content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

30 May

Tel Maşa Ruhlar…

On dokuzuncu yüzyılda sanayileşme ile başlayan ideolojik akımlar, yirminci yüzyılın başlarından itibaren devletlerin var olma nedenleri haline gelmişlerdir. Dini siyasal ve sosyal hayatın dışına iten Batı, üç ana ideoloji üzerinden toplumu yönlendirmişlerdir ve yönetmişlerdir. Bunlar Kapitalizm, Komünizm ve Faşizmdir. Faşizm Nazi Almanya’sının ve Mussolini İtalya’sının İkinci Dünya Savaşında yenilgiye uğraması ile Dünya sahnesinde güç olma özelliğini yitirmiş, meydan iki ana ideolojiye kalmıştır. Dünya- krallık, parlamenter sistemler gibi- hangi rejimlerle yönetilirlerse yönetilsinler bu iki ana ideoloji esas alınmıştır.

Sonunda SSCB’nin dağılması ile Komünizm de ömrünü tamamlamış, meydan bu kez Kapitalizm’e kalmıştır. Konumuza devam etmeden önce şunu belirtelim… İdeolojilerin kendi toplum düzenlerini oluştururken insan ve dolayısıyla toplum hayatının bütün alanlarında kendi hayat felsefesini kurmak istemişlerdir/kurmuşlardır. Bu notumuzdan sonra devam edelim… Ve Komünizmin yıkılmasından sonra meydanın Kapitalizme kaldığını söylemiştik. Kapitalizmin ana fikrinin çıkış noktası nedir? Kapitalizm başta ekonomi olmak üzere hayatın bütün alanlarında özgür düşünce ve davranışı savunur.

Gerekçesi şudur; Dünya’nın bir mücadele dünyası olduğu ve mücadele sonunda hak edenin hak ettiğini alması gerektiği, bunun için de bütün bireylere fırsat verilmesi lazım geldiğidir.

Ve aynı zamanda bu rekabetlerden medeniyetler gelişir, refah artar. Der Kapitalizm… Kısaca fakire zengini örnek gösterir.”Sende yeterince ve gereği gibi çalış, seninde olsun.”Der. Buna paralel olarak da “özgürce” tüketimi savunur.

Çünkü ona göre bireyin kazandığını dilediği gibi harcama hakkı vardır. Dolayısıyla bireyi özgürleştirmek için toplumu ayakta tutan, birbirine kenetleyen, sorumlu kılan değerleri yok sayar. Komünizmin aksine toplumu yola getirmek için güç kullanmaz.

Buna karşılık toplumu-din dâhil- ayakta tutan tüm değer yargılarını batıl, ilkel, çağ dışı görür. Ama bireylerin kendi tariflendiği çağdaş yüksek medeniyetine(!) ulaşmaları için de yeni değerler, kurallar koymaktan da geri durmaz.

Yani kısaca “dünyevi saadete” ulaşmak için özgür ruhların özgürce kazanıp, özgürce harcamalarıdır onun amacı. Bu konunun bir tarafıdır… Diğer tarafı ise; bu ideolojilerin patronları geri kalmış ülkelerde taraftarlarına rakiplerini ötekileştirme, hain belleme telkiniyle ülkelere nifak sokmak suretiyle, ülkeleri zihinsel ve duygusal parçalara ayırmışlardır.

Üstelik bunu toplumun değer yargılarını kullanarak yapmışlardır. Kendi ideolojik anlayışında dini yok sayar ama dini istismar ederek din düşmanları yaratır. Milliyetçiliği sevmez ama öte yandan vatanı kutsar, ülke vatan hainlerinden geçilmez.

Dolayısıyla taraflar kendilerini en dindar, en vatanperver, en hümanist, en sosyal adaletçi olarak görmüşler; karşısındakileri ise sapkın, din düşmanı, fakir düşmanı ve vatan haini olarak algılamışlardır.

Dikkat edilirse bu tür ülkelerde din düşmanları, şerefsizler, vatan hainleri sudan ucuzdur(!) Ama her kesimin de ortak amacı şudur… Önce ülkenin yönetimini ele geçirip ülkeyi şerefsizlerden, hainlerinden, din düşmanlarından kurtarmak ve sonra çağdaş seviyeye çıkarmak.

Dava kutsaldır ve bu kutsal dava için de her yol mubahtır. Yani yöntemler davanın selameti için tartışılmamalıdır. Ayrıca her zaman, her vesile ile şunlar vurgulanır, akla getirilir, “Bu ülkenin asıl sahipleri biziz… Filancalar yönetimde olacağına, biz olmalıyız… Ya da filancalar yıllarca bu ülkenin nimetlerinden faydalandılar.

Artık yeter, biraz da bizler nemalanalım…” Kısaca, inandıkları değer yargıları için savaşan taraflar, aslında uğruna savaştıkları davanın içine nüfuz etmiş Kapitalizmin kendisinden başka bir şey değildir. Peki, dilimize doladığımız “çağdaş medeniyet” nedir? Sorusunu soralım… O zaman başa döneriz… Çok kazanıp, çok tüketmektir çağdaş medeniyet… Kimseye sorumlu olmadan, sorumluluk duymadan özgürce harcamaktır.

Yani dünya gücünü ele geçirip, dünya malına gark olmaktır. Mülk olarak kimseden geri kalmamaktır. İsterseniz size bunu siz bir örnekle anlatayım, Ramazanlarda televizyonlar iftar öncesi programlar yapıp uzun, uzun fakir, fukaraya yardımdan, mütevazılıkten bahsederler. Ve bir ara program sunucusu izleyicilere döner şöyle der “sayın izleyicilerim size bu programı yapmak için elbette paraya ihtiyacımız var.

Yani reklamlara girmemiz gerekir.” Ve reklamlara geçilir… Reklam ya iftarda içilecek buz gibi koladır, ya iftarı şenlendirecek sucuktur, pastırmadır, peynirin alasıdır. Bu arada da, bir tek kuş sütünün eksik olduğu iftar softalarının başında iftarı bekleyen mutlu “aç” insanlar izleyicilerin gözlerine sokulur. Sonra reklam biter, ezan okunurken huşu içerisinde ve gayet mütevazı bir eda ile hurma ile oruç bozulur. “Tel maşa ruhlar… Allah müstahak’ınızı vermesin emi…”

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank