlenir” diyebilmişti. Görüldüğü üzere, İslam söz konusu olduğunda, zalim ile mazlum, egemen Türkçü ile muhalif Kürtçü, ortak düşman gördükleri İslam’a karşı nasıl da birleşiveriyorlar. Ve nasıl da ikisi birlikte aynı emperyalist güçlere sığınıveriyorlar. Türkiye’deki Kürtçü muhalefetin önemli bir kısmının bağımsız bir ulus devlet yerine, Kürt kimliğinin tanınması, “kültürel ve demokratik haklar” olarak ifade edilen “azınlık haklarının” tanınması ve Kürt partisi olarak parlamentoda ve yerel yönetimlerde söz sahibi kılınmaları gibi talepleri olduğu biliniyor. İşte bu tür ulusal haklarının verilmesinden sonra, laik TC parlamentosunda ve tüm alanlarda İslam’a karşı zulüm politikalarını artık daha güçlü olarak Kemalist laiklerle birlikte sürdüreceklerinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Kürt ve Türk Müslümanlarının İslami kimliklerine, İslami eğitim taleplerine ve Allah’ın tesettür ayetine, başörtüsüne karşı birlikte savaş verecekleri kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

    Daha şimdiden İslam’i eğitim ve yaşam tarzına düşmanlıklarını tıpkı ulusalcı Türk Kemalistleri gibi açıkça ortaya koyuyorlar. DTP Van Milletvekili Özdal Üçer şunları ifade edebilmiştir; “Vakıf ve cemaat bazında yürütülen Kur’an Kurslarına izin vermek şeriat devletine giden yolda en büyük adım olur… biz bunlara kesinlikle karşıyız”. (Vakit Gazetesi, 13 Kasım 2007) Yine DTP milletvekili Hasip Kaplan da, eğitim özgürlüğünü genişleten Anayasa değişikliğinin başörtüsüne sınırsız özgürlük getireceğini iddia ederek, kamu alanında başörtülü görev yapmaya özgürlük getirecek teklifi desteklemeyeceklerini açıklamıştır. (www.haber7.com/haber.php?haber_id=293938). Yine bir başka DTP milletvekili Aysel Tuğluk ise, 03. 02. 2008 tarihli Radikal 2’de yayınlanan yazısında, Kemalistlere İslam’a karşı kalıcı bir ortaklık önerisinde bulunuyor. “Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki tarihsel deneyimden de yararlanarak, yeniden bir ortaklık tesis edilmesinden söz ediyorum. Cumhuriyet’in savunucuları olduklarını iddia edenler gerçekten samimilerse Kürtlerle hesaplaşmaktan vazgeçip, kendileriyle hesaplaşacağı aşikâr gerici güçlere karşı Kürtlerin desteğini aramalıdırlar.” DTP milletvekili Hasip Kaplan bir başka açıklamasında da TSK yönetiminin laiklik anlayışıyla kendilerinin ve Öcalan’ın laiklik anlayışları arasında fark olmadığını, tam bir mutabakat bulunduğunu belirterek şu ifadeleri kullanabilmiştir: “Biz olmasak Güneydoğu’da şeriat öne çıkar. TSK’nın laiklik söylemi ile bizim laiklik söylemimiz örtüşmektedir. DTP kapatılırsa, etkisizleşirse bölgede dini radikalizm hakim olur. Bu da TSK’nın en çok karşı olduğu şeydir.” (Vakit Gazetesi, 12 Kasım 2007). DTP Iğdır milletvekili Pervin Buldan da, “irtica” ve “1aiklik”le ilgili konularda TSK ile fikirlerinin tamamen örtüştüğünü söylerken, Van milletvekili Özdal Üçer de “laiklik için veryansın eden Genelkurmay’ın, bölgedeki çalışmalarımızın ‘laiklik açısından’ önemini kavraması lazım. Bize cephe almasınlar, zira biz de onlar gibi laikliğin savunucusuyuz” “Bölgenin irticaya teslim olmaması için büyük çaba sarf ediyoruz. Biz bölgedeki cemaatlere karşı açık bir şekilde mücadele ediyoruz. Üzerinde en fazla hassasiyetle durduğumuz konulardan birisi laiklik.” (Vakit Gazetesi, 13 Kasım 2007) (Serdar Bülent Yılmaz, PKK’nın Laiklik Hassasiyeti, Haksöz Dergisi, Sayı 219) diyerek “ortak düşman” İslam’ı ve ortak payda laikliği öne çıkararak, Kürt halkına hem etnik hem İslami kimliği sebebiyle bunca zulmü yapa gelen Kemalistlerle uzlaşı arayışını, “irtica”ya/İslam’a karşı laik ortak cephe oluşturma çağrısını açıkça ifade etmiştir.

    Aslında, Müslüman olmayan bütün kesimlerde olduğu gibi, bunlarda da özgürlük talebi sadece kendileri gibi düşünenler içindir. Hatta Kürt halkının büyük kısmının İslami duyarlılıklarının ve İslami hayat taleplerinin yüksek olduğu dikkate alınırsa, laik Kürt muhaliflerin (!) kendi halklarına karşı, zalim statükoyu temsil eden Türk Kemalistlerle laiklik cephesinde bütünleştikleri ortaya çıkmaktadır ki, bu Kürt halkının haklarını savundukları iddiasını yerle bir eden utanç verici bir sonuçtur. PKK ve DTP’liler, yani seküler Batı kültürünü Kürt halkına dayatıp, Kürt halkını bu istikamette dönüştürmeye çalışan Kürt Kemalistleri, sürekli bu tür söylemlerle Türk ulusalcılarına, Türk Kemalistlerine, TSK yönetimine “ortak düşman” İslam şeriatına karşı laiklik, Batıcılık ortak paydasında uzlaşıp, dayanışmayı teklif etmektedirler. İslam karşıtı laiklik savunuculuğunda TSK ile örtüştüklerini söyledikleri halde, sözüm ona bunlara düşman güç konumundaki TSK’dan hiçbir itiraz gelmemekte, tam tersine kimi generaller ve Ergenekoncular PKK lideriyle bu tür bir dayanışmanın gereği olan görüşmeler yapabilmektedirler. İşte tüm bunları bilerek, bir yandan Kürt halkının özgürleşmesi, adalet vasatına kavuşması çabalarını desteklemekle beraber, diğer yandan da yeni süreçte İslam’a karşı bu güçlerin ittifakla saldıracağı ihtimaline karşı da uyanık ve hazırlıklı olmalıyız."

    Müslüman olarak bildiğimiz Mahmut Celal Özmen'in de sizin iftiranızı yaygınlaştırmak için farklı sitelere ulaştırma gayreti göstermesi, onu da en az sizin kadar sorumlu kılmaktadır.

    http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=11709

  4. 4
    İhsan Dere Says:

    Selami kardeşim!
    Mehmet Pamak'la ilgili tam da "baltayı taşa vurdun" dedirtecek büyük bir zulme imza atmışsınız. Sizin için çok yazık. İnanıyorum ki, iyi niyetli iseniz, ölmeden bir an önca sayın Pamak'ı arayıp helallik almak yolunu tercih edeceksiniz, çünkü bu sizin ahiretiniz bakımından çok gerekli.

    PKK ve kavmiyetçilik-Kütçülük-Mankürtlük iftirası konusunda böyle olduğu gibi, Darbe meclisindeki tutumu konusunda da böyledir. O zaman ben de yakından takip ettiğim sonra da defalarca kendisinden belgesel biçimde dinlediğim üzere, Pamak o mecliste de darbecilere açık kafa tutan, o günkü kendi ifadesiyle şirke bulaşmış "Türk-İslam sentezcisi" konumuyla BİLE BİLDİĞİ KADAR iSLAMİ DEĞERLERİ SAVUNAN, DARBECİ İKİ GENERAL bAKANI MECLİSTE İSTİFAYA ÇAĞIRAN, KENAN EVREN'İN başlattığı başörtüsü yasağını mecliste protesto eden konuşmasında tesettür ayetlerini okuyan, mecliste sıra kapaklarına vurularak protesto edilen tek üye olan, Evren tarafından istifaya zorlanan, evinin ve bürosunun kapıları kırılarak defalarca öldürme teşebbüsüyle sindirilmek istenen, buna rağmen yılmadan doğru bildiklerini darbe meclisinde savunmayı sürdüren, ayrıca anayasaya İslami eğitimi zorunlu ders olarak koyduran, diyanet maddesine İslami değişmez değerlere göre faaliyet yapar hükmünü koyduran ve tüm bunlar son şeklini verirken konseyce çıkarılan, buna rağmen anayasaya red diyenlere büyük baskılar yapılan o süreçte bile meclisteki oylamada, bugün herkesin red dediği anayasaya o gün red oyu veren ve Evren'in hatıratında onu seçmekle çok pişman olduk demek zorunda kaldığı tek üye olan Pamak hakkında "Evrene şakşakçılık yapma" iftirası ve diğer adaletsiz ifadeleriniz konsunda da, aklı selimle ve adaletle düşünürseniz, ikinci bir helallik için onu aramanız gerekecektir sanıyorum. Tabii gerçekten ahiretin ve hesap gününün varlığına inanıyorsanız.

    Allah size tevhidi bir iman ve haktan yana bir adalet duygusu nasip etsin.

  5. 5
    Halil DAĞ Says:

    🙂
    Selami beyin bir cümlesi için böyle destansı savunmalar geldiğine göre bu Pamak mevzusu karışık iş:)
    Ne dersiniz?

  6. 6
    İhsan Dere Says:

    Selami bey ve Halil Dağ kardeşlerim!
    Zahmet okuyacaksınız, ondan sonra karar vereceksiniz. Bu kadar ağır iftiraları nakzeden bunca belge ve yazı varken, okuma zahmetine katlanmadan kişilere iftira atınca bu belgeleri, bilgileri hatırlatacak adalet sahipleri tabii ki çıkacaktır. Eğer siz de Allah korkusu ve hesap bilincine sahipseniz, araştırmadan emin olmadan kişilerin hukukunu zedelemekten korkmanız gerektiğini bilmek ve hemen damgalamaktan kaçınmak durumundasınız.

    Üstelik Selami beyin bir cümlesi değil, her satırı iftita dolu 3 paragrafı söz konusu, (Tabii ki bu itiraları nakzeden bilgiler o kadar çok ki buraya alıntılananlar bile az kalır) ama Halil bey tarafgirlikle adaleti çiğneyerek böyle yazabiliyor. Allah ise bizleri adil şahitler olmaya çağırıyor.

    İşte DM dönemiyle ilgili bazı bilgileri bulabileceğiniz bir başka link aşağıdadır:

    http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13041

  7. 7
    Selami SAYGIN Says:

    İlgilenen herkese:
    Kimdir bu Abdullah bey? Soyadını bie yazmaya tenezzül etmemiş. Daha başlarken muhatabını Ahlaksızlıkla suçlamış. Böyle ahlak anlayışı olur mu? Ahlak konusunda kendi kendisini yetkin sayan birisi olmalıdır. Ancak Abdullah beyin yazdıklarına bakılırsa Mehmet Pamak olması kuvvetle muhtemeldir. Odur veya değildir. Hiç önemli değil. Şimdi dönelim sözlerine bakalım.
    Sn Pamak'ın yazısından cımbızla ve kasıtlı olarak özel bazı cümleleri alıntıladığımı ve paragrafın tamamını almayarak ahlaksızlık yaptığımı iddia etmektedir Abdullah bey. Cümlelerini değiştirmeden, yorum katmadan olduğu gibi hemde adesinide göstererek aktarmak ahlaksızlıktır öyle mi Abdullah bey? Sahi yazdıklarınıza inanıyor musunuz bir görev gereği mi yazdınız? Sn Pamak Kürt meselesini ve PKK'nın hikayesini ya bilmiyor yada bilmez gibi yapıyor. İkisi de vahimdir. İnsanlar bilmedikleri konularda yazmamalı, konuşmamalı. Bu bir fazilettir. PKK'lılar bir Diyarbakır şehir efsanesi tutturmuşlar gidiyor. Orada işlenen vahşet sebebiyle PKK ortaya çıkmış vs. Sn Pamak'ta aynı şeyleri tekrarlıyor. Oysa durum böyle değildir. 1978'den başlayarak 12 Eylül 1980'e kadar PKK kan ve şiddetle bölgedeki bütün KUK vb grupları tasfiye etmiştir. Bütün bu kanlı tasfiyeler 12 Eylül 1980'den önce olup bitmiştir. Yani PKK, Diyarbakır cezaevindeki vahşetle oluşmuş, kök salmış vs değildir. Diyarbakır Cezaevindeki uygulamalar elbette vahşidir ve insanlık dışıdır. Ama PKK ondan önce zaten var olmuştur ve diğer Kürt hiziplerini çok kanlı bir şekilde tasfiye etmiştir. PKK'nın varlığı için Diyarbakır Cezaevinden söze başalamak ya bilgi yada iyi niyet eksikliğindendir. İkisi de vahimdir.
    Sn Pamak adına (belki de kendsi) savunma yazan Abdullah bey, uzun uzun PKK'ıların ve onun milletvekillerinin İslam düşmanlıklarından ve Kemalistliklerinden söz etmiş. Sağ olsun. Var olsun. Aynı zat, PKK'lıların gördükleri zulüm sebebiyle dağa çıkmak zorunda kalan Müslüman aile çocukları olduğunu iddia etmiyor mu? Hem de dağa çıkmak kolay mı diyor? Bu ifadelerinde PKK'yı hem meşru gören hem de onları zımnen kahraman sayan bir görüşün tezahürüdür. Bu ayıp, yakışıksız, yersiz, yanlış, haksız değil midir?
    Sn Pamak'ın bir dediği diğerini tutmuyor. Birazda konumu gereği böyle yazıyor olmalı. Çünkü PKK'lıları mazlum göstermek, varlığını bir zulme itiraza dayandırarak meşru göstermek hemde bunu İslam adına yapmak herkesin harcı mıdır? Bu yüzden bir yerde PKK'yi öeverken başka bir yerde, yok 28 Şubata şunu demiş, yok Kemalizme bunu demiş diye. Bunların hiçbirisinin geçerliliği ciddiyeti yoktur.
    Sn Pamak, Türkiye'nin coğrafi bölgelerini, PKK'lılar gibi isimlendirmeye devam etmektedir. Türkiye'nin doğusuna Kürdistan diyor. Niye orası ne zaman Kürdistan olmuş? Danışma Meclisinde bu konuda özl kararlara veya bilgilere mi muttali olmuş? Buyursun şu Kürdistan'ı bir izah etsinde cümle İslam Alemide faydalansın?
    Diyarbakır şehir esaneleri için bir şey daha hatırlamak belki öğretici olur. PKK'ya katılmak için dağa gidenlerin, Pamak'a göre herkesin yapamayacağı zor bir işi başaranların yüzde kaçı Diyarbakır cezaevinden çıkarak dağa gitmiştir? Elimizde kesin bir güvenilir veri yoktur. Ancak ölen PKK'lıların yaşlarından, yakalananların yaşlarından ve sayılarından, Diyarbakır Cezaevinden çıkarak dağa gidenlerin çok aza tekabül ettiği görülmektedir. Ancak Sn Pamak DM üyeliği sebebiyle farklı ve mahrem bilgilere sahip ise ona bir şey diyemem. İşin oarası benim gibileri aşmaktadır.
    Sonra gerçekten bu PKK, Derin devletin bir tezgahı ise, Derin Devlet kendi tezgahı ile mücadele ederken niçin Sn Pamak taraf tutarak o tezgah sebebiyle dağa çıkanları övmektedir? Böylece derin tezgahta taraf olmaktadır.
    Sonra yazdıklarına dikkat edilirse ısrarla Kemalistlerin Türk halkını sekülerleştirdiklerini aynı şeyi PKK eliyle Müslüman Kürtlere karşı yaptıklarını iddia ediyor. Bu iddia Türk halkına bir iftiradır. Ayıptır. Türk halkı ne zaman seküler olmuş? Türklern dini hayatları ile, Kürtlerin dini hayatları arasında esaslı bir farklılık yoktur. Fazladan Türklerin önemli bir kesiminin Şeyhleri Kürttür. Bu haliyle niçin Türkler sekülerleşmiş oluyorda Kürtler hala buna direniyorlar?
    Kemalizmin zorbalıklarına karşılık, İslam adına direnen Kürtler kimdir? Son otuz sene dikkate alındığında Kürtlern içinde PKK'dan başka ne var? Bazı küçük ölçekli Müslüman Kürt grupları var ise de bunların sosyal tabanları PKK'nın yanında son derece cılız ve güçsüzdür. İster istemez son otuz senenin gündemini PKK oluşturmuştur. Bu PKK'nın da dinsiz ve İslam düşmanı olduğu açıktır. O halde bu Müslüman Kürt halkı, İslam için nasıl bir direnişi son otuz sene içinde ortaya koymuştur?
    İslam için kim ne yapmış ise Allah kendisinden razı olsun. İster Kürt olsun isterse Patanili. Sn Pamak çok kızar ama isterse Türk olsun. Fark etmez. Allah hepsinden razı olsun. Ancak her olayı azınlık ırkçılığı için ters yüz etmek ayıptır, yanlıştır. Azınlık ırkçılığına soyunanlar bari İslamı istismar etmesinler. Onu bir örtü aracı olarak kullanmasınlar. Yazımda, Mankürt ifadesini kullanmışım. Buna eldeki verilere göre bir itirazım yok ama bir ölçüde eksik kalmış sayılabilir. Çünkü bu yazıda tartışma konusu olan zat için Mankürt ifadesi doğru ise de yetersizde sayılabilir. Belki doğrusu hem Mankürt hem de Mankurt olmalıdır. Aslında bu konu oldukça uzun bir konudur. Devamını başka bir yazının (veya yazıların)içinde tamamlamak daha doğru olacaktır.
    İyi niyetli olarak benim yazdıklarımı geri almamı Sn Pamak'tan helallik almamı tavsiye edenlere teşekkür ederim. İyi niyetleri için.Ancak şunu dikkate almalarını istirham ederim: Sn Pamak gibilerinin şehir efsaneleri Türklerle Kürtlerin arasında yakınlığı mı arttırmaktadır yoksa tarafları birbirlerine karşı daha mı önyargılı yapmaktadır? iyi niyetlilerin bu soruya doğru bir cevap bulması gerekir. Kürt halkı içinde ırkçılığın bu kadar etki yapmasında Sn Pamak gibilerinin de katkısı yok mudur? Kürtler adına uydurulan efsanelerin önünü arkasını görmeden sahiplenerek, Kürtleri Türklere vediğer Müslüman topluluklara karşı kışkırtmak hangi İslam Ümmetine fayda sağlamıştır?
    Selamlar. Saygılar.

  8. 8
    Mahmut Celal Özmen Says:

    "Merd-i kıpti şecaat arzedeyim derken, sirkatin söylermiş"

    Mehmet Pamak tamda bunu yapmakta.. Rejim eleştirisi yaparken, asli niyeti diğer satırlarında ortaya çıkmaktadır.. Mehmet Pamak bizim Müslümanlığımıza söz edeceğine, başını iki elinin arasına alsın da "Türk Milliyetçiliğini bıraktım da Kürt Milliyetçisi nasıl oldum, Hamza KÜRTMEN'in ardına takılıp bu hallere geldim" desin.. Biz Mehmet Pamak kardeşimizi seviyoruz ama, bu hali hal değil bilesiniz.. Selam ve dua ile..

  9. 9
    Ubeyd Sakin Says:

    Selami bey bence önce zihninizdeki “milliyetçi” önyargıları aşmayı, adil olma vasfını kazanmayı deneyin, tevhidi bir bilince sahip olmasanız bile, hiç değilse fıtratınızda potansiyel olarak var olan insani erdemleri harekete geçirip öne çıkarın. Ondan sonra da adalet duyguları ve dünyanın imtihan yeri olduğu bilinci eşliğinde yazdıklarınızı tekrar okuyun, bir paragrafın ilk cümlelerini alıp ardından gelen açıklayıcı ifadeleri görmezden gelerek yaptığınız iftiranın, Abdullah beyin deyişiyle “ahlaklı” olup olmadığını bir daha düşünün. Üstelik bir şeyin ahlaki olmadığını söylemek, o kişiyi ahlaksızlıkla nitelemek olmadığı halde, neden ahlaksızlık kavramını ısrarla öne çıkardığınızı da düşünün. Tabii ki, kimse sizi ahret eksenli düşünmeye zorlayamaz. Nihayet bu dünyada herkes kendi imtihanını yaşamaktadır. Siz ahret ve hesap konusunda çok cüretkar ve pervasız olma ve bu sebeple helallik müessesesini ciddiye almamak özgürlüğüne de sahipsiniz. Üstelik ahret ve hesabı hatırlatanlara meydan okurcasına iftiralarınızı az bile yaptığınızı ve Pamak’ın daha fazlasına da layık olduğunu söyleyerek, iftira ve karalamalarınızda hudut tanımayan bir saldırganlıkla ısrar ederek ahrete ve hesaba da baş kaldırabilirsiniz. Bütün bunlar hesabını Allah’a vereceğiniz hususlar. Şüphesiz Allah katında hiç kimseye haksızlık yapılmadan hak ettiği tam olarak verilecektir. Herkesin cennete gitmesi için çırpınan biz Müslümanlar, sizin de bu derece cüretkar bir iftiracılığı değil de, hesap bilinciyle biraz daha adil olmayı tercih ederek ve tabii ulusalcı, sağcı, devletçi kirliliklerden ve imanına zulüm bulaştırmaktan kurtularak Allah’ı razı edecek bir konumu benimseyerek hüsranla karşılaşmayanlardan olmanızı isteriz. Bu konuda biraz daha düşünerek arınmayı ve helalliği basite almamayı ve Allah’ı razı eden mü’minlerden olmayı tercih etmeyi Rabbimizden hem sizin hem de kendimiz için niyaz ediyoruz.
    Belki düşünürsünüz umuduyla son defa Kürdistan konusunda bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum:
    TBMM Gizli Celse Zabıtlarında yer alan, 1922 yılında yazılan ve BMM Başkanı Mustafa Kemal imzalı “Kürdistan Hakkında BMM Vekiller Heyetinin Elcezire Cephesi Kumandanlığına Talimat” bu konuda dikkat çekici bir içeriğe sahiptir: “1…Kürtlerle meskûn menatıkta ise hem siyaseti dahiliyemiz ve hem de siyaseti hariciyemiz noktai nazarından tedricen mahalli bir idare ihdasına iltizam etmekteyiz. 2. Milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir….” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, sh.550, 22 Temmuz 1922 Tarihli İkinci Celse.)
    Buna benzer daha birçok belgede, bizzat Mustafa Kemal, “Kürtlerle meskûn bölge” için “Kürdistan” adını kullanmaktadır. Osmanlı döneminde bu bölgenin adı Kürdistan’dır ve TBMM ilk döneminde de Kürdistan milletvekilleri vardır. Yani Kürdistan Türklerin meskun olduğu bölgenin adı olarak yüzyıllar boyu kullanılmıştır, tıpkı Türklerle meskun Orta Asya’ya Türkistan denildiği gibi. Pamak da işte bu anlamda Kürdistan bölgesinden bahsetmiştir. Ancak tevhidi bir bilince sahip olmayan sağcı, muhafazakâr ve Türk ulusalcılığıyla zihni işgal edilmiş devletçi kişilerin bu gerçeği anlamaları da, kabullenmeleri de zordur.
    Selametle kalın.

  10. 10
    Halil DAĞ Says:

    Abdullah ya da İhsan bey ya da her kimseniz,

    Kardeşim ben mevzu karışık görünüyor dedim, fikir ya da iddia ileri sürmedim
    Ne haddinize beni Allah korkusu olmamakla itham etmek. Resmen zırvalamışsınız. Neyin tarafgirliği,

    Ha şuna emin oldum artık: Bu pamak mı mamak mı her kimse bu herif sağlam pabuç değil.
    siz destan düzmeye devam edin, artık bu adı duyar duymaz antenlerim daha bir açık olacaktır.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank