content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

16 Şub

Kadın, Namus ve Toplum

Kadınlara, insan ve birey oldukları için değer veren bir anlayış egemen olmadıkça; ne tecavüzlerin ne de şiddetin önüne geçilebilir...

O bir anne,

o bir bacı; lafügüzaf.

Öncelikle o bir insan, o bir birey!

Kadınlara, insan ve birey oldukları için değer veren bir anlayış egemen olmadıkça; ne tecavüzlerin ne de şiddetin önüne geçilebilir...

kadin-namus-ve-toplumSapık bir nesli oluşturan yayınlar gösteren medya ve maneviyattan yoksun bir eğitim sistemiyle ne tecavüz(cü)lerin, ne de şiddetin önüne geçebilirsiniz!

Bugün nefretle kınadığımız taciz, tecavüz ve şiddetin tüm ayrıntıları maalesef medyada film vb. enstrümanlarla gençliğimize gösteriliyor. Buna hiç kimsenin sesi çıkmıyor…

Sonra gerçek hayatta telafisi mümkün olmayan insan yaşamı elinden alınınca da kınıyor veya lanetliyoruz. En fazla birkaç yürüyüş ve birkaç slogan…

Kadınlar hakkında “…onlarla iyi geçinin…4/Nisâ19” Îlahî emir ve buyruk olmasına rağmen bu naif kültürün kadınları dahi günümüz Müslümanlarının davranışlarından ötürü, haklarını elde etmek veya hak ettikleri yerde olabilmek için maalesef kadınları 'metalaştıran', üzerinden kazanç elde edilen obje olarak gören batı kültüründen medet umar hale gelmiştir. Peygamberimizin "Kadınlar size Allah'ın emanetidir!" ve "Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimseler değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür." İslami algı ve düşüncesinden uzaklaşan erkeğin kadına uygulayacağı şiddeti 'hayvanlar' bile karşı cinsine uygulamaz. Kaldı ki her gün işlenen onlarca vaka bunun açık bir kanıtıdır.

Neden erkek kendi üzerinden değil de, kadın üzerinden "Namuslu veya Namussuz" oluyor?

Namus insana ait bir kavram iken, neden "Namus" denilince ilk akla gelen Kadın olur. Oysa "namusu" kirlendi denilen kadının namusunu kirleten erkek olduğu halde neden erkek "Namus" kavramından bu kadar uzak tutulmaya çalışılıyor. Neden erkek kendi şahsı üzerinden değil de, yine kadın üzerinden "Namuslu veya Namussuz" oluyor. Yoksa insanlığın namusunu bir başına kadın mı sırtlamış? O halde nedir bu kadına çektirdiğimiz?

Ayrıca zengin bir kadın/erkek ile fakir bir kadın/erkek aynı günahı işlediğinde tepkimiz aynı değilse imanımızda bir problem, bizde de bir çelişki var demektir. Zira günümüzde “namus” kavramının getirdiği “sorumluluğun” beraberinde oluşturduğu bedel, sade ve gariban bireylere ödetilmektedir. Fakat bulundukları toplumda varlık, ün veya makam sahibi olmaktan ötürü güçlü veya muktedir olanların ahlaksızlıkları moda, modernite, demokrasi, özgürlük veya çağdaşlık kisvesi altında pasifize edilmek suretiyle örtbas edilerek utanç vesilesi olmaktan çıkarılmaktadır.

Ahlak elbette ki önemlidir. Ahlak, bir kitabın cildine benzer. Nasıl ki: “Cilt bozulunca sayfalar dağılır”, ahlak da bozulunca: günümüzde olduğu gibi ne huzur, ne dirlik ne de düzen kalır toplumda… Peki, ama kimin “ahlakı”? İşte bu soruya cevap aramak, ahlak kadar önemlidir.

Çünkü mesele salt bir kadının sözlü ve fiziki tacizi, tecavüzü veya şiddet görmesi değildir. Kadının şahsında çocuk, kimsesiz ve güçlüler tarafından bir bütün tüm güçsüzlerin, korunaksızların ezilmesi, insan yerine konulmaması sorunudur. Güce tapan bireylerin oluşturduğu bir toplumun olmasıdır belki de.

Aslında belki de sorun ekonomik gelirin adaletsizliğinde değil, değerlerimizin ekonomikleşmiş olmasında. Yani değer yargılarımız ekonomik göstergelere bağlanmış. Örneğin: toplumumuzda çalışan bir kadın ve getirisi olmayan bir kadın aynı statüde değildir ve bu, aynı zamanda toplumumuzun insana bakış açısının da göstergesidir.

Bunun nedeni fırsat eşitsizliği, ekonomik bağımlılık, yapay demokrasi ve yapay adalettir. Zira bireyin madden ve manen özgürleşememesi; modern esareti yani "Esir Aklı" da beraberinde getirmektedir.

Bu bağlamda eskiden efendilerinin parasıyla efendilerine köle satın alan köleler ile çağımızda laf lâfebeliği yaparak birilerini birilerine köle etme çabasında olanların arasında ne fark var?

Peki, böylesi bir durumda olan denekler, toplumsal gerçekliği yansıtır mı?

Madden ve manen özgürleş(e)meyen bireylerle sosyal ve siyasal konularda ilerleme sağlayabileceğini sananlar büyük bir yanılgı içindedirler.

Bırakın böylesi bireylerle toplumu ileri taşımak; sosyal ve siyasal konularda yapılacak araştırmalarda bunların denek olarak kullanılması ve onlar üzerinden sonuç belirlenmesi bile toplumsal gerçeği yansıtmaz. Böylesi bir yanlış ile elde edilen verilere bel bağlayanlar elbet bir gün gerçeklerden örülmüş duvarlara toslayacaklardır…

Yansız ve özgür bir irade ile davranacakları düşünülmediğinden böylesi birey ve oluşumlar tarafından yapılacak girişimler kamu vicdanında yer edemeyecektir. Bu yüzden de bu kişi, oluşum ve kurumların alacakları kararların meşruiyeti de hep tartışılır olacağından toplumsal sorunlara gerçek ve kalıcı çözüm de ol(a)mayacaktır.

Çünkü bunların alanlarında otorite sayılmaları için madden ve manen bağımsız olmaları gerekmektedir. Maddi bağımsızlık; geçimini hiç kimseye/kuruma ihtiyaç duymaksızın karşılayabilmek veya geçimi sağlayan kurumu/kişiyi kararlarına müdahil ettirmemek. Yani toplumsal maslahat ve menfaat söz konusu olunca, kişinin kendi geçimi için (şahsi çıkar) geçimini sağlayan kişi/kurum veya güce karşı boyun eğmeyecek bir kişiliğe sahip olması, gerektiğinde (yani bunlardan herhangi birisinin kararlarına etki edecek derecede müdahil olduğu zaman) bunlara hayır diyebilecek bir ahlaki yapıya sahip olması, olarak açıklanabilir. Manevi bağımsızlık ise; maddi bağımsızlığın oluşmasının gerekliliğini akla dayatan ahlaki doktrinlerin bireyde tezahürü ile açıklanabilir.

Bu bağlamda: Siyasal önderlerin değişimi önemli ve umut verici değildir, önemli ve umut verici olan siyasal algı ve düşüncenin değişmesidir. Çünkü bir güç tarafından atanan ve aynı güç tarafından azledilebilenlerin; siyasal, toplumsal ve hukuki alanda oluşan problemlerin giderilmesi konusunda, gruplar, sınıflar, yandaş ve muhalifler arasındaki statüsel eşitsizliği gidermesi,  yapacakları çalışmalarda ve verecekleri hükümlerde yansız ve özgür bir irade ile davranmaları zordur.

Bütün bu gerekçe ve gerçeklere rağmen, toplumsal meselelerde böylesi birey veya kurumlarla çözüm üretmeye kalkışmakla kalıcı bir çözümün elde edilebileceğini sananların, sorunların çözümünde samimi olmadıklarını sanıyorum.

Kaynak: OHAK-DER YK Başkanı M. Burhan HEDBİ

Etiketler : , , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank