content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

22 Oca

Nazım Hikmet Tartışması

Bilindiği gibi Nazım Hikmet 1902’de İstanbul’da doğmuş ve 1963’te Moskova’da ölmüştür. İstanbul’da 1919’da Bahriye Lisesini bitirmiş, subaylığa başlamış 1920’de sağlık sorunları nedeniyle aldığı rapora bağlı olarak subaylıktan ayrılmıştır. Çürüğe çıkmıştır. Bolu Lisesine Edebiyat öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Kısa bir süre sonra ise Bolu’dan Moskova’ya gitmiştir. Moskova’ya gitmeden önce her ne kadar kendini sosyalist saymış ise de Ağa Camii ve Yedi Yüz Elli Yedi başlıklı şiirlerine bakılacak olursa Moskova’ya gitmeden önce İslamcı Türkçü fikirlerinde etkilerini taşıdığı söylenebilir.

 

Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve İktisat Okuduğu hakkında bilgiler var ise bu bölümlerden mezun olduğuna dair bilgi yoktur. Akademik anlamda bir uzmanlık alanı yoktur. 1924’te “komünist olarak ve komünizmi yaymak” isteği ile Türkiye’ye döner. Aydınlık Dergisi’ndeki yazıları nedeniyle hakkında dava açılınca tekrar  Moskova’ya döner. 1928’de çıkarılan Genel Af Yasası’ndan yararlanıp Türkiye’ye gelir. Resimli Ay Dergisi’nde yazılar yayınlamaya başlar. 1938’de “orduyu ayaklanmaya kışkırt maktan” 28 yıl hapse mahkum olur. Ankara, Bursa, Çankırı ve İstanbul cezaevlerinde toplam 12 yıl hapis yatar. Hapis hayatı biraz kendine göre geçer. Mahkumların çalıştığı halı tezgahları çalıştırır, çeviriler yapar, cezaevindeyken evlenir ve oğlu Mehmet dünyaya gelir.

 

1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasından sonra çıkarılan genel aftan yararlanır. 49 yaşında iken bu sırada askere çağrılır. Muhtemelen hapis döneminde psikolojik sağlığı da bozulduğu için, kendisinin askere çağrıldığı Sivas-Zara’da öldürüleceği gibi kaygıya kapılır. 20 Haziran 1951’de tekrar Moskova’ya gider. Moskova’ya gittiğinde; “beni Stalin yarattı, gözlerimin ışığını ona borçluyum” gibi açıklamaları olur. Dönemin Cumhuriyet Gazetesi 12 temmuz 1951’de nazım Hikmetin Moskova’daki bu açıklamalarına yer verdiği gibi, “nazımın fotoğrafını millet yüzüne tükürsün diye bastık” ifadesini de kullanır.

 

Bilindiği gibi Nazım aynı zamanda Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesidir. TKP ise Sovyet Komünist Partisinin görüş ve kararları doğrultusunda çalışan, onun bir yan kuruluşu gibidir. Bu yüzden Bizim Radyo adıyla, Türkçe yayın yapan bir radyo istasyonu kurulur. Nazım uzun yıllar işte bu radyoda çalışır. Moskova’da bulunduğu esnada oğlu Mehmet Andaç’ın anlatımına göre hiçbir zaman para sıkıntısı çekmemiştir. Kendisine ev, araba, dolgun bir maaş tahsis edilmiştir. Nazım Rusya’yı “ikinci vatan” olarak görmüştür. “Türkiye’nin işgal altında olduğunu”, Stalin’in ise “barış için çalıştığını” iddia etmiştir.

 

Bulgaristan’daki Türklerin haklarının kısıtlanmasına tepki olarak bir muhalefet hareketinin başlaması üzerine Bulgar Hükümeti, Nazım Hikmet’i çağırarak ondan bu muhalefeti dağıtacak şekilde telkinlerde bulunmasını istemiştir. 1957’de Bulgaristan’da bu amaçla seyahatlerde bulunan Nazım ise, grevdeki işçilerin grevini kırmaya çalışan bir grev kırıcısı gibi, Bulgaristan’daki Türkleri hükümete karşı muhalefetlerinden vaz geçirmeye çalışmıştır. Nazım “Bizim radyoda” Türkiye’yi işgal altında göstermeye çalıştığı gibi, Bulgaristan’daki Türklerinde haklarını aramalarına ihtiyaç olmadığını, Sosyalist idarede kendilerine verilen haklarla mutlu olmalarını tavsiye etmiştir.

 

Nazım Hikmet sadece Türklere, Müslümanlara karşı önyargılı olmakla kalmamış, onlara yapılan zulümleri baskıları “olağan ve sosyalizmin kurtarıcı” uygulamaları saymakla yetinmemiştir. 1956 sonbaharında Macaristan’da SSCB yönetimine karşı hak ve özgürlük isteği ile başlayan halk hareketi 1957 baharında Sovyet Kızıl Ordusunun yeniden Macaristan’ı işgal etmesiyle on binlerce insanın katledilmesi ve tutuklanması ile sonuçlanmıştır. Elbette Macaristan’daki bu özgürlük hareketini Nazım Hikmet’in destekleyen bir tek cümlesi ve beyti de yoktur. Çünkü o özgürlük ve bağımsızlık hareketlerine karşı duyarlı birisi olmamıştır. Onun bütün dersi SSCB’nin daha çok yayılmasıdır ve Sosyalizmin daha çok taraftar bulmasıdır.

 

Nazım Hikmet Sosyalist, Komünist birisidir. Sovyet yanlısıdır. Zaten hayatının son 12 yılını da oradan maaş alarak geçirmiştir. SSCB’nin baskıcı hiçbir uygulamasına itirazı olmamıştır. İkinci Dünya Savaşında, Kırımlı, Ahıskalı, Çeçenistanlı milyonlarca insanı sürgüne göndermiş ve yüz binlercesi öldürtmüştür. Nazım bunların hiç birisini eleştirmemiştir. Sovyet idaresi bilindiği gibi yalnızca Komünist Partisinin olduğu, başka hiçbir partiye izin verilmediği, insanların mülkiyet haklarının, din ve vicdan özgürlüğünün, seyahat haklarının, siyasal örgütlenme, muhalif gazete çıkarma haklarının olmadığı bir yönetimdir. Bütün haberleşme araçları Komünist Partisinin tekelindedir. Zaten Komünist olmayanların gazete, kitap çıkarmaları mümkün değildir. Radyo, TV gibi bir araçtan yararlanması da mümkün değildir. Komünist olmamak, Komünist Partisine muhalefet etmek, hain, ajan ve akıl hastası sayılmak demektir. Nazım Hikmet işte böyle bir idareyi savunmuş, ona kaçmış ve ondan maaş alarak hayatını yaşamıştır. Ailesini, eşini, çocuklarını terk etmiş gittiği her yerde yeni bir sevgili ile hayatını devam ettirmiştir.

 

Nazım’ın Stalin’e muhalefet ettiği bunun için şiir bile yazdığı iddia edilir. Oysa Stalin bir diktatördü. Yerine gelen Kuruşçev’de bir diktatördü. Bu yüzden ölen bir diktatöre sadakat sürdürülerek yeni diktatörle yola devam edilemez. Ölene gösterilen sadakatin, onun yerine gelene tahsis edilmesi kaçınılmazdır. Stalin’in sağlığında onu eleştiren bir şiiri, bir yazısı olmadığı gibi ölümünden sonra yazdığı şiirde bu iddiayı yalanlamaktadır.

 

Nazım’ın büyük bir yurtsever olduğu iddiası da hayli şüphelidir. Türkiye’nin işgal altında olduğu dönemde (1919-1923), savaşın ortasında her yaştan her seviyeden insana ihtiyaç duyulduğu bir esnada, Nazım 1921’de işgalin, savaşın ortasında, Bolu’daki edebiyat öğretmenliğini bırakarak Moskova’ya gitmiştir. Onun Moskova’ya bu ilk gidişini iyi niyetle, yurtseverlikle açıklamak mümkün müdür? 1924’te Türkiye’ye dönmesi de, Türkiye’de Komünistliği yaymak içindir. Sovyet idaresinin bir benzerini Türkiye’de kurmak ve Türkiye’yi SSCB’ye bağlamak amacındadır.

 

İkinci Dünya savaşından hemen sonra, Stalin Türkiye’den Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliğine bırakılmasını, İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçişte SSCB’ye ayrıcalıklar tanınmasını ister. Türkiye’yi yönetenler Stalin’in bu taleplerinden elbette tedirgin olurlar. Çünkü Sovyetler Birliği ikinci Dünya savaşının galibi olan ülkelerden birisidir. Küresel bir güçtür. Türkiye’nin tek başına Sovyetler Birliğine karşı kendisini koruyamayacağı görüşünden dolayı ABD öncülüğündeki Batı Blokuna katılmak isterler. Daha sonra NATO’ya bu yüzden üye olmak isterler. Yurtsever olarak bilinen Nazım kendi ülkesinden toprak isteyen yayılmacı, işgalci Sovyetlerin tarafını tutmaya devam eder ve hapisten genel afla çıkınca yine Moskova’ya kaçar. Sovyetlerin Türkiye’den toprak istediği, Türkiye’yi açıkça tehdit ettiği bir dönemde Nazım’ın Türkiye’de askerlik yapmamak için Moskova’ya gidişi yurtseverlik duygularıyla açıklanabilir mi? Rusya’yı ikinci vatanı bildiğinden belki Rusya’yı Türkiye’ye tercih etmesi, üstün tutması olarak açıklanabilir. 1930’larda yazdığı “Kuvay-ı Milliye Destanı” onun Türkiye’ye karşı Rusya’yı tercih etmediğini de göstermez. Çünkü bu destanı Mustafa Kemal’e kendini beğendirme isteği ile yazdığı iddialarının yanında 1951’de yeniden Moskova’ya gidişi de dikkate alındığında Kuvay-ı Milliye destanında yer verdiği önceki görüş ve tutumundan vaz geçtiğini ortaya koymuş olmalıdır. Aksi halde askerlik yapmak yerine Moskova’ya niçin gitsin? Moskova’ya gidişini de “sürgün” olarak görmek eğlenceli olur. Bir insan kendi gönül rızası ile bir yere kaçarsa, bu kaçışı pek çok değişik şekilde görmek anlamlandırmak mümkündür ama sürgün olarak görmek ise sürgün kelimesinin anlamını değiştirmeden mümkün olmayacaktır.

 

Nazım Hikmet elbette bir komünist olarak din, özellikle de İslam dini hakkında son derece önyargılı ve hatta düşmanca takıntıların sahibi olmuştur. Çünkü onun sahiplendiği görüşe göre din; “feodalite döneminde üst sınıfların alt sınıfları ezmek sömürmek ve uyutmak için uydurdukları bir üst yapı kurumudur.” Bu görüşü iledir ki Hz. Muhammed ve diğer peygamberler hakkında son derece seviyesiz ve edep dışı şu beyti ile aslında dinler ve özellikle İslam dini hakkında kin ve düşmanlığının yanı sıra ölçüsüz bir cehaletin de sahibi olduğunu göstermiştir: 

 

 “Zekeriya zikrini bir derin aha verdi

Doğdu İsa bikrini Meryem Allah’a verdi

Çalışan esirlere İsa, Musa, M……..,

Sade bir kuru dua bir tütsü buhur verdi

Hayal cennetlerinin yollarını gösterdi.”

 

Şiir sanatında zirvede olan isimlerden birisi olduğu hemen herkes tarafından teslim edilen Necip Fazıl Kısakürek Babıali adını verdiği anılarından oluşan kitabında; Nazım Hikmet için “Nazım şuydu, buydu;  hususiyle Mistik Şair’in gözünde kurgulu bir (robot), muhteşem bir ahmaktan başka bir şey değildi, ama inanmış bir adamdı…her şey onda geri, ileri, sınıf, zümre, burjuva, köylü, patron, işçi gibi tabirlerle, Moskova tertibi ezberleme bir lûgaritma çerçevesi içinde ve birkaç kelimelik leke sabunu (prospektüs-tarife) leri halinde…”

 

Nazım Hikmet’in 1921’de Moskova’ya gitmezden önce yazdığı İstanbul’un fethi hakkındaki “Yedi Yüz Elli Yedi” başlıklı Şiiri:

İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu;                         O ne mutlu bir kulu imiş Allah’ın

Rum Konstantiniyyesi oldu Türk İstanbul’u!                 Belde-i Tayyibeyi fetheden padişahın

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi.                          Hak yerine getirdi en büyük niyazını:

Türkün genç padişahı, bu gün yarılır gibi                      Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını

Girdi Eğrikapıdan kır atının üstünde                              İşte o günden beri Türk malı İstanbul.

Fethetti İstanbl’u sekiz hafta üç günde!                          Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.

                                                                                                      Ocak 1921    Nazım Hikmet

Nazım Hikmet Haziran 1951’de Adnan Menderes Hükümeti’nin aldığı bir kararla Türkiye Vatandaşlığından çıkarıldı. Kendisini A. Menderes’in mirasçısı sayan T. Erdoğan hükümeti’ nin aldığı bir kararla Ocak 2009’da yeniden Türkiye vatandaşı yapılmıştır. Yine 2007’de T. Erdoğan Hükümeti’nin Kültür Bakanlığı tarafından, Nazım Hikmet’in hayatını konu edinen “Mavi Gözlü Dev” adını taşıyan filmde o zamanın parası ile 175.000 TL ile desteklenmiştir.

Nazım Hikmet, hak ve özgürlük arayan bunun mücadelesini veren bütün insanlık için, bu arada Müslümanlar için, özellikle yurtları Sovyet işgaline uğrayan kendileri tehcir ve katliama uğrayan Kafkasya, Kırım, Türkistan Türkleri için Sovyetler Birliğinin “maaşlı adamından” başka bir şey değildir. Türkiye için ise, Türkiye’den toprak talep eden bunun için Türkiye’yi tehdit eden ve Türkiye’nin NATO’ya girmesinin de siyasal zeminini oluşturan Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliğinin “kışkırtıcı bir elemanıdır”.

 

 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

Beşir Ayvazoğlu, Peyami / Hayatı Sanatı felsefesi Dramı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1998.

Ergun Göze, Peyami Safa-Nazım Hikmet Kavgası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1995.

Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1976.

Öner Yağcı, Nazım Hikmet Aydınlığı, Berfin Yayınları, İstanbul, 2003.

Orhan Karaveli, Tanıdığım Nazım Hikmet, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2008.

Saime Göksu-Edward Times, Romantik Komünist / Nazım Hikmet’in Yaşamı ve Eseri, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2007.

Vala Nurettin Vanu, Bu Dünyadan Bir Nazım Geçti, İlke Kitap Yayınevi, İstanbul, Tarihsiz.

Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet’in Son Yılları, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2001.

Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank