content 1977 Trabzon doğumluyum/evli ve bir çocuk annesiyim. yerel bir gazetede ve İnternet bir edebiyat dergisinde yazılar yazıyorum. k.t.u mezunuyum.
03 Eyl

Roma’ya Doğan Güneş Cleopatra

Kapı çalındı tarihten gelen biri vardı karşımda. Gözlerime inanamadım. Gelen Cleopatra’ydı. Bu ne güzel, bir sürprizdi. Tarihi kadınlığıyla fetheden Mısır kraliçesi. Kapıma kadar gelmişti.Tarihe yedinci Cleopatra olarak geçen kraliçe, hayatına 17 yaşında giydiği kraliçe tacıyla değiştirmişti. Güzel bir kadın değildi! diyor tarihçiler. Ama o güzelliğini; etkileyici konuşma adabından, zekasından, kadınlığın ona verdiği özellikleri esirmeden kullanmayı bilmesiyle ünlü olmuştu.

«Kleopatra'nın burnu biraz kısa olsaydı, dünyanın çehresi değişirdi» Pascal

O dönemde erkeklerin birbiriyle yarıştıkları bu kadın; aşık olmayı bilmeyen, ama aşkı yaşatmayı bilen bir üslupla yolunu çizmişti. Acaba bu onu ne kadar mutlu ediyordu? Anlık sevgi gösterileriyle içindeki sahte duyguları, ne kadar yaşabiliyordu? Sonunu hazırlamasıyla da bunu görüyoruz ve tanımlayabiliyoruz.

“Gözlerine arzu takılan kadın

Perdeler arkasına sakladığın

esrarlı bakışlarını

Duman etme!

tarihin çıkış noktasına” AYSUN GÜL

Onun ihtişamlı öyküsünün başlama noktası, Yunanistan’ın tanrılarına sarıldığı dönemlere rastlıyor. Garip Yunan geleneklerinden dolayı erkek kardeşleriyle evlendiriliyor. Aşk kadını olan Cleopatra için, bu hüzün verici ve yıkıcı bir durum olsa da o zaman ki gelenekler bunu emrediyordu. Kardeşine karşı sevgi hissetmeyen ve erkeklere karşı ayrı bir duygusal karakter oluşturan dili bade kraliçe, kendini halka sevdirebilmek ve gönül alabilmek adına Mısır’ın ihtişamlı dünyasındaki oryantalist bakışıyla yoğrulan, Mısır dinine verdi.

Kardeşiyle yani eşiyle çakışan yönleri yüzünden, Roma’ya sürgüne gönderildi. Ama kraliçenin buraya gitmesi, onun için sonun başlangıcıydı artık.

Cleopatra o dönem krala sunulan güzel hediyelerden biri olmuştu, bir halı içerisinde. Egzotik ve kurumlu yapısıyla Sezar’ı kendine aşık eden kadın, yeniden döndüğü ülkesine Roma kraliçesi olarak dönmüştü. Ve bu hem kocası hem de kardeşi olan adamın, ölümüyle sonuçlanmıştı.

“Mitolojik bir ambargo senin dudaklarında

Öpülesi bir kelimelik

kaleminde ellerinin

Tutkularını gizlediğin

ayna arkası düşlerine

Kaç aşk sığdırabildin

mısırın son tacı.” AYSUN GÜL

Hayatın takıntılı yollarında, taşlara basmadan yürümenin yolunu bulmuştu akıllı kraliçe. Erkeklerin kadınlara olan zaafı ve kraliçenin bu konudaki becerisi ona hayatta ele geçebilecek! lüksü sunmuştu.

Sezar onun gözlerin de eriyip, gözlerinde diriliyordu. Bir kadın ki zamana takla attırıyor! Öyle bir kadın ki takvimleri yırttırıyor!

Mısır’ın tekrar hakimiyetini, tek başına ele geçiren işlevi kadın, iktidar koltuğuna topraklarını da genişleterek, tekrar oturmuştu. Dünyayı dize getiren Sezar’ı da önünde secde ettirmişti. “Sır neydi?” , “Sırrı kadın olmayı bilmekti onun.”

Sezar’dan bir oğlu olan kraliçe, Sezar’ında haince ölümünden sonra, tahta Sezar’ın amcasının oğlu ve gerçekten Cleopatra’yı da kendine aşık eden adam, Marcus Antonius geçti. Onun ilk işi Mısır’da bulunan kraliçeyi ziyaret etmek oldu.

Sık görüşmelerin sonucunda dili bade kraliçe, onun da gönlünü fethetmeyi başarmıştı. Ama bu sefer, “Aşk nedir?” bilmeyen kadın da aşık olmuştu. Yüreğini Marcus’un ellerine teslim etmişti. Birlikte geçirmedikleri tek zamanları olmamıştı. Yalnızlığın gölgesi Marcus olmadan bedenine değince deliriyordu aklı, Mısır Tanrıçasının. Aklıyla hükmeden kadını dize getirmişti güzel bakışlı sultan.

Marcus’la dünyanın her yerini gezmişler. Bu seyahatlerinin birinde de Muğla’daki sedir adasına uğramışlar. Ama kraliçe daha adaya ayak basar basmaz, kumlarını beğenmemiş adanın. Ve ada’ya Mısır’dan kum getirtmiş. Denizin berraklığın gölge ettiği kumlarda Marcus’la şarap tadında günler yaşamışlar.

“Tapınaktır gözlerin mabedime

huzursuz bir duadır, sende aşk

bedenime sürdüğün ellerine

yaralı bir intihardır, bende aşk.” AYSUN GÜL

Katmer katmer bir aşk hikâyesinin, bir kadına vereceği bağlayıcı hassasiyetle eşine bağlanmıştı. Gözlerinde Marcus vardı artık ölümü bile göze alabileceği adam. Tanrıçalar da âşık olurmuş ya da Tanrı âşık olur mu hiç?

Marcus ve Cleopatra aşklarını Octavio’sa savaş açarak ve topraklarını genişleterek büyütmek istiyorlardı. Cleopatra Octavi’sun ordusunun gücünü biliyordu ve onun Mısır’ı alabileceğini de.Buna rağmen en zoru deneyerek Octavi’sla savaşa girdiler, ama canlarını zor kurtardılar iki sevgili.

Savaşın yaraları sarmak için, tekrar İskenderiye’ye dönen kraliçenin peşinden de aşkı Marcus yanına Mısır’a geri dönmüştü. Ama kötü haber kulağına çabuk ulaşmıştı. Cleopatra ölmüştü. Hayatını adadığı kadın artık yoktu. Yaşamasının da bir anlamı kalmamıştı. Tarihin hayale sığmayan zamane aşklarına, taş çıkaran anlayışına tokat gibi bir cevaptı, Marcus’un Cleopatra’ya olan aşkı. Marcus kendini ölümün kollarına bıraktığında, bu haberin bir yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Ama olan olmuştu bile..

Marcus’un kendini öldürdüğünü duyan son mısır kraliçesi Cleopatra da, kendini zehirli bir yılana sokturarak harakiri yapmıştı. Ve orada aşkı için ölmüştü. Hırsın aşkla birleştiği bu acılı hikaye de, aşkın soğuk yüzünün aynaya yansıyan tarafını anlayabiliyoruz.

“Savaşın kokusuna Cleopatra sinmiş

Arsız ve huysuz

Bedelsiz ve belirsiz,

Kadınsı düşlerin aklına taparcasına

Gecenin düşlerine Cleopatra girmiş” A. GÜL

Halkı tarafından kırka yakın isimle anılan kraliçenin, bir tanrıça olduğuna inanılıyordu.

Oysaki Tanrılar ölmez. Her tanrı kavga demek, yasak demek, kanun demek, kaos demek. Metafizik ötesi yanlışlıkların çıkılamayan boyutu demek. Mısırın bir türlü bitmeyen tabiata taktığı isimlerden nasibini, çok sevdikleri kraliçeleri Cleopatra da almıştı.

Onun sarayı, ondan izler taşıyan şehir, asırlar sonra mısır halkının deyişiyle, “Tanrıların kızgınlığıyla” yerle bir olup toprak altına gizlenmişti.

Ondan dillere kalan asırlık bir tarih oldu. Aşkla, ihtirasla, zekayla ve kadın gibi kadın olmanın izleriyle kalan bir tarih.

***

Kapımı çalan kadın artık, ben gidiyorum deyip! beni de kendisine hayran bırakarak, ayrılmak istediğini söylemişti. Ondan bana kalan tek hatıra, gözlerime bakarak anlattığı Marcus’a olan aşkıydı. Kraliçenin asırlar sonrasında bile gözyaşları dinmemişti. Kapıyı açtı ve dirayetli ve cilveli adımlarla benden uzaklaşıp gitmişti. Gitme demek isterdim!

Etiketler : , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank