content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

28 Eyl

Ölmenin ve Öldürmenin Dayanılmaz Cazibesi

Günler geçiyor… Ateş düştüğü yeri yakıyor. Türkiye’nin her yerinde ölüm, aynı duyguları hissettiriyor.
Kutsal davalar için ölüyor çocuklarımız…
Kimi devlet, millet, bayrak, toprak için ölüyor…
Özgürlük için ölümü kutsayanlar da, kendi kutsallıklarını yaratarak çocuklarımızı ölüme gönderiyorlar…
Sorgulanamayan değerler.
Varlığımızın nedeni gibi görülüyor.
Vatan ve bayrak denildiğinde akan sular duruyor.
Her şey gibi görülüyor.

‘Kimin için ve neden?’ soruları bile sorulamıyor.
Ölümün kendisi kutsallığa dönüşüyor.
Ölmenin ve öldürmenin değerleri yükseliyor.
***
Devlet ortaya çıktığından beri, çocukların ölüme gönderilmesi mutlaka kutsal değerler adına oluyor.
Dün tanrı, din, mezhep önemliydi.
Bugün hala kutsallığını da yitirmedi.
Dün kral ve padişahlar için ölmek ve öldürmek kutsaldı.
Kahramanlık payeleri, madalyalar onlar için dağıtılıyordu.
Bugün toprak, millet, devlet, bay-rak için ölmek ve öldürmek kutsal.
Kahramanlık payeleri, madalyalar şimdi bu değerler için dağıtılıyor.
Her iki tarafın da ölülerine kutsallık adına şehitlik mertebesi veriliyor.
Herkesin öleni şehit.

Herkesin savaştan döneni gazi.
Herkesin komutanının omuzu kalabalık.
Zafer kazananı da kaybedeni de kahraman…
***
Birgün hain ilan edilenler kazandığında kahraman, onları hain ilan edenler de lanetli oluyorlar.
Hayat böyle bir karmaşa…
Gün geliyor dünün kahramanları, koşullar değiştiğinde hain ilan    ediliyorlar.
Saddam gibi, Kaddafi gibi, Stalin gibi…

Kimileri bir kahraman, bir hain, bir kahraman ilan ediliyorlar.
Sonra itibarları iade ediliyor.
Ölenler öldükleriyle, yakınları çektikleri acılarla, yaşadığı topraklarda başka acılarla…
Bizim topraklarda Menderes gibi…

***
Kimileri için hayat acılarla dolu…
Kimileri için hayat acıların dışında…
Kimileri için ise hem mutsuzluklarla, hem mutluluklarla dolu…
Kimilerinin umurunda değil, hayat…
“Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Umurunda mı dünya?” misali…
***
Zamanın ruhu kapıya geldiğinde, ne kahramanlık tanıyor ne hainlik…
Saat, herkes için eşit işliyor gibi…
Çünkü zamanın ruhu denilen şey, başka bir şey ne sana ne bana bağlı…
Onun akışında tanrısallık var.
Hiçbir canlının o’nun gelişini ve işlemesini engellemesi mümkün değil.
Önüne kattığını götürüyor.
Zamanın ruhuna direnenler ise, gün geliyor ruhlarını ve ilkelerini yitiriyorlar.
Başka bir şey oluyorlar.
Zamanın ruhunun karşısında ruhsuzlaşıyorlar.
***
Savaş üzerine siyaset yapan, şiddetten beslenenlerle akrabalık ve yakınlık bağlarını atalı çok yıllar oldu…
Çok eskilerde kaldı…
Bugün kim şiddet ve savaş üzerinden siyasete yapıyor, onları dinlerken içim sızlıyor.
Bakın etrafınıza savaştan beslenenler çocuklarını askere ve savaşın sürdüğü yerlere gönderiyorlar mı?
Onların söylediklerinde samimi olup olmadıklarını, sahiciliklerini çocukları üzerinden sorgulayın.

Kendi çocuklarını kutsal değerler için ölüme ve öldürmeye göndermeyenler, başkalarının çocukları üzerinden neden payeler ve kahramanlık elde ediyorlar?
Neden iktidarlarını devam ettiriyorlar?
***
Benim çocuğumun ölümüyle ve öldürmesinin üzerinden payeler kazana-cak tüm kutsallıkları ret ediyorum.
Ölüm onların olsun…
Hayat ise tüm çocukların…

***
Bir ülkenin devlet adamına  sormuşlar. “Vatanını seviyor musun?”
Yanıt vermiş. “Hayır, ben karımı ve çocuklarımı daha çok seviyorum.”
Vatan da, devlet de, bayrak da eşimiz ve çocuklarımız… Eşini ve çocuk-larını sevmeyenler, vatanını ve diğer insanları ne kadar sevebilirler ki…
Son söz: Kimileri çocuklarını ve eşlerini çok seviyorlar… Tamam onlara söyleyecek sözümüz yok. Çocuklarını askere göndermiyorlar ama, bizim çocuklarımız üzerinden neden savaşseverlik yapıyorlar? Biraz samimiyet istemek hakkımız değil mi?

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank