content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

04 Kas

On Beş Yazar On Beş Soru

ayın Azize Kaya sizi tanıyabilir miyiz?

1979 Sivas doğumluyum. Mübadeleyle Selanik’ten Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. 1997 de Ankara’ya yerleştim. 20 yıldır buradayım. Evliyim ve iki kızım var.

Edebiyat dünyamızın hikâye yolunda yürümeye nasıl başladınız?

Aslında hikâye hep hayatımda vardı ama daha çok sözlü olarak. Babaannem insanlarla iletişiminde hikâye dili kullanmayı çok severdi ve bunu da çok iyi başarırdı. Uzun uzun anlatmak yerine kısa bir hikâye ile dilediği mesajı verirdi. Bu durum hayatımızı hem eğlenceli hale getirirdi hem de başkalarının temsili deneyimlerinden kendi deneyimlerimize baskıcı olmayan bir yol açardı. Belki hep içinde olmaktan belki de hikâyeciliğin sözlü oluşunu kanıksamaktan hikâye yazmayı hiç düşünmedim. Ta ki 2013-2015 yılları arasında katıldığım yazarlık atölyesinde hikâye yazmanın büyüleyici yönünü keşfedene kadar…

 Sizce Hikâye nedir?

Hikâye alternatif bir dünya kurma isteğidir bana göre. Gözünle gördüğün, rüyanda gördüğün, hatta görmeyip hayal ettiğin her şeyi yapboz gibi bir araya getirme lüksüdür. Ayşe’nin gözü Zeynep’in burnu, Ayça’nın saçları... Hoop birleştir. İşte size yeni bir kahraman... Sonra Ömer’in adaletini, Da Vinci’nin sanatını,  Evliya Çelebi’nin seyahatini, Malcom X’ in isyanıyla birleştir üzerine Gandi’nin yumuşak başlı direnişini koy, fonda senfoni orkestrasıyla rap söylettir ve yeni bir dünya oluştur. Ben en çok bu yönünü severim öykünün. Ayrıca dünyanın en nazik iletişim dilidir. Söylemek istediğin her şeyi söyleyip sonra ben değil hikâye söylüyor diyerek tüm yükü hikâyenin üzerine atabilirsiniz.

Hikâyeye başlamadan önce nasıl bir süreç yaşarsınız.

Her hikâyem bir gece uykusuzluğumdur aslında. Genelde kurguyu zihnimde bitirip sonra yazmaya başlarım. Çünkü beyin uykuya geçmeden ihtiyacın olduğu konularda programlanırsa sabah yeni veriler oluşturur. Gece öyküyle ilgili programlamayı yapayım derken de genellikle uykum kaçar. Ama sabah öyküm ve ben birlikte çıkarız yataktan.

Hikâyenizin merkezindeki kahramanınızla bütünleşiyor musunuz? Yoksa onu yazarken aynı zamanda da seyircisi oluyor musunuz?

Aslında kahramanla bütünleşilen hikâyeleri biraz tehlikeli bulurum. Gerçeğin gerçekliği yerine kurgunun gerçekliğini tercih ederim. Birde içinde olduğun bir dünyayı değiştirmek zordur. Tabi bu seyircisi olduğum anlamına da gelmez aslında. Alternatif bir dünya kurma isteği insanı hiçbir yer de seyirci olarak kabul etmez.

Hikâye de şiir gibi ilham gerektiriyormu. İyi bir gözlem ve bilgi birikimi yeterli olur mu?

İlham değil belki ama bilinçaltının bir yazarın en önemli hazinesi olduğunu düşünürüm. Gözlem ve dikkat tabii ki çok önemlidir. Ama herkesin gördüğünü görürken sizi başka bir şey gördüğünüze inandıran aslında bilinçaltınızdır. Yani bilinç düzeyinde aynı şeyleri yaşayan insanlar her zaman aynı düşünmez ve aynı tepkiyi göstermez. Bunun nedeni bilinçaltınızın bilincinizi nasıl yorumladığıdır. Hikâyede gördüğünüzün hissettiğinizle birleştiği nokta da ortaya çıkar.

Kahramanlarınıza tarafsız olabiliyor musunuz?

Yaşanmış olayları kaleme aldığınızda tarafsız olmak pek mümkün değil. İllaki bir yakınlık hissettiğiniz tarafa daha yakın durabiliyorsunuz. Bu yüzden ben büyük çoğunlukla kurguyu tercih ederim. Kurgu tarafsız kalmanın en iyi yoludur. Çünkü kahramanı hikâye başlayınca tanırsınız.

 

Hikâyenin bitmesine siz mi karar veriyorsunuz kahramanınız mı karar veriyor.

Dediğim gibi zihnimde bitirmeden hikâyeye başlamam. Dolayısıyla ilk paragrafı yazarken son paragraf bellidir aslında. Kahramanımı sona karıştırmam ama yola karışmasına müsaade ederim.

Hikâyelerinizde kendiniz ne kadar varsınız?

Öykü okurken yazarın izini sürmeyi severim. Ama yazarla ilgili tahminlerimin tamamen doğru çıkmasından pek hoşlanmam. Hoşlanmadığım bir şeyi de yazmam. Tabi ki tamamen kendimizden soyutlanarak yazmak mümkün değil. Aslında şöyle içinde benim duygum düşüncem olsun ama yaşadıklarım olmasın. Bunu yazmayı da okumayı da severim. Woolf’un söylediği benim için de geçerli aslında   “Yaşanmış olanın önemli olduğu yerde hayali olanı yazmayı tercih ederim.”…

Size yazma konusunda yön veren, örnek olan yazarlardan bahsedebilir miyiz? Nelerinden etkilendiğinizi bilmek isterim.

Hem fikir hem edebiyat hayatıma yön veren en önemli isimlerden biri “Her asırda birkaç kişi düşünür, gerisi düşünülenleri düşünür" yahut “Kendi gerçeğini kendi kelimeleriyle anlayıp anlatmak her namuslu yazarın vicdan borcudur” sözleriyle Cemil Meriç olmuştur. Hikâyeciliğimde ise Refik Halit Karay’ın etkileri çoktur. “Memleket Hikâyeleri” halen ara ara yazarken tıkandığım noktalarda karıştırdığım bir ders kitabı gibidir. Ayrıca cumhuriyet dönemi yazarlarının doğu batı sıkışmışlığı içindeki hallerinin romanlarına yansımasını çok dikkat çekici bulmuşumdur. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bilinç akışıyla zamanda sürekli yolculuk yapıyor olması üstelik bunu uzun uzun cümlelerle hiçbir anlam kargaşasına sebep olmadan yapabiliyor olması onu her okuyuşum da hayran olmama neden olmuştur.

Yazarlığınız aile içinde nasıl yorumlanıyor?

Yazı hayatım için en önemli kişi kimdir derseniz. Hiç düşünmeden eşim derim. O hem hayatımın hem de yazılarımın editörü aslında. Onun üzerimde hem dağıtıcı hem de toparlayıcı bir etkisi vardır. Ama ilginç bir şekilde her ikisi de benim için bir kazanç oluyor. Dağıldığım da daha çok yazıyorum. Sonrasında da toparlarken hem beni hem yazdıklarımı toparlamak zorunda kalıyor. Kazan kazan yani… Bir de “anne kitabım çıkıyor” dediğim de “hayırlı olsun kızım, akşama ne pişirdin?” diyen canım annem var. Her türlü destek var anlayacağınız.

Yaşınız çok genç ileriye yönelik projeleriniz var mı?

Ben biraz aktivist ruhlu bir insanım aslında. Kısa vade de planladığım birçok proje var. Psikoloji ve kişisel gelişim uzun zamandan beri ilgi duyduğum bir alan. Bir de yıllardır şark ruhunu garb metotlarıyla terbiye etmeye çalışıyor oluşumuzun isyanı beni bu yönde de bir şeyler yazmaya yöneltiyor. Bunun için başladığım ama henüz bitmeyen bir çalışmam var. Ayrıca öykünün içerdiği, dikte etmeyen mesaj dilinin tarih ve psikoloji çalışmalarında biyografik hikâyeler başlığı altında kullanılmasının hayati bir önemi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden farklı guruplar halinde yazılmamış tarihi şahsiyetlerin biyografik hikâyelerini yazmaya başladığım bir çalışmam da var. Öykünün önümüzdeki yılların eğitim ve iletişim dili olduğuna inanıyorum.

Hikâye haricinde düşündüğünüz alanlar var mı? Roman gibi, deneme gibi…

Roman bana sürekli tavsiye edilen ama bir türlü kendimi içerisinde düşünemediğim bir alan. Sonuç odaklı olmamın bir dezavantajı belki de... Deneme hem müstakil olarak hem de hikâyelerimin içinde de kısa kısa kullandığım bir tür. Yazmayı da çok severim. Ama beni tüm bunlar dışında heyecanlandıran bir şey var ki o da senaryo. Senaryo eğitimi alırken tıpkı hikâyeye ilk başladığım zamanlarda olduğu gibi büyülenmiş hissediyordum ve heyecanla yazıyordum. Senaryonun romandaki ayrıntılı dili, hikâyedeki net üslupla birleştiriyor olmasını çok seviyorum ve uzun vade de bu işi yapmayı çok istiyorum.

Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim.

Söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Charles Bukowski’nin “Demek Yazar Olmak İstiyorsun” isimli, benimde çok sevdiğim bir şiiri var. Oradan kısa bir bölümle bitirelim ne dersiniz?

…..

Eğer bunu para ya da şöhret için yapıyorsan, yapma. Eğer bunu hayatında kadınlar olsun diye yapıyorsan, yapma. Eğer oturup tekrar ve tekrar yazmak zorunda isen, yapma. Eğer sadece bunu yapmayı düşünecek kadar zor bir iş ise, yapma. Eğer başka biri gibi yazmayı deniyorsan, unut gitsin.

Doğru zaman olduğunda ve seçildiysen, o kendi kendini yazdıracaktır, ya sen ölene ya da içinde o ölene kadar  devam edecektir. Başka bir yolu yok Asla olmadı.

 

Başarılarınızın devamını diliyorum.

Teşekkür ediyorum.

03.11.2016/ANKARA

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank