content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

28 Mar

Kürtler ne İstiyor?

Aslında hemen hepimiz biliyoruz Kürtlerin başından beri ne istediğini. Sadece işimize gelmediği için bunu kendimize bile itiraf edemiyoruz. Buna yeltenenleri de zinhar “hain, dönek, satılmış” ilan ediyoruz. Bu damgalamayı da ne yazık ki konu hakkında en az bilgisi olanlarımız ve en cahillerimiz yaptı.

Evet, kalem kılıçtan bile keskindi. Ancak bu meselede asıl keskin olan “cehaletimize mahkûm kör kalemlerimizdi, zehirli sözlerimizdi” ve fikrimiz zikrimiz de buna çaresiz bir teslimiyet halindeydi.

Bu mesele gittikçe hepimizi bir kör kuyunun dibine doğru iteliyor ve atlasların yırtılmasının yüzüncü sene-i devriyesine gelirken “Eski Atlas”, kendini yeniden bu coğrafyanın kaderiymişçesine önümüze getiriyor. İşte bu kaderin kaçınılmazlığı içinde, kendimizi dibine hapsettiğimiz kör kuyudan çıkmak için kendimizi mahkûm ettiğimiz bu esaretten kurtulmak zorundayız.

Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalan bir mesele olmaya başladı. İşin ilginci bu sorunun ne olduğu, çözümünün ne olduğu doğrudan Kürtlere hiç sorulmadı, danışılmadı. Bu süreç hep İttihatçılara mal edilen jakobenizmin gayrı meşru çocuğu diyebileceğimiz “ben yaptım oldu” şark kurnazlığından güç alan bir mantıkla işletildi.

Bu mantıkla Kürtlere vurulan damgadan beslenen üç beş işgüzar siyasetçi ve birkaç benzer taife ile iş tutularak Kürtlerin derdinin tanımı yapılmaya çalışıldı. Kimse Kürtlere adam akıllı sormadı. “Arkadaş, senin derdin sıkıntın ne? Ne istiyorsun?” diyen olmadı. Öyle ya, arada din kardeşliği varsa, her ağzımızı açışımızda, -daha bismillah demeden- Kürtleri zoraki kardeş ilan ediyorsak; ona bir şeyler lütfetmekten önce onun ihtiyacının ne olduğunu sormak gerekmez mi?

Milliyetçilerin Kürtlerle İmtihanı

Zaten şu “Kürt Kardeşim” lafı -affınıza sığınıyorum- ilkelliğin daniskası… Adama resmen “Sen benim kardeşim mardeşim değilsin” diyoruz. Sonra da kendimiz pek öyle hissetmediğimiz halde ondan kardeş sorumluluğunu göstermesini bekliyoruz. Belki yutar diye... Tabii o da yerse… İşimize gelse de gelmese de yemez. Çünkü o da sizin gibi Anadolu çocuğu… Hani Diyarbakır Belediye Başkanı bir gaz ile bir meselede ayıplı bir laf etmişti ya, işte adama normalde tam da öyle derler de bereket bizim Kürtlerimiz henüz edebinde…

Bu arada şu an itibarıyla gerek Kürtlerin gerekse Türklerin bir ötekiyle kardeş olmasını beklemek, tecavüze uğrayan kadını tecavüzcüsünü sevmeye zorlamak gibi bir şeydir. Bu yüzden kardeşlik edebiyatında biraz ölçülü, dürüst ve insaflı olmak gerekir. Kardeşlik mümkün değil mi? Elbette ki mümkün. Aslında zaten kardeştir bu ikisi ancak araya kan girmiştir. Önemli olan bu kanın nasıl yıkanacağını bilmektir. Açılan yara kapanır mı? Her ne kadar yara derinleşmiş olsa da bu yara artık bir şekilde fitil tutmalı. Yoksa kan kanla yıkanmaz. Hele kardeş kanıyla hiç yıkanmaz.

Bu arada Kürtlerin kardeşliği ya da Türklerin Kürtlere duyduğu kardeşlik demişken bu konuda küçük bir samimiyet testi yapmak da faydalı olacaktır. Kürtleri dönemin ideolojik ayrışımının da etkisiyle kendi duygu ve düşünüşüne ortak ederek kardeşçe bünyesinde bulunduran tek siyasi hareket/oluşumlardan birisi de 1980 öncesinin MHP’sidir. Gerçekten de şaşırtıcı gelebilir ama 1980 öncesinde Kürtlerin MHP içerisinde yoğun bir şekilde bulunduğu bilinen bir gerçektir. Bu noktada demokrat sağ geleneğin feodal ilişkilerden hareketle bölge insanına çantada keklik baktığı görülürken sol kesimlerin ve CHP’nin tutunduğu tabanın ise zamanla bugünkü yapıyı besleyen bir işlevi yerine getirdiğini de görmekteyiz.

Türkeş’in Ziya Gökalp’tan ödünç aldığı bir söz vardır: “Kürtler ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm” diye. Türkeş ne kadar samimiydi bunu artık sadece Allah biliyor. Fakat bilinen bir şey var ki, 1980 öncesinde siyaset yapmış Kürtlerin çok önemli bir kısmı Ülkü Ocaklarında ve MHP içerisinde siyaset yapmışlardır. MHP’de Kürtlerin yanında Çerkezlerin, Arapların vs. olduğunu da az çok biliyoruz. Yani Türkeş’in o dönem ki MHP’si, ideolojik bir kavga içerisinde olsa da etnik bir barışı sağlamış görünümdedir.

Günümüz MHP’si bu ayrıcalığını kaybetmiş, 1980 öncesinde Tunceli’de, Bitlis’te, Bingöl’de birçok belediye kazanmış olan MHP’nin buralardaki oy oranı % 1-2’lere düşmüştür. Buna karşılık MHP, -ilginç bir şekilde- Kürtlerin yoğun göçlerle etkinliğini artırdığı kıyı şeridinde oyunu artırmıştır. Diğer taraftan MHP’nin kıyıdan dalga dalga gelen oyların şehvetine kapılmadan buralarda biriken etnik stresi nötralize etme yollarını arama sorumluluğunu da acilen göstermesi gerekmektedir.

Bu sebeple MHP’nin derhal her ocağa ve her parti tabelasına birer Ziya Gökalp Külliyatı satın alarak işe başlaması ve Kürtleri geçmişte niye sevdiğini, Kürtlerin de MHP’ye neden bu kadar can-ı gönülden kucak açtığını yeniden öğrenmesi gerekmektedir. Ayrıca MHP, dozu yükselen etnik nefretin azaltılmasında kendisine büyük görev düştüğünün farkında olarak adımlar atmalıdır.

Kürtlerin Temsili Sorunu

Madem Kürtleri seviyoruz, madem Kürtlerin hakkını gerçekten düşünüyoruz, o zaman kaldır şu seçim barajını kökünden. Getir tercihli adaylık sistemini. Hele önce bir Kürtler, özellikle de eli kolu Ankara’ya ulaşamayan gariban çaresiz Kürtler sadece ve sadece kendi istedikleri adayları bir seçsinler. Bırak kimi seçerlerse seçsinler. Korkuya mahal yok, meclisin kutsallığına halel gelmez. Kim girerse girsin yeter ki vatandaşın istediği kişi meclise girsin. Oysaki şu anki vekiller hiç birisi gerçek birer halk temsilcisi değil. Hepsi kendi feodal çıkarlarının temsilcisi ve özellikle PKK’nın dağda yarattığı korkunun ovadaki, şehirdeki rantını toplayan adamlar. Sonuç olarak devletin de Siyasi Kürtlerin yerine vatandaş Kürtleri dinleme ve anlama şansı olsun.

Kürtlerin Kendini İfade Sorunu

Bırakalım da Kürt, “Ben Kürdüm” diyebilsin. Bırakalım istediği kadar “Kürdüm” diye dolaşsın. Zaten çok sürmez o da bıkacaktır bunu tekrarlamaktan. Sen ısrarla “Yok arkadaş, sen Türksün” dedikçe O’nun damarına basmış olacaksın. O da ısrar edecek “Ben Kürdüm” diye. Merak edilmesin bir gün O da bıkacaktır, vazgeçecek, günlük kaygılarına dönecektir.

Kürde Kürt değilsin deme illeti üzerine bir Ülkücü ile bir Kawacı arasındaki diyalog önemlidir. Ülkücü arkadaş tüm iyimserliğiyle samimiyetin de verdiği edayla;

-          Daha ne istiyorsun oğlum, Kürtler bakan oluyor, başbakan oluyor, hatta cumhurbaşkanı oluyor. Bürokrasi de binlerce üst düzey Kürt var. Kim Kürt olduğu için devletten payına düşeni alamadı ki? Daha ne istiyorsun? Kürdüm demekle eline ne geçecek?  

-          Beni en iyi senin anlaman lazım, ikimiz de milliyetçiyiz. Bu devlet bize deseydi ki “Ulan Kürtler! Kırolar! Size zırnık yok! Geberin... Ayrıca benim muhitime uğrama, Kürdün kanı beni bozar!” Bu kadar ağırımıza gitmezdi. Bu devlet bize dedi ki “Sen benim canım ciğerim, kardeşimsin. Al bütün koltuklar senin, hayat senin. Ama sen Kürt değilsin”. Ben bunu kabul etsem bile aynaya baktığımda oradan bir Kürdün suratını görüyorum. Bir Kürt görüyorum. Evet, ırkçı değilsiniz ama inkârın açtığı yaralara gözünüz kör.”

Bu yüzden bizlerin de Kürt uzmanlığını, onları kendi istediğimiz ve olmasını istediğimiz gibi tanımlamayı bırakmamız gerekiyor. Diğer yandan Türklerin, Kürtleri öteki olarak algılayıp milliyetçi reflekslere bürünmekten vazgeçmesi gerekiyor.

Burada, Türk milliyetçiliği fikrinin en önemli özeleştiri eseri olan “Çocuktum Ülkücüydüm...” romanının yazarı Faruk Kurtbaş’ın tespiti devreye giriyor; “Kürtler söz konusu olunca hepimiz antropolog, dilbilimci, Aleviler söz konusu olunca en iyi ilahiyatçıyız...”

Kürt Sorununun Temelleri

Kürt sorununun çözümünde iki temel konu vardır. Birincisi kişinin kendisini bireysel ifadesi ikincisi ise bireyin özgürlüğüdür. Şimdiye kadar söylediklerimiz bireysel ifadeyle ilgili hususlardır. Bireysel özgürlükler konusu ise bölgede kökleşmiş olan feodaliteyle ilişkili bir konudur. Bu konuda devletin atacağı en önemli adım; devletin Kürtlerin temsilcisiyim diye ortaya çıkan feodal zinciri ve terör tehdidini tasfiye ederek Siyasal Kürtleri değil doğrudan Vatandaş Kürdü muhatap almasıdır.

Çünkü bu noktadan sonra Kürtler ifadesi devletin yürüteceği ilişkilerde sorunlar yaratacak bir ifade olup vatandaştan ziyade ötekilik içeren çağrışımlar yapmaktadır. Bu aşamadan itibaren bu ilişkinin, devlet ile onun vatandaşı arasındaki “babacan bir ilişki” şeklinde yürütülmesi gerekmektedir. Ne zaman ki devlet, devlet vasfının gereği olarak her vatandaşının sorununa eğildiği gibi Kürt vatandaşının da sorununa eğilirse Kürt vatandaşların da gerek feodalizme gerekse bölgedeki feodalizmi daha da güçlendiren terör örgütüne olan göbek bağı kopacaktır. Devlet, vatandaşının bu iki yapıya olan göbek bağını ve mecburiyetini kopartmadıkça bu sorunda asla başarılı olamayacaktır.

Burada kısa bir tespit yapmak gerekir. Kürt sorununun temelinde cumhuriyetin kuruluş yıllarında gittiği ortaklığın meşrulaştırdığı feodallerin devletin vatandaşını zamanla kendisine maraba yapması vardır. Kürtler özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde henüz feodal patronunun (son zamanlarda terör örgütünün) marabası olmaktan kurtulamamışlardır. Mesela batıya göç eden Kürtler, metropolün dayattığı yaşam kültürü içerisinde zamanla marabalık bağından kurtulup vatandaş kimliğine kavuşurken Güneydoğu Anadolu’da kalan Kürtler henüz feodal zincirin işaret ettiği partinin dışında bir yere oy bile verememektedir.

Kürtlerin Gerçek Partisi Hangi Partidir?

AKP’nin Kürt vatandaşların oyunu almadaki temel başarısı da aslında bu yaklaşımdır. Mevcut hükümet, örgütü ve onun siyasi temsilcisi olan siyasetçileri elinden geldiğince muhatap almayarak doğrudan vatandaşı ile muhatap olmaya çalışmakta, onun sorununu aracısız bir şekilde çözmeye çalışmaktadır.

Bu arada Kürt siyasetinin meclisteki temsilcisi olduğunu söyleyen partinin üyeleri ve milletvekilleri neden AKP’nin üzerine geliyorlar? Neden ikide bir dökülecek kandan AKP’nin sorumlu olduğunu söylüyorlar?

Aslında sebebi çok basittir. Halkın gündelik dilindeki ifadesiyle bu bir ekmek kavgasıdır. Politikalarını beğenelim ya da beğenmeyelim bugün Kürtlerin yegane ve gerçek partisi AKP’dir. Eğer ki dağdaki tehdit olmasın AKP, Kürtlerin tamamından olmasa da % 90’ından rahatlıkla oy alır. Çünkü AKP, DTP gibi Kürdün -sadece kimlik vurgusu gibi-soyut taleplerine değil “Kürdün somut sorunlarına” da eğilmiş kendi usulünce çözüm üretmeye çalışmıştır.

Son söz;

Kürtler, aslında çok şey istemiyor. Sadece biraz onore edilmek istiyorlar. İstiyorlar ki biraz gururları okşansın. Hani ortam da biraz müsait, bu müsaitliğin verdiği gazla kendilerini Türkiye’nin zencileri sayarak biraz da şımartılmak istiyorlar. Doğaldır ki ayrıcalıklı olmanın gururu okşayan, kanı ılıklaştıran tadına biraz da onlar varmak istiyor.

 

 

 

 

 

Etiketler : , , , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

1 Kere Cevaplanmış to “Kürtler ne İstiyor?”

  1. 1
    İsmail karagülle Says:

    çok şey istiyorlar. ve zaten yeteri kadar şımartıldılar.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank