content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

10 May

“Müslüman Antikapitalistler” ve 1 Mayıs

Yorgunluğu bahane eden eringenliğim Nisan’ın 30’u akşamı beynimin delişmenliğine yenik düştü. SGK beyannameleri, Muhtasar, KDV,  Ba-Bs Formları,  internet ortamında gönderilmiş; 2011 bilançoları bin bir güçlükle mükelleften elde edilen bilgilerle kapatılarak Kurumlar Vergisi Beyannameleri ve Kesin Mizanlar da nihayet yollanmıştı. Eve geç gelmiş, kanallar arasında dolaşıyordum. Dizileri nicedir izlemiyorum, bitmek bilmiyor, uzadıkça uzuyor. Sanki 1,5 saate 2-3 günü sığdırıyorlar, bu diziler tabi ki 2 yılda sürer 3 yılda.. Lakin izleniyorlar da!..

Neyse, adı lazım değil, haber kanalının birinde kimi kirli sakallı, kimi sakallı, kimi sakalsız, kimi saçlı sakallı gençler ayet ve hadislere dayanarak sorulan sorulara yanıt yetiştiriyorlardı heyecanla.. Dikkatimi çekti, durdum. O arada Prof. Nevzat Yalçıntaş’ı gördüm. Bir anım çaktı zihnimde, konuşmalar devam ederken saniyeler içinde: Nevzat Yalçıntaş’ın milletvekilliği dönemiydi. Bir TV programına açtığı İstanbul’un kırsalındaki (Çatalca olabilir) yeni yaptırdığı evinde mutlu, güler yüzlü İslami bir yaşam sürdüğünü anlatıyor. Ev zevkli bir mimari ve zenginliği yansıtıyor. Hemen kıyasen Atışalan’ı, Esenler gibi İstanbul’un bir zamanlar gecekondu muhiti olup, şimdi merkezinde kalan gettolarında 80-90 m2 lik evlerde 5-6 kişi ve hatta gelin-kaynana bir arada yaşayan dindar hemşerilerim geldi aklıma ve şöyle düşünmeden edemedim: “En iyi Müslümanlık bile zenginlikte yaşanıyor be vallahi (!)”. Yani velhasıl bizim “getto Müslüman hemşerilerimiz” ne yaparlarsa yapsınlar misal bir Katar Emir’i kadar Müslümanlığı yaşayamazlar. Ve dahi yani, öbür taraftaki yarışa 1005 arşın geriden başlamış olacaklar Katar Emiri’ne göre.(!)

Tabii bunlar saniyeler içinde zihnimden geçenler.. Derken İhsan Eliaçık’ın (Sosyal İslamcı diyorlar) kestirmeden diklenen, sabırsız sesi ile kameraların görüntüsüne girmesiyle, dur bakalım bu programda bir iş var, dedim.

Her şey kendi karşıtlığını içinde barındırır derler ya, hani şu Hegel ve Marks’la özdeşleşen Tez-Antitez-Sentez (Sav-Karşısav-Çözümleme) üçlemesine gönderme yapılarak. Doksanlı yılların üniversitesinde İslami bir düzen için mücadele eden gençler büyümüş, bu arada birlikte mücadele verdikleri “ağabeyleri” iktidara gelmiş. Ama gençlik yıllarının son demlerini yaşayan bu bir dönemin Müslüman aktivistleri (Neden eylemci demezler anlamam, eylemci olmak solcu olmak anlamında mıdır ne?.), birlikte mücadele verdikleri ağabeylerinin, iktidara geldiklerinde, o özlemini duydukları “Müslüman müslümanın kardeşidir” hadisini yaşama geçiremediklerini ve anamalcı, kapitalist olduklarını düşünüyorlardı. Ve bu düşüncelerini başta Maun Suresi olmak üzere bunu çeşitli ayet ve hadislerle destekliyorlardı. Ve hatta 18 Temmuz 1968’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 6. Filo (ABD) askerlerini Dolmabahçe’de denize dökerken onlara saldıran “daha büyük ağabeylerinin yaptıklarını” da eleştiriyorlardı. Ve 1 Mayıs’ta, “önce Fatih camiinde temsili cenaze namazı kılıp (Uludere’de Sivas’ta öldürülenler ve tüm mazlumlar için) sonra 1 Mayıs alanına gideceklerini” söylüyorlardı. Nevzat Yalçıntaş, “neden solcuların çadırını kullanıyorsunuz?” (her halde solcularla birlikte hareket edip aynı eylem türünü seçiyorsunuz demek istiyordu), dediğinde, “biz kendimizi “Müslüman antikapitalistler” olarak görüyoruz, böyle bir değerlendirmeyi artık kabul etmiyoruz”, diyebiliyorlardı. Bu “Müslüman antikapitalist” gençler arasında iddialı bayanlarda vardı ve özgüven içinde düşündüklerini ifade edebiliyorlardı. Şu tespitleri ise o taraftan yeni duyduğum bir şeydi: “Biz sopayı tutanlarla değil sopayla ilgileniyoruz. Sopayı tutanlar değişiyor ama sopa yine mazlumun tepesine inmeye devam ediyor” (aklımda kaldığı kadarıyla).

Kapitalizmin bir iyi tarafı da bu galiba; kimilerinin gerçek niyetini ortaya çıkarırken, kimilerinin de gerçekleri görmesine neden olabiliyor.

Kimse bugünden bakarak kendi kendini kandırmasın, 1990’larda siyasal İslamcı kesim ve özellikle gençlikte Türkiye için şeriat düzenine geçme özlemi, niyeti ve eylemi vardı. Almanya’dan, Avusturya’dan ve hatta Avustralya’dan gelen arkadaşlar bile, karınlarını doyurdukları Hıristiyan ülkelerin rejimleriyle değil de, Türkiye’de şeriatın hangi baharda gelebileceğinin hesaplarını yapıyorlardı. Bu hay huy içinde ben, dostluğum olan veya samimi bulduklarıma, İslam’ın bu sosyal (ve hümanist) yönünü anlatmaya çalıştığımda, “batılı kavramlar” oldukları için İslami düzeni anlamakta ve anlatmakta kullanılamayacağı düşünülerek (veya düşünmeyerek) küçümsüyorlardı. Gel gör ki bu şeriat beklentisi olanlar her ne kadar İslam’ın 5 şartında ve 32 farzda (ibadet ve ritüeller) hem fikirdiler iseler de, her akımın, cereyanın, cemaatin kendine göre bir şeriat (toplum) anlayışı vardı. “Hanginizin şeriatı?” diye sorduğumuzda bunun üzerinde durmanın harekete zarar vereceğini, şer-i düzene geçildiğinde bunun bir şekilde çözüleceğini söylerlerdi. Bugünlerde bu “şer-i toplum” anlayışındaki dağınıklık, Gülen Cemaati (Hizmet Hareketi) aracılığıyla serbest piyasacı bir ortak paydaya dönüştürülmüş görünüyor. Yani rekabet ve eşitsizlikleri fıtratın gereği; adil paylaşımı “hak” değil “yardım” (lutuf) olarak kabullenen bir şer-i anamalcı anlayış yeni şer-i toplumun (dindar nesillerin) ortak paydası olarak yükseliyor… derken, karşılarına, anamal karşıtı bir başka şer-i toplum yanlıları çıkıyor. Gelecek onlu yıllar ilginç olacak gibi..

Ve ben bunun üzerine 1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanına gitmeye karar veriyorum. Bu “antikapitalist Müslümanlarla aynı alanda olmak için ve onları desteklemek için (ayrı yönlerden alana girdiğimiz için karşılaşamadık). Ve 1 Mayıs’ta diğer meslek odaları ile (İstanbul Tabipler Odası, İstanbul Mimarlar ve Mühendisler Odası) Dolmabahçe’den Taksime yürüyen İSMMMO kortejinde yerimi aldım. Arkamızda İşçi Partisi, önümüzde Halkın Kurtuluşu Partisi; yerinde duramayan bir arkamızda, bir önümüzde bir yanımızda gördüğümüz TKP’lilerle alana vardık. Her bir yanımız sağlamda, diye gülüştük yanımdaki meslektaşımla..  

Alanda İşçi Bayramı için gelen işçilerden çok, gençler ve “küçük burjuva aydınlar” daha ağırlıktaydı. İşçiler ekmek parası peşinde olduğu için onlar adına bizler bağırdık alanlarda.. (J).04.05.2012

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank