content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

18 Nis

Mezhep Savaşları Hikayesi

Türkiye’nin NATO’da ne işi var sorusu son dönemde daha çok sorulur oldu. Hatırlamak lazım ki Türkiye’nin NATO’ya girişi haklı haksız SSCB tehdidi sonucunda olmuştur. Gerçekten SSCB’nin Türkiye’ye saldırması halinde NATO üstelendiği Türkiye’yi savunma görevini yapar mıydı? Sorusunun cevabı kesin olarak bilinmiyor ama girişin gerekçesi bu olmuştur. Ancak SSCB’nin dağılması ile birlikte Türkiye için bu tehdidin de ortadan kalktığı açıktır. Türkiye’nin NATO’ya girmesinin gerekçeleri günümüz için artık söz konusu değildir. Üstelik SSCB’ye karşı savunma amacıyla kurulan NATO’nun varlık nedeni SSCB’nin 1991’de dağılmasından sonra esastan değişikliğe uğramış, SSCB’nin yerini İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher’in açıklamasına göre “NATO için tehdit İslam” olmuştur. Böyle bir NATO içinde Türkiye’nin ne işi olabilir? Komşularına NATO saldırısı olsa Türkiye engel olabilir mi? Böyle bir saldırı içinde açıkça ben yokum diyebilir mi?

Afganistan örneğinde görüldüğü gibi Türkiye, “Afganistan’a asker göndermem” diyememiştir. Her ne kadar Türkiye’nin Afganistan’daki askerleri muharip değil, eğitim, lojistik, güvenlik gibi savaş dışı alanlarla görevini sınırlandırmış olsa da Afganistan’ı işgale giden büyük katliamlar yapan, işkenceler eden, Afganistan’ı viraneye çeviren ABD ve NATO’nun bir müttefiki olarak Türkiye’nin Afganistan’da asker bulundurmasının ne Türk vatandaşları ne de Afganlılar için hiçbir makul tarafı yoktur.

NATO’da her ne kadar kararlar ittifak ile alınıyor ise de sonuçta her nasıl oluyorsa üye ülkeler bazı konularda ABD’nin istediği kararları ittifak ile almış oluyorlar. Bu durum NATO kararlarının ittifakla alınmasını anlamsız hale getiriyor.

İran’ın nükleer silah geliştirme programının başarıya ulaşması halinde, İran’ın nükleer silahlarını, füzelerini engellemek için geliştirilen Füze Kalkanı projesine Türkiye uzun süre muhalefet etti ama bazı değişikliklerle sonuçta Füze Kalkanı olmasa bile onun bir parçası sayılacak Uyarı Sistemi adıyla bilinen Füze radar sitemi Malatya’ya yerleştirildi. Bu her ne kadar erken uyarı bir radar sistemi ise de İran’ı hedef almadığı açıklanmış ise de İran yönetiminin bunu sorun edindiği görüldü.

İran savunma ve dış tercihlerini yaparken komşularını asla hesaba katmıyor. Bir ulus devletin bütün özelliklerine sahip olan İran, kendi menfaatine gördüğü her şeyi yapıyor. Bunu kendisi için bir hak olarak da görüyor. Ama aynı hakkın komşuları için de geçerli olacağını asla önemsemiyor. İran’ın ulusal menfaatlerini de İslam’ın menfaatleri sayabiliyor. İran sömürgeci ülkelerle her türlü işbirliğini, savunma, enerji vb alanlarda pek çok anlaşmalar yapmayı kendisinin doğal bir hakkı sayabiliyor. Çin ve Rusya ile İran’ın ilişkileri bunun açık örnekleridir. Sömürgecilik konusunda Çin ve Rusya’nın da ABD’den geri kalır bir tarafı yoktur. Buna rağmen İran, kendisinin başka Müslüman ülkelerin veya Müslüman toplulukların zararına da olsa Çin ve Rusya ile her türlü ilişkisini meşru, olağan ve hatta gerekli bilmesine karşılık Türkiye’yi veya başka bir ülkeyi aynı hakkın sahibi gibi görmemektedir.

Şiilik çıkış yeri itibarı ile Irak olmasına karşılık, Safavi Hükümdarı Şah İsmail’in çabaları ile İran’a mal olma çabasına girmiş ve bu yolda epeyce yol da kat etmiştir. Her ne kadar Şah İsmail’in Şiilik anlayışı kendine has taraflar taşısa ve kendisi Fars değil Türk olsa bile bu farklılıklar bu gün için önemini yitirmiştir. İran için Şiilik çoğu kere ulusal menfaatlerin bir aracı halini almıştır. Her ne kadar Azerbaycan Ermenistan ihtilafında İran Şiiliği unutarak Ermenistan taraf olan bir siyaseti tercih etmiş ise de Irak ve Lübnan hatta Afganistan ile olan ilişkilerinde Şiilik temel belirleyici unsur haline gelmektedir.

İran’ın Arap coğrafyası ile olan ilgisi/ilişkisi Şiilikten başka bir faktörle açıklanabilir mi? Şii toplulukların İran’a duydukları sadakat, Şiiliğin İran Ulusal çıkarlarını temin eden yayan genişleten bir araç durumuna getirmektedir. Suriye’deki Nusayriler Şii değillerdir ama Suriye üzerinden Lübnan Şiilerine İran’ın kolayca ulaşması bu nedenle Suriye’deki Nusayri İktidarına yakınlık duyduğu şeklindeki iddialar Irak’ın İran yanlısı hiziplere teslim edilmesiyle birlikte inandırıcılığını büyük ölçüde kaybetmiştir. Çünkü Irak üzerinden Lübnan’a ulaşmak ; İran için mümkün olmuştur. Buna rağmen İranlı yöneticiler Suriye’yi beş on sene öncesine göre daha çok sahiplenmiştir. Arap coğrafyasında irili ufaklı adacıklar halinde meskun durumundaki Şiilerin İran’a olan sadakatleri dikkate alındığında, nükleer güce sahip olacak bir İran’ın komşuları için bir dostluk ve kardeşlik telkin edeceğine inanmak giderek ortadan kalkmıştır.

Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki muhalefeti koruma kaygısı Türkiye’nin Sünniliği ile açıklanabilir mi? Türkiye’nin böyle bir özelliğe sahip olması İran Türkiye üzerinden bir mezhep savaşının da gerekçesini ve zeminini oluşturmaz mı?

Türkiye’yi dış siyaset oluştururken “Sünnilik vasfına” göre tercih yapar demek gerçekçi olmaz. Türkiye anayasasına göre laik bir ülkedir. Diğer tanzim edici mevzuatı da buna paraleldir. Ancak teslim etmek gerekir ki Türkiye’de Cumhuriyet devrinde egemen olan dış siyaset anlayışı T.Erdoğan döneminde önemli ölçüde değişmiştir. Başta Filistin olmak üzere İslam dünyasının sorunları ile daha çok ilgili bir siyasete şahit olmaktayız. Türkiye laik kimliği ile İslam dünyasında boy göstermiş olsa, İran ile karşı karşıya gelecektir. Aynı Türkiye laik vasfını hesaba katmaksızın Müslüman kimliği ile İslam dünyasında bir rol üstlenmeğe kalkışsa da İran ile karşı karşıya gelmesinin şartları her zaman vardır. Suriye örneğinde olay ele alındığında; Suriye ile Türkiye’nin 910 km’lik sınırı vardır. Suriye’de yaşayan Arapların, Türklerin, Kürtlerin hatta Nusayrilerin Türkiye’de akrabaları vardır. Yani Suriye’de Arap, Kürt-Türk-Nusayri’nin başına gelecek olan her felakete tepki gösterecek bir akrabası Türkiye’de vardır. Suriye’de şartları neredeyse tamamlanmak üzere olan iç savaşın başlaması halinde Türkiye’ye yönelecek büyük göç dalgası, uzun sınır çizgisi Türk makamları için ciddi bir kaygı nedeni olmalıdır. Dikkat edilirse aynı özellikler İran için söz konusu değildir. İran daha çok Arap dünyasında etki alanını genişletmek için Suriye gibi bir ülkeye fazlası ile muhtaçtır. Azınlık bir tabana dayalı olması, Arapların çoğunluğunun nefretine yol açacak iç ve dış siyaseti tercih etmesi de Suriye Baas iktidarını daha fazla dış desteğe muhtaç duruma getirmiştir.

Buna rağmen T.Erdoğan idaresindeki Türkiye’nin Suriye’nin mazlum halkına olan ilgisi bir Sünnilik refleksi ile açıklanabilir mi? Doğrusu bu açıklama inandırıcılık taşımamaktadır. Çünkü aynı Türkiye’nin Irak’taki patlamalardan dolayı mağdur olanların mezhebi özelliğine bakmaksızın hepsine yardım etmeye çalıştığı, yaralıları Türkiye’ye getirip tedavi ettiği bilinmektedir. İran’ın benzeri bir uygulaması olmuş mudur? Üstelik İran’ın yönlendirmesi ile Irak Başbakan’ı Nuri El-Maliki Türkiye’nin Irak’ın iç İşlerine karıştığı suçlamasını yapmaktadır. Irak’ın iç işlerine karışmak bir yana Irak’ı işgal eden ABD’ye karşı bir tek cümlelik itirazı olmayan Maliki, İran’ın isteği ile Türkiye’ye karşı tavır geliştirebilmektedir.

Türkiye’nin Suriye halkını koruma kaygısını bir mezhep rekabeti gibi görmek ve gelecek adına kaygılanmak çok isabetli görünmemektedir. (Akif Emre; 12 Nisan 2012 Yeni Şafak Gazetesi Mezhep Çatışmasının Temeli Var mı? / Ali Bulaç; 14 Nisan 2012 Zaman Gazetesi. Türkiye ve İran Reel Politiği)

Herkesçe bilinen ve paylaşılan bir kural vardır ki, farklı mezheplerden olanlar bir birlerinden kız alıp veriyorlarsa, bir birlerinin camilerinde namaz kılıyorlarsa, mezhep çatışmasının sosyal bir zemini yok demektir. Bu kurala göre Sünni ve Şii olanlara dikkat edildiğinde durum iç açıcı olmasa bile tarihi tecrübe göstermiştir ki kaygılanmak içinde fazla bir neden yoktur. Ancak her şeyi ABD benzeri sömürgeci hegemonik ülkelerin komplosu ile açıklamayı tercih edenlere bakılırsa Suriye olaylarını bile bu formülle açıklamak mümkündür. (Salih Tuna: 10 Nisan 2012 Yeni Şafak Gazetesi Korkunç İşgal Planı) ABD’nin gerçekten böylesi işgal planları olabilir. Ancak Nuri El-Maliki’nin Irak’ta Sünni Arapların Lideri durumundaki Tarık El-Haşimi’ye yaptıklarının bir ABD siyaseti olduğunu söylemeye imkan yoktur. Bunu El-maliki ve onun destekçilerinin marifeti olarak görmek daha gerçekçidir. Ancak böylesi bir açıklamada ne yazık ki iki mezhep mensuplarından birisine karşı diğerinin yanında yer alma sonucunu doğurmaktadır. İslam dünyasının ana sorunları ne ABD’de ne de Rusya’dadır. Yine bu sorunların nedenini İslam dünyasında aramak daha makuldür. Böyle bir arayışa girenler İran’ın yapıp ettikleri ile daha çok karşılaşmaktadır.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

1-Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik/Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul 2001.

2-Ahmet Eşref, İran’da ulusal ve Etnik Kimlik Krizi/İran Ulusal Kimlik İnşası, Çeviren: Hakkı Uygur, Küre Yayınları, İstanbul 2009.

3-Bülent Keneş, İran: Tehdit mi Fırsat mı? Timaş Yayınları, İstanbul 2012.

4-Gülara Yenisey, İran’da Etnopolitik Hareketler 1922-2004, Ötüken Yayınları, İstanbul 2008.

5-Hamit Algar, 20. Yüzyıl İran’ında Ulemanın Muhalif Rolü, Çeviren: Osman Bayraktar, İz Yayıncılık, İstanbul 1991.

6-Haşimi Rafsancani, Hatıralar, Çeviren: Hakkı Uygur, Pınar Yayınları, İstanbul 2006.

7-Nesip Nesipzade, Bölünmüş Azerbaycan/Bütöv Azerbaycan, Ay-Ulduz Yayınları, Bakü 1997.

8-Ray Takeyh, Gizli İran: İslam Cumhuriyetinde Güç ve Paradoks, Çeviren: Cem Küçük, Ekvator Yayınları, İstanbul 2007.

9-Şahruh Ahavi, İran’da Din ve Siyaset/Pehlevi Devrinde Ulema Devlet İlişkileri, Çeviren: Selahattin Ayaz, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1990.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank