content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

14 Nis

Milli Eğitimin Kurtarıcıları

TBMM’de 29 Mart 2012’de zorunlu eğitimin 12 yıla (4+4+4 şeklinde) çıkarılması ile birlikte, zorunlu eğitimin ikinci ve üçüncü kademesinde,

seçmeli ders olarak Kur’an ve Hz. Peygamber’in Hayatı (Siret) kanunlaştırıldı. Son yıllarda TBMM’nin aldığı en önemli kararlardan birisi bu olmalıdır. Karar 81 red oyuna karşılık 305 oyla kabul edildi. Tevhid-i Tedrisat Kanunundan 88 yıl sonra aynı TBMM’den böyle bir kararın çıkması sevindiricidir.

Hatırlanmalıdır ki Tanzimat döneminde Avrupa’daki okullar esas alınarak kurulan Nizami mekteplerin yanında geleneksel Medreseler de varlığını sürdürmüştür. Tanzimat sadece eğitim de değil hukuk alanında da ikili bir düzen tesis etmişti: Bir yanda geleneksel şeri hukuk ve şeri mahkemeler diğer yanda da nizami hukuk ve nizami mahkemeler varlığını 1924’e kadar sürdürmüştür. Bu nizami ve medreseli (ikili) eğitimin müfredatı ve amaçları oldukça farklıydı. Biri birini tamamlayıcı mahiyette değildi. Kurum olarak da biri diğerini gereksiz görmekten hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Yani bu ikili eğitim düzeni aynı zamanda ciddi bir mücadelenin de varlığına sebep olmuştur.

Ne var ki Cumhuriyet ile birlikte bu ikili eğitim birisinin (medresenin) ortadan kaldırılması ile sonuçlandı. Medreselerde aslında temel olarak dini-islami eğitim verilmekteydi. Ama medreselerin tümü resmi değildi. Hayır sahipleri, vakıflar tarafından ihtiyaçları karşılanan özel mahiyette de medreseler vardı. Medreselerin kapatılması ile birlikte, Tavhid-i Tedrisat yasası din eğitimini devlet tekeline almış oldu. Hiçbir özel kuruluş artık din eğitimi veremez oldu. Üstelik bir süre sonra, devlet din eğitimi alanında kendi tekelini kurmuş olmasına rağmen, kısa bir süre de din eğitimi devlet okullarının müfredatından da çıkmış oldu. İyi niyetli pek çok kimsenin kendi çabasıyla ve hiçbir dünyalık beklentisi olmaksızın Kur’an öğretme çabası da “Kaçak Kur’an Kursu” diye nitelendirilmesine ve acımasızca cezalandırılmalarına neden oldu. Cumhuriyet dönemi, böylece Kaçak Kur’an Kursu gibi ibretlik deyimlerin de ortaya çıkmasına yol açtı.

Tevhid-i tedrisat yasası ile birlikte Şeriye ve Vakıflar Bakanlığı da kaldırıldı. Devlet vakıfların bütün mal varlığına el koymuş oldu. Varlığına el konulan vakıfların önemli bir kısmı zaten medreselerin ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Cumhuriyet idaresi medreseleri kapattığı gibi onların mali ihtiyaçlarının kaynağı olan vakıf mallarına da el koymuş oldu. Bir yıl sonra (1925) Tekke ve Zaviyelerin de kapatılması ile din eğitimindeki devlet tekeli bütünüyle tamamlanmış oldu. 1950’den beri ekonomide devlet tekelinin kaldırılması çabaları büyük mesafeler almış ve uygulanmışken, din eğitimindeki devlet tekeline şimdiye kadar hiçbir iktidar müdahale edememiş oldu.

Din eğitimindeki özgürleşme her şeyden önce bu alandaki devlet tekelinin kaldırılması ile mümkün olacaktır. Devlet zoruyla el konulmuş olan vakıf mallarını asli sahiplerine iade edilmesi ile tamamlanacaktır. Ne var ki AKP doğrudan böyle bir düzenleme yapmak yerine, madem ki din eğitimini devlet bütünüyle (tevhidi tedrisat yasası ile) üstüne almıştır vatandaşta din eğitiminin bütün okullarda yapılmasını istemektedir; o halde zorunlu eğitim kapsamında bu konu da hak ettiği ölçüde yerini almalı diyerek, Kur’an ve Siret derslerini seçmeli ders olarak kanunlaştırmıştır. AKP’nin attığı bu adımın son derece hayırlı, faydalı ve ileri bir adım olduğu teslim edilmelidir. 1924’ten bu yana resen İmam hatip Liselerinin dışındaki bütün okullardan Kur’an ve Siretin uzak tutulması gibi kabul edilemez bir yanlışa son verilmesi son derece ciddi bir olaydır. Ne var ki bu olayın bir başlangıç olduğu da teslim edilmeli, Tevhid-i Tedrisat yasası ile din eğitiminde kurulan devlet tekelinin kaldırılması, vakıf mallarındaki devlet gaspının sona erdirilmesi bu işin olmazlarındandır.

Tevhid-i Tedrisat yasası ile eğitim (medrese ve mektebin bir araya getirilmesi ile) birleştirilmiş (tevhid edilmiş) olmadı. Sadece medreseler kapatılmış oldu. Bununla da medrese kalmayınca eğitimin birleştirilmiş (tevhid edilmiş) olduğu varsayıldı. Elbette bu bilinçli bir seçimdi. Çünkü din eğitimi alanında hem devlet tekeli kurulmuş oldu. Özel şahıs ve kurumların bu işle uğraşmaları engellenmiş oldu. Normal okullarda da din eğitimi verilmeyince, böylece eğitim tevhid edilmiş, Tanzimat’ın ikili eğitim düzeni ortadan kaldırılmış oldu. Şimdi 88 yıl sonra Kur’an ve Siret’in yeniden ders olması ile birlikte bu büyük yanlıştan kısmen dönülmüş oldu.

Belki bu yanlışın ortadan kalkmasının tamamlayıcı düzenlemelerinden birisi de Diyanet İşleri Başkanlığı(DİB) statüsünün yeniden ele alınması ile mümkün olacaktır. Çünkü DİB bu haliyle siyasi otoritenin müdahalesine fazlasıyla açık, kendi başına bir program geliştirmekten aciz bir kurum durumundadır. DİB’nın belki özerk bir yapıya sahip olması, yöneticilerinin kurum içinden seçim yoluyla belirlenmesi düzenlemenin akla gelebilecek ilk kısmıdır.

Milli Eğitim alanında kabul edilmelidir ki köklü değişimler 29 Mart 2012’deki yasal düzenlemeyle başlamıştır. AKP’nin iktidar olmasının üzerinden 10 yıl geçmesinden sonra bu konuya el atabilmiş olması elbette konunun önemsiz olmasından çok Türkiye’de muktedir olabilmenin şartları ile açıklanabilir. AKP’nin ilk üç Milli Eğitim Bakanı (E.Mumcu, H.Çelik, N.Çubukçu) eğitim alanında kayda değer, kalıcı bir değişiklik yapamadan, AKP’nin ilk dokuz yılını tüketmişlerdir. Eğitim alanındaki köklü değişimler ise Ömer Dinçer’in bakanlığına rastlamıştır. AKP’li Milli Eğitim bakanlarının ortak bir özelliği de Milli Eğitim personeli hakkında fazla olumlu kanaat taşımamaları olmuştur. Milli Eğitim personelini daha çok eğitime muhtaç, haftada ancak 15 saat çalışan bir camia olarak görmüşlerdir.

Milli Eğitimde bu köklü değişimlerin yaşandığı bir dönemde; öğretmenlerin iyi yetişmediği, yetersiz oldukları her beş yılda bir sınava alınacakları gibi bir hükümet kararı ilan edilmiştir (Bugün Gazetesi, 8 Nisan 2012) Her meslek camiası gibi öğretmenlerinde iyi yetişmesi için yeni önlemlerin alınması gerekli olabilir. Ancak bu önlemler, halen öğretmenlerin iyi yetişmediği haberleriyle birlikte ilan edilirse bu hem doğru olmaz hem de gerçekçi olmaz. Hangi meslek erbabı her beş yılda bir sınava tabi tutulabilir? Mesela hakimler, savcılar, doktorlar, subaylar, vb göreve başlamalarından sonra her beş yılda bir sınava tabi tutulabilir mi? Hayır akla bile gelmez. O halde bu yeterlilik sınavının öğretmenlerle sınırlandırılması haksızlıktan öteye bir aşağılama sayılır.

On yıldır AKP’li Milli Eğitim Bakanları ve onların emrindeki daha alt düzeyli yöneticiler ne istemişlerde öğretmenlere yaptıramamışlardır? Onların isteyip de öğretmenlerin yapmadığı bir örnek bulmak kolay değildir. Buna rağmen Milli Eğitimde iyi bir yere gelinememiş ise bunun sorumluluğunu pramidin tepesinden başlayarak aramak daha gerçekçi olmaz mı? Siyasi otoriteyi temsil eden şahıs ve makamlarda bir özeleştiri yapmalıdır. İstenilen sonuç elde edilemeyince bunun sorumluluğunu sahadaki öğretmene çıkarmak doğru değildir.

Uygulamaları ile Milli Eğitimden zerrece anlamadığı görülen bakan ve üst düzey yöneticilerinin on yılda elde ettikleri hasılayı sessiz çoğunluk olan öğretmenlerden bilmek yeni bir on yılı daha kaybet demektir. Kalite bu camianın aşağılanması, zaten toplum içinde iyi bir yerde olmayan saygınlıklarını yeniden sorgulatmakla elde edilemez.

Milli Eğitim bakanları, Türkiye’de kendilerini kurtarıcı gibi görmeğe çok heveslidir. Kendilerinden önce bu işlerin hiç de iyi yürümediği ancak kendileri ile birlikte her şeyin düzelmeye başladığı önyargısı ile davranmaktadırlar. Eğitim camiasının bu kurtarıcılardan kurtulması da bir ihtiyaçtır. Bakanlarda kendilerinin her şeyi çok iyi bilen olmadığını belki kendileri olmasa bile bazı işlerin daha iyi yürüyebileceğini teslim ederek davransalar, yönettikleri camiayla kaynaşmaları, onları iyiliğe, başarıya, kaliteye yönlendirmeleri daha kolay ve daha mümkün olabilir.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

1-B. Tarhanlı, Müslüman Türk Toplumunda Laik Devlet-Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, Afa Yayınları, İstanbul 1993.

2-İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam, Dergah Yayınları, İstanbul 2008.

3-Mustafa Öcal (editör), Tanıkların Dilinden Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Dini Hayat, I, Ensar Neşriyat, İstanbul 2008.

4-Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, eser yayınları, İstanbul 1977.

5-Tarih IV, Maarif Vekaleti Yayınları, İstanbul 1934.

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank