content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

24 Ara

Ne Park Ne de AVM… Otopark Yapalım…

Yukarıdaki fotoğraf Azerbaycan’ın başkenti Bakû’ye ait… Fotoğrafların üste olanı iki binli yılların hemen öncesi… Alttaki fotoğraf ise bundan üç-beş yıl öncesine ait. Resimde adı geçen Hacıbala Abutalıbov ise iki bin yılından itibaren bundan önceki devlet başkanı Haydar ALİYEV’in atadığı icra başçısı yani belediye başkanı… Kısaca sorun sadece bizde değil.
Sovyetler Birliği yıkıldığında yıkılmakla kalmadı dünyanın sosyal yapısını bozdu. Yıkılmazdan önce bizim gibi ülkelerde şehirleşme olabildiğince yavaş ve nispeten kontrollü olduğu halde… Yıkıldıktan sonra köyden şehirlere göçler hızlanmış… Şehirler kontrolsüz bir şekilde büyümüş… Yapılaşma da o denli plansız ve kontrolsüz olmuştur.
Kontrolsüz büyümenin nedenleri bu haftaki konumuz değil… Ama yine de konumuzla alakalı zihniyetleri anlamaya yardımcı olabilecek kısaca bazı şeyleri söylemekte fayda var. Sovyetler Birliğinin yıkılması şehircilikle doğrudan alakalı olmadığı zannedilmekle beraber; aslında tamamen dünya siyaseti ile alakalı olarak Demirperde ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde şehirlerin yapısı değişmiştir.
Şöyle ki;
Birincisi Sovyetler Birliği ve bizim gibi az gelişmiş ve karma ekonomilerle yönetilen otoriter devletlerde halkın yerinde ikamesi politikaları güdüldüğü içindir ki; Şehirlerin sosyal yapılarının değişmesi son otuz yıla göre bir hayli azdır.
İkincisi ise;
Nispeten köylerde oturan ya da şehirlerin sosyal ve kültürel yaşamına çok az katkısı bulunan, şehirlerin varoşlarında yaşayan… Ya da ( siyasi veya başka nedenlerden dolayı) iktidara gelememiş kesimlerin sayısal çoğunluğu ele geçirmelerinden dolayı iktidarların el değiştirmesidir.
Bu iktidarlar çeşitli ülkelerde her biri başka nedenlerle iktidara gelmiş olabilirler. Ortak yönleri iktidara yani zenginliğe, güce ve itibara susamış olmalarıdır. Nitekim Sovyetler Birliğini yıkan ve ülkeleri kapalı ekonomilerden liberal, açık Pazar haline getiren dünya unsurları da bu konuda gereken desteği sağlamışlardır.
Kısaca yirminci yüzyılın çatışmacı düzeninde ezilmiş, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş kesimleri iktidara getirilmişlerdir. Bu kesimler zenginliğin ve dolayısıyla gücün en kestirme yolunun geçmiş iktidarların bıraktıkları ve büyük değerler kazanmış arazilerini rant alanlarına çevirmek olduğunu görmüşlerdir.
Ülkemizdeki şehircilik alanında iki bin ikiden sonraki gelişmeleri bu perspektifte analiz etmekte fayda vardır.
Dedikten sonra şehircilik konusuna bir başka yönden yaklaşalım;
Şehirlerin gelişmesinde ve yapılanmasında hukuken iki unsur öne çıkar… Birincisi üst başlık olarak imar kanunu… Diğeri ise yerel geleneklerdir.
Şehir yapılanmasında imar kanunları ana omurgayı yani iskeleti teşkil etmesine rağmen şehre kimlik kazandıran yerel anlayıştır. Dolayısıyla imar kanunları ülke şehirlerinin anayasası olmasına rağmen… Onlara esas kimlikleri veren yerel anlayış ve tercihlerdir. Bir anlamda imar kanunları gelenek ve sosyal yaşam anlayışının önüne geçmemelidir. Ülkemizde bunun tam tersi olmuştur. Bu çarpık şehirleşmemizin en büyük handikaplarından biridir. Bu tek beden ve tek tip elbisenin her bedene ve kişiye zorla giydirilmeye çalışılması gibidir.
Şehirlerin gelişimi ve yapılanmasında aslında en büyük etken tarihi derinliğidir. Öyle olmalıdır. Burada tarihi derinliği derken şu akla gelmemelidir;
O şehrin kuruluşunun yüzyıllara dayanması anlamına gelmemelidir. Bir şehrin tarihi derinliğinin olması demek o şehrin geleneklerinin, alışkanlıklarının ve anlayışının güçlü olması… Şehir tarihinin kalıcı izlerle süre gelmesidir. Kısaca bir kimliğinin olmasıdır.
Şehir kimliği nasıl oluşturulur?
Birincisi içinde yaşayanların beraber yaşama iradesi göstermelerine… Aynı ya da benzer değerlere sahip çıkmalarına… İkincisi ise şehir yöneticilerinin uzun vadeli bilinçli planlamaları ile mümkündür. Ve yönetime gelen bütün yöneticilerin buna saygı göstermeleridir.
Bu iki unsurun bilincine varmış şehir yaşayanları (büyük göçler, yıkımlar, harpler) haricinde tüm olumsuzların üstesinden gelebilirler.
Ne var ki ülkemizde (özellikle) cumhuriyetle beraber şehirlerimiz idari ve sosyal keşmekeşlikler ve değişimler yaşamıştır.
Devamlı ekonomik gelişme, köyden şehirlere göçler ve son olarak iki bin ikideki iktidar değişikliği göz önüne alındığında şehirlerimizde yaşayanların, şehirde yaşama ortalamaları yirmi beş-otuz yılı geçmez. Yani şehirlerimizin sosyal yaşının ancak yirmi beş-otuz yıl olduğunu söylersek hata etmemiş oluruz.
Ve elbette yirmi beş-otuz yıl ne şehir kültürünün yaratılmasında ne gelişmesinde ne de bizi yönetenlerin tecrübelerine katkılar sağlayacak kadar uzun değildir. Dolayısıyla şehir kimliğini oluşturacak kadar da uzun süre değildir. Bir de buna devamlı yatay ve dikey göçler, siyasi anlayışların değişmesi, rant yaratma heveslerini de eklersek ortalama yaş daha da küçültülebilir.
Özetlersek;
Şehirlerimiz her ne kadar kadim şehirlermiş gibi görünse de… Ülke kuruluş felsefesinin, siyasal yönetim biçiminin, ekonomik gelişmelerin ve son olarak iki bin ikiden sonraki iktidarı elinde bulunduran kesimlerin el değiştirmeleri sonucu şehirlerimizin sosyal yaşı yirmi beş yıl ve hatta daha azdır. Bu da ne şehir bilincinin yaratılması ne de yönetim tecrübeleri için yeterli değildir.
Şimdi Ünye’de yıkılan sinema ve kültür merkezinin yerine yapılmak istenen iş merkezi konusuna gelelim;
Öncelikle şunu belirtelim ki… Yüzde yetmiş bir oy almanın yapılanların ne hepsinin doğru olduğu anlamına gelir… Ne de yöneticilere “ben yaptım oldu” hakkını verir. Zira sonunda doğacak zararı Ünye halkının yüzde yetmişi çekmeyecek… Hepimizin ceremesi olacaktır.
Yöneticilerimiz de “koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” Ulular sözünü birilerinin hatırlatması için çaba sarf etmemeliler diye düşünürüm.
Neyse konumuzdan ayrılmayalım…
Ünye dışındaki okurlarımız için gündemin konusunu aydınlığa kavuşturalım. Karayolu kıyısında bulunan ve yetmişli yılların başında yapılmış yaklaşık kırk beş yıllık 500-600 m2 büyüklüğündeki sinema ile hemen yanı başındaki seksenli yılların ortalarında yapılan 300m2 büyüklüğündeki kültür merkezinin yıkılarak yerine alışveriş merkezi(AVM) yapılması konusudur.
Ünyeli vatandaşların kimisi yeşil saha olsun derken, kimisi de AVM yapılmasını desteklemektedir. Elbette belediye AVM’den yanadır. Zaten bunun için yıkmıştır. Ve belediye başkanı yüz yılın projesi olduğunu iddia etmektedir.
Bu iki bina… Ki özellikle sinema yetmişli yıllarda yapıldığında Ünye’nin kültürel yaşamına önemli katkılar sağlamıştır. O zamanlar yirmi bin civarında olan nüfusuna göre biri yazlık olmak üzere Konak sineması ile (ki Konak Sineması bin m2 civarında idi) beraber çevrenin en büyük ve önemli kültür yapılarından birisi idi.
Kültür Merkezi ise Ünye’nin sadece sanatsal faaliyetler için düşünülmüş ilk binası olması nedeniyle önemlidir.
Şimdi bile yıllardır yılan hikâyesine döndürülen Kültür Merkezinin bunca imkâna rağmen yapılamayışını düşündüğümüzde bu iki binanın o zamanlar Ünye halkı ve belediye yönetiminin kültürel faaliyetlere ne derece önem verdiğinin delilidir.
Ameller niyetlere göredir;
Bir yerleşim yeri veya arsa zaman içinde değerini yitirebilir ya da değerlenebilir. Ve bu arsalar üzerinde yeni değerlendirmeler yapılabilir. Belediye yönetimi yeni değerlere ve şehircilik anlayışına göre bu arsa üzerinde değişik tasarruflarda bulunabilir. Bunda hiçbir yanlışlık yoktur.
Ancak,
Eğer üzerinde (hem yapısı ve hem de işlevi itibarıyla) kayda değer bir bina varsa ve bu bina önemli bir eksikliği de gideriyorsa… O zaman belediye yönetimi bu arsa için kırk kere düşünmek zorundadır.
Şu soruları sorarak neticeye varmalıdır,
1-Üzerindeki bina işlevini kaybetmiş-midir?
2-Binanın sanatsal veya tarihi bir değeri var-mıdır?
3-Eğer bu bina işlevini kaybetmiş veya yeterli gelmiyorsa (varsayalım ki) tarihi değerinden dolayı yıkmayıp bir başka yerde bu binanın yükünü hafifletebilir-miyiz?
4-Eğer mimari ve tarihi bir değeri yoksa işte o zaman yıkıp yerine aynı görevi üstlenecek yeni bir bina mı yapalım? Yoksa bir başka yerde günümüze ve geleceğe hitap edecek daha mükemmel bir bina mı yapalım?
Tüm bunların analizini yapıp cevabını verdikten sonra bir karara varılır.
Haklı gerekçelerle buranın yıkılıp yeniden değerlendirmesi yapılırken… İşte o zaman AVM veya yeşil alan tartışmaları yapılır.
Belediye vatandaşın karşısına çıkar der ki;
“Burası çok değerli bir arazi… Üzerindeki bina da artık işlevini yitirdi. Tamiri de mümkün değil. Yeşil alan yapsak yakın çevresinde yeşil alan var arsaya yazık olacak. Dolayısıyla burayı ticari alan olarak değerlendirip buradan sağlanacak gelirle şehrimize (farz edelim şu kadar yeşil alan veya kültür merkezi) kazandıracağız.”
Deseler amenna… Bu takdire şayan bir gerekçe olur. Ama öyle denmiyor…
Bu bina “ha yıkıldım, yıkılacağım diyormuş da… Buraya öyle bir bina yapılacak ki yüz yılın projesi olacakmış da… Ünye’ye (cevre il ve ilçelerde olmayan) öyle bir eser kazandırıp çağ atlatacaklarmış da…     Vesaire… Vesaire…
Vaktiyle Ahmet Arpacıoğlu da Atatürk Parkı için öyle diyordu… Diyordu ki… “Bayramcalıların deniz kenarında gezmeye hakları yok mu? Ey “beyaz Ünyeliler” Bayramcalıların en az sizin kadar buralarda gezmeye hakları var.
Sonuç;
Bayramca hala on beş yıl önceki Bayramca ve Atatürk Parkının çimenleri onlara gülümsüyor… Bir de lokantanın müdavimleri… Ve bu arada… Atı alan da Üsküdar’ı geçti.
Zamane yöneticileri de haklılar… “İmansız dini” yaymak için paraya-pula ihtiyaç var… Bize hayırlı olsun demek düşer.
Not:1- Belediye Sineması bizi geçmişe bağlayan en önemli değerlerimizden biriydi… Yeniden düzenlenip yaşatılabilirdi… Yazık oldu…
2- Köylerinde deden kalma bir kuru inciri dede yadigârı diye sakınıp gözetenlerin… Şehirlerin de geçmiş kuşaklardan alıp gelecek kuşaklara aktarabilecekleri bir dikili taşı… Bir kuru dalı olabileceğini/olması gerektiğini bilmeliler…
Yoksa şehir dediğimiz şey (hangi şekilde yapılırsa yapılsın… Hangi renge boyanırsa boyansın…) bina ve insanlar güruhundan başka bir anlam taşımaz…

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank