content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
14 Şub

Taştepe’nin Suyu mu Çıktı?

2004 yılının Ağustos ayıydı...

Hani, kimi romanlarda, her zamanki gibi çalan telefon için “telefon acı acı çalıyordu!..” denir ya, bizim santral telefonumuz da adeta romanlardaki gibi acı acı çalıyordu.

Gariptir, böyle zamanlarda artık gazetecilik hissi midir, ya da farklı bir duygu mudur, kötü bir haber alacağınızı algılarsınız. Nitekim o gün de öyle oldu...

Gelen telefonların büyük çoğunluğu bugünün Çalışkanlar mahallesi, o günün Çalışkanlar köyü halkındandı...

Telefonun öbür ucundakilerin ağlamaklı sesleri, “Yeter artık, ölüyoruz... Bizimle ilgilenecek bir yetkili yok mu bu ülkede...” diye adeta feryat ediyordu.

Olay, sülfürik asit fabrikasından salınan asit gazlarının köyün üzerine çökmesi ve köylüleri zehirlemesi sonucu, herkesin gözyaşları ve öksürüklere boğulmasıydı...

Ekip olarak, 5 dakika sonra köydeydik. Gerçekten de, ortam nefes alınamayacak bir durumdaydı. Havanın durgun sayılabilecek bir mülayimlikte olması, asit yüklü gazların da uzun süre köy üzerinde kalmasına da neden olmuştu.

Köye geldikten 5 dakika sonra biz de bu gazın etkisinde kalıp, gözlerimizin kızarması ve yaşarması ile birlikte genzimizin yanması sonucu öksürük nöbetlerine tutulmamız kaçınılmaz bir sonu oluşturmuştu.

Köy halkı isyan halindeydi, “ölüyoruz!..” diyordu da, başka bir şey demiyordu. Gerçekten de, bebesinden ninesine dedesine kadar, her biri bu zehirin pençesi altında inim inim inliyordu.

Ancak, ne yazık ki, devlet kendi kuruluşuna söz geçiremiyor ve en küçük bir tepki dahi gösteremiyordu. Çünkü, Eti Madencilik’e ait sülfürik asit fabrikası sonuçta bir kamu kuruluşuydu ve o devleti temsil ederken, kendisine köle gibi hizmet eden halkını da göz göre göre öldürme hakkına sahipti!..

Evet, farkındayım çok ağır bir itham oldu, ama sizlere yeminle söylüyorum bu tesbitim belki de o günlerden bu günlere kadar yaşanan süreci gördükten sonra çok daha hafif kalan bir nitelendirmedir.

Ne yazık ki, ülkemizde devletin herhangi bir kurumu ya da kuruluşu, köle olarak ya da kul olarak gördüğü vatandaşının ölümüne sebep olduğunda, en küçük bir kulak çekmeye dahi uğramadan, belki de taltif edilmeyi bekleyen bir olguya sahiptir.

Aradan geçen bunca yıl, benim böyle düşünmeme neden olmuştur ve bunu da devletin hiçbir gücü asla değiştiremeyecektir.

Gerçi değiştirmek için de çaba sarfeden herhangi bir devlet yetkilisi ya da kurumu da göremiyorum yaaa...

Buna adaletinden, kamu idaresine kadar hepsi de dahildir.

İspatı da, yüzlerce milyon dolara malolan bir sülfürik asit fabrikasından bugün bile yeri geldiğinde, ama zorunlu nedenlerden, ama kaçaklardan halen zehirli gaz salınmakta, burnunun dibinde kalan insanlar, çevre, doğa, kesinlikle düşünülmemektedir.

İsteyen, gözleyebilir.

İşte bu ve bunun gibi diğer faktörlerin de pençesinde kıvranan Bandırma, kurulanlara söz geçiremediği ve engelleyemediği için yeni kurulmak istenenlere de aşırı derecede tepki göstermeye başladı.

Hiç kimse de Bandırma’nın bu tepkisini haksız ve de kanunsuz bir tepki olarak nitelendiremez. Buna asla hakkı da yoktur üstelik.

Tüm bu nedenler birleştiğinde Ayyıldız tepeye kurulmak istenen çimento fabrikası, Bandırmalılar’ın aşırı tepkisine neden olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

İşin uzmanlarının, çevreye salınacak toz partiküllerinin filtreler aracılığıyla minimuma düşürülmesinin herhangi bir etkisinin olmayacağını, buna karşın hergün doğaya salınacak tonlarca karbondioksit gazının çevrede sera etkisi yaratacağını ve açıkça bir doğa katliamına neden olacağını öne sürmesi, olayın vehametini de açıkça ortaya koyuyor.

Bandırma ve çevresi, son derece bereketli topraklara sahip olmasıyla bilinirken, geride bıraktığımız yaz aylarının son derece kurak gittiği de unutulmamalı...

Damar damar çatlayan toprak, bereketten çok yokluk verdi üreticiye... Devamının gelmeyeceğini hiç kimse garanti edemez. Hadi bu yıl havalar beklenen yağışları getirdi... Ya gelecek yazlar ne olacak? O yazların da kurak geçmeyeceğini kim garanti edebilir?

Bütün bunlara bir de hergün doğaya salınan tonlarca karbondioksit gazının yaratacağı sera etkisiyle çölleşmenin hızlanmasını da eklerseniz, zaten kısıtlı olarak kalan ekilebilinir topraklarımız hepten elden çıkacak demektir.

Çimento fabrikasını kurmayı düşünen firmanın projesinde pembe tablolar çizerek, teknolojinin son harikasını kullanıp, çevreye minimum zarar vereceklerini söyleyip, buna karşılık istihdam kozunu kullanmalarını ben son derece doğal karşılıyorum.

Neticede, küreselleşen dünyadaki sermaye öncelikli olarak kâr faktörünü ön plana çıkarırken, yatırımcıların da bu faktörü arka planta tutması tabii ki beklenemez.

İşte, burada toplumsal duyarlılık ön plana çıkıyor ve Bandırma önceki gün “halkı bilgilendirme toplantısı”nda bu duyarlılığı yeterince sergilemiştir.

Ancak, bir kısmını dün yine bu köşeden dile getirdiğim gibi, anlayamadığım bir neden de, Bandırma Organize Sanayi Bölgesi’nin de bulunduğu Taştepe’nin suyu mu çıktı?

Böylesine sanayi kuruluşları neden orayı tercih etmeyi düşünmezler?

Ayyıldız tepede böylesine büyük bir rant mı var acaba? Hani, çimento fabrikasında sonuçta bizlerin taş diye bildiği hammadde kullanılacak. Yoksa, o taşların arasında maden ocağı açılıp da altın mı aranacak da, böylesine ısrarla o bölge isteniyor?

Haa şu da var tabii. Liman iki adımlık mesafede. Üretim kapasitesinin büyüklüğü ve yüzde 80’inin ihracat ağırlıklı olacağının vurgulanması, fabrikadan limana çekilecek bir konveyör sistemi ile aradan nakliye masrafının da kaldırılabileceği düşünülürse, maliyetlerde bir hayli aşağılara çekilme söz konusu olabilir.

Bilemiyorum, belki de bu nedenle ısrarla Ayyıldız tepe isteniyor olabilir. Bir başka akla gelen konu da, oraların Hazine arazisi olup da, bir şekilde ucuza kapatma yapılması da söz konusu olabilir. Hani, Taştepe’de bilmem kaç bin YTL’ler ödeneceğine, burada çok çok daha ucuza bir şekilde yer sahibi olma durumu da vardır belki...

Yoksa, hammadde kaynağı gerekçe gösteriliyorsa, konunun uzmanı değilim ama adı üstünde Taştepe’de belki de bu hammaddenin çok daha fazlası var sanırım.

Üstüne üstlük de, günümüzde İstanbulluların günde en az 3-4 saatlerini işyerlerine ulaşmak için yollarda geçirdikleri düşünülürse, Taştepe’ye ulaşmak taş patlasa 30 dakikalık bir zaman dilimini içerir. Bu da maliyetlere çok fazla etki edecek bir unsur olmasa gerek...

Sonuçta bu toplumsal duyarlılığı devam ettirme zorunluluğu ile birlikte bir takım gerçeklerin de su yüzüne çıkmasını bekleyeceğiz gibi...

Etiketler :

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank