content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

17 Ağu

İslamcı Müslüman’ın Yerini Alabilir mi?

İslamcılık için tek bir kavram kullanılmaz. Batıda daha çok Siyasal İslam (Political İslam), Pan İslamizm, Radikal İslam, Fundemantalizm veya Fundemantal İslam deyimleri tercih edilirken Türkiye'de bunların dışında; İslamcılık, İttihad-ı İslam, Tevhid-i İslam ve İslamlaşmak kavramlarına yer verildiği bilinmektedir. Arapçada yaygın olan kullanım ise: "el-islamiyyun" kavramıdır. Yine İhya hareketleri, Tecdit ve Islah da bu anlamda kullanılan bir kavramlardır. Dikkat çeken bir örnekte; Ebü’l-Hesen Eşari’nin yazdığı kitaplardan birisinin adının “Makaltü’l İslamiyyin” olmasıdır. İslamcılık kavramının Arapça karşılığı olan “el-islamiyyun” u ilk defa Eşari (M.874-935) kitaplarından birisinin adı yapmıştır. Bütün bu kavramlar bazen birbirlerinin yerine ve aynı anlamda kullanılırken bazen de azda olsa farklı anlamlarda da kullanılmaktadır.

 İslamcılığın isimlendirilmesinde birden fazla kavramlar kullanıldığı gibi tarifinde de birlik yoktur. Ancak en çok rağbet edilen tarifler dikkate alındığında şöyle bir sonuca ulaşmak mümkündür: İslamcılık, siyaseti ön plana çıkaran, emperyalizme sömürüye itiraz eden, hurafelere karşı çıkan, geleneği sorgulayan, müstebit yönetimlere şiddetle muhalefet eden, İslami ilkelerin açıklanmasında akla da önemli yer veren İslami bir anlayıştır. İslamcılık daha çok 19. yüzyılda ortaya çıkmış sayılmaktadır.

İslamcılığın 19. yüzyılda orta çıkması bir öncesinin olmadığı anlamına gelmez. Çünkü İslami kuralların uygulanması, öğretilmesi, yayılması İslam’ın başlangıcından beri her Müslümanın görevi sayılmıştır. Ne varki sanayi devriminden sonra İslam Dünyası batıdan kaynaklanan üç  ciddi sorunla karşılaşmıştı. Birincisi batı işgalleri, sömürgeciliği giderek yaygınlaşıyordu. Bunun engellenmesi gerekiyordu. İkincisi de batılılar, Müslümanların yoksulluğunun, geri kalmışlığının sorumlusu olarak İslam’ı görüp onu mahkum etmeye çalışıyorlardı. Müslümanlar ise bunun doğru olmadığını ispatlamaya kendilerini yükümlü sayıyorlardı. Üçüncüsü de batı sömürgeciliğine, işgallerine bağlı olarak İslam dünyasında Hıristiyanlığı yaymaya çalışan Misyoner çabaları vardı. Batı kaynaklı bu üç sorun 19. yüzyıldan önce yoktu. Bu yüzyılda İslam dünyasının sorunları elbette bu üç konudan ibaret değildi. İç sorunlarda vardı. İslamcılığın tanımında yer alan, hurafeye, geleneğe itiraz, istibdada muhalefet gibi ana unsurlar da İslamcılık akımını ortaya çıkarmıştır.

İslamcılığın Cemaleddin Afagni-Muhammed Abduh’un çalışmaları ile başladığı görüşüne karşılık, İstanbul’dan başlayarak Paris ve Londra’da Yeni Osmanlılar diye isimlendirilenlerin (Ali Suavi-Ziya Paşa-Namık Kemal vb.) çalışmaları ile başladığı görüşü zaman bakımından daha önce geldiğinden ikinci görüşün inandırıcı tarafı daha baskındır.

İslamcılık konusunda, İran, Mısır, Pakistan ve Türkiye’deki çalışmalar daha çok tayin edici olmuştur. İslamcılığın antiemperyalist bir söylemi temel aldığı; bu yüzden işgale uğramış İslam ülkelerinde ortaya çıktığı gibi iddialar, İran ve Türkiye gibi bağımsızlığını az çok koruyabilmiş, bütünüyle işgale uğramamış ülkelerin İslamcılıktaki rolleri dikkate alındığında, inandırıcı değildir. İslamcılık O. Roy’un da teslim ettiği gibi “dinsel bir evrenselliği” esas almıştır. Bu yüzden işgale uğramamış ülkelerdeki İslamcıların da tepki göstermesi kaçınılmazdır. Bu durum zaten İslam Ümmetinden olmanın bir gereğidir.

Türkiye’de İslamcılığın demokrasiye yönelmesine karşılık, Türkiye dışında daha çok cihada yöneldiği iddiası tashihe muhtaçtır. Çünkü İslamcı söylemin en çok rağbet gördüğü, en çok resmiyet kazandığı dönem Milli Mücadele (1919-1922) dönemidir. Bu dönemin baskın bir özelliği de cihad, gaza kavramlarının neredeyse siyaseti tayin eden birinci unsur olmasıdır. Türkiye’nin kabul ettiği İstiklal Marşı da bu kavramların en çok kullanıldığı resmi bir belge durumundadır.

İslamcılığın tarihi reddettiği, onu yok saydığı bu yüzden tarih dışı olduğu gibi bir iddiada en çok Oliver Roy tarafından sahiplenilmiştir. Oysa 1400 yıllık bir geçmişi olan İslam’ın bir geleneğinin olması kaçınılmazdır. İslam ilkelerine göre şekillenen, İslam ile uyumlu doğru/sahih bir gelenek “örf” olduğu gibi bunun yanında, tarihteki her dönem, her olay İslam’ın kurallarına göre olup bitmemiştir. Zaten İslam’ın rağmına olup biten işler bid’at ve hurafe kavramları ile isimlendirilmiş ve mahkum edilmiştir. İşte 1400 yıllık İslam Tarihi’ndeki sahih geleneğin/örfün içinde yer alan bid’at, hurafe sayılan unsurların arındırılması, tarihin bir manada tashih edilme çabasıdır. İslamcılıkta tarihin büsbütün reddedilmesi görüşü rağbet görmemiştir. İslamcılığın tarih dışı olması bir manada Müslümanların tarihten silinmesi demektir. Oysa yeryüzünde küçümsenmeyecek oranda bir Müslüman varlığı bulunmaktadır. Bu Müslüman varlığının önemli bir kesimi de İslami ilkeler için ciddi çabalar vermektedir.

Fransız Oliver Roy’un Siyasal İslam iflas etti gibi heyecan ve bir temenni içeren iddiası hemen her zaman bazı çevreler tarafından sahiplenilmektedir. Oysa İslam, tevhid, adalet ilkelerini esas alır. Bu ilkelere duyulan ihtiyacın hiçbir dönemde ortadan kalkmayacağı açıktır. İslamcılığın evrensel tarafı herkesçe teslim edildiğine göre onun iflasının da zemini kalmamaktadır. Çünkü bir ülkede bir dönem güç kaybeden, gerileyen İslamcılığın bütün yer kürede güç kaybettiğini gösterecek hiçbir bilgi yoktur. Yahut Türkiye örneğinde olduğu gibi, İslamcı sayılan bir siyasi kadronun, kendisini “biz artık İslamcı değiliz” diye tarif etmesi, İslamcılığın bitmesinin işareti sayılır mı? Bir siyasi kadronun ancak kendi tercihi olarak açıklanabilecek bir olayı, Türkiye’deki hemen herkesin hatta bütün yer küredeki Müslümanların tercihi gibi algılayıp, İslamcılık bitti, tükendi sonucuna varmak, Oliver Roy’un görüşlerini, temennilerini hatırlatmaktadır.

Türkiye’de İslamcılığın seyrini, İbn-i Haldun’un bedevi-hazari ikili teorisi açıklayabilir mi? Çünkü çölde büyük bir yoksulluk içinde yaşayan bedevilerin, refahın olduğu şehri ele geçirdiklerinde sahiplendikleri refahın onları değiştirmesi İbn-i Haldun (M.1332-1406) döneminde doğrulayan bazı örnekler bulunabilir. Ancak 14. yüzyılda Kuzey Afrika’da gözlenen bu örneğin dünyanın her tarafında ve bütün toplumlarda da tekrarlanabileceğini düşünmek insan aklını hafife almak sayılabilir. Türkiye’de AKP örneğini de zaten Bedevi-Hazari örneğinin açıklayabilmesi hayli kuşkuludur. Çünkü Türkiye’de siyasetin seçkinleri hemen her dönem de bürokrasi ve tüccar sınıfından oluşmaktadır. Kurulan yeni bir parti, şehri ele geçirmeğe çalışan bedevi örneğini bu yüzden karşılamaz. Çünkü bunlar zaten şehirlidir. Refahın içindedir. AKP seçkinleri de büyük ölçüde, bürokrasi ve tüccar sınıfı seçkinleri değil midir? Bunlar zaten belli bir ekonomik zenginliğin sahibidirler. AKP ile fazladan siyasi egemenlik elde etmişlerdir. AKP’nin İslamcı olmadığı görüşünü Bedevilikten Hazariliğe geçmeleri, şehrin yönetimini, refahını ele geçirmeleri sonucuna bağlamak olarak görmek zaman bakımından da sorunludur. Çünkü AKP 2001’de kuruluşunda “İslamcı olmadığını” ilan etmişti. AKP İslamcı olduğunu beyan etmişken iktidar olduktan sonra bu görüşünden vazgeçmiş olsaydı, belki iktidarın AKP’yi değiştirdiği, şehrin bedevileri hazari ettiği iddia edilebilirdi. Oysa zaman bakımından da bu tespit sorunludur.

Türkiye’de 19. yüzyıldaki İslamcılığın ve daha sonraki dönemlerdeki öncülerinin şair-edebiyatçı olarak tanınmaları, bu öncülerin İslami müktesebatları hakkında kuşkuları haklı çıkarır mı? Günümüz Türkiye’sinde bu öncülerin daha çok şair-edebiyatçı olarak tanınmaları, onların başka vasıflarının olmadığı anlamına gelmez. Ali Suavi, Ziya Paşa, Namık Kemal ve ikinci Meşrutiyet döneminde ön plana çıkan Mehmet Akif, Musa Kazım ve Mustafa Sabri gibi isimlerin İslami bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu asla söylenemez. Adı geçenlerin her hangi bir kitabının bile okunması bu tür görüşlerin bir yakıştırma hatta bir önyargı olduğunu gösterebilir.

Müslüman sıfatı neden İslamcılara yetmiyor? İslamcılık hakikat için diğer dinlerle değil neden diğer izmlerle mi savaşmaktadır? İslamcılık kavramındaki dilbilgisi açıklamaları belki gereksiz olabilir. Çünkü cılık bir aidiyet ekidir. Başka bir anlam taşımaz. Ancak bu gün İslamcı kavramı ile karşılanan tutum ortaya çıktığında, Osmanlı aydınlarının kullandığı kavram İttihad-ı İslam’dır. Çünkü Müslümanlar dönemin şartlarında, daha çok mezhep, tarikat tartışmaları ile bölünmüştür. Bu bölünme ise sömürgecilerin işini kolaylaştırmıştır. Böyle bir dönemde Müslümanların birliğini savunmak yapılacak ilk iş olarak görülmüştür. Türkçede İslam, bir adı kadar, Müslüman yerine de kullanılmaktadır. İslamcılığın hakikat için diğer dinlerle savaşmadığı bir dönem hiç olmamıştır. Bu savaş halen daha devam etmektedir. Ancak İslam, diğer dinlerin kapsadığı alandan daha fazlasına sahiptir. Diğer dinlerin kapsamadığı alanları da diğer ideolojiler kapsamıştır. Alanı daralan diğer dinlerdir. İslamcılığın yalnızca diğer dinlerle savaşması beklentisi onun alanını da daraltır. Oysa İslamcılar İslam’ın alanının bu şekilde daraltılmasına şiddetle muhaliftirler. İslam elbette bir ideolojiden çok fazla geniş bir alana sahiptir. İslamcılığın diğer ideolojilerin kapsadığı alanları da kapsaması, İslam’ı bir ideoloji durumuna düşürmez, tabiatı gereği kapsadığı bütün alanlarda hakkının teslim edilmesi demektir. Asıl İslam’ın yarışını, savaşını yalnızca diğer dinlerle sınırlandırmak, onu laik/seküler bir kalıba dökmek olur ki buda İslam’ın tahrifi ile eş anlamlıdır.

Günümüz İslamcılığı üzerinde bir saat yelkovanı gibi, ulus devlet, demokrasi, laiklik / sekülerizm, liberalizm vb. kavramlarla bir zafiyet gölgesi düşürülmeğe çalışılmaktadır. Bu kavramların her biri ayrı ve geniş bir yazı konusu olabilecek içeriğe sahiptir. Ancak şu kadarını hatırlamak gerekir ki, İslam toplumunda yönetimin halka ait bilinmesi, yönetimin halkın kararı ile el değiştirmesi hiçbir İslami ilkeyle çatışmaz. İslam kuralları yok sayılarak hemen her konuda yalnızca halkın belirleyici görülmesi ise zaten Müslüman aklın vicdanın yabancısı olduğu bir tercihtir. Laikliğin bir din özgürlüğü, yönetimin dinler, mezhepler arasında taraf olmaması hepsine eşit davranması iddiasına dayandırılan laiklik tanımı da oldukça sorunludur. Çünkü laikliğin icadından önce İslam toplumunda din özgürlüğünün bulunduğu, dinde zorlamanın yasak olduğu (Bakara 2/  ) herkesin bildiği bir husustur. Laikliği ve bunun bir uzantısı olan sekülerizmi, ortaya çıktığı Avrupa toplumlarının tarihi ve sosyal şartlarından bağımsız olarak ele almak, Tanrı iradesi diye bildikleri kilise iradesini hukuka, siyasete, ekonomiye, eğitime karıştırmamak iddiasına dayanan laikliği yalnızca din özgürlüğü diye bilmek, bildirmek bir pazarlama marifetidir. Yüksek düzeyli bir inandırıcılık sorununu da kapsamaktadır. Liberalizm ekonomik bir model olarak ele alındığında, kazanmanın ve harcamanın önünde hiçbir sınırın kabul edilmediğini teslim etmek gerekir. Oysa İslamcıların dayanak saydıkları ilkelerde kazanmanın da harcamanın da sınırları bulunmaktadır.

Almanya, İtalya örneklerinden bilinen ulus uygulamalarının ulus devletin görüldüğü her yerde tekrarının kaçınılmaz olduğu iddiası bir hurafedir. Hıristiyan egemenliğinde kalan Müslüman azınlıkların varlıklarının (İspanya/Kırım örneğinde) devam edemeyişinden hareketle aynı sonucun İslam dünyasında da aranması bilgi ve iyi niyet yoksunu bir tutumdur. Müslümanların çoğunluğu oluşturdukları hemen her ülkede Müslüman olmayanların varlığı bunun şahidi sayılır. Üstelik pek çok ülkede Müslüman çoğunluk, azınlık durumundaki gayri Müslimlerin sahip olduğu haklara sahip bile değildir. Buna rağmen tekil idari yapıların (üniter devlet) bölünmesi için azınlıklar batılılar tarafından bir silah olarak kullanılmaktadır. Son dönemde bazı çevreler İslamcılığı yalnızca tekil idari yapıya itirazın bir gerekçesi haline dönüştürme çabasındadırlar. Türkiye tarihinde bilinen olaylarda, Rum ve Ermeni gibi gayri Müslimlerin sürekli haklı oldukları buna karşılık Müslüman çoğunluğun da hemen her olayda haksız ve saldırgan taraf olduğu önyargısından başlayarak tekil idari yapıyı mahkum etme çabalarında İslamcılığı da bir veri bir istismar malzemesi olarak kullandıkları görülmektedir.

açıklanmasında akla da önemli yer veren İslami bir anlayıştır. İslamcılık daha çok 19. yüz yılda ortaya çıkmış sayılmaktadır. 19. Yüzyılda İslam dünyasında giderek batı sömürgeciliği yaygınlaşmakta, halk büyük yoksulluk ve sıkıntı içinde oldukça geri şartlar altında yaşamakta, eğitim düzeyi son derece düşük, bireysel haklar yok veya büyük baskı altında, ülke yönetimle ri ile ilgili bütün hak ve yetkiler tek bir şahısta/sultanda toplanan yönetimler altında, İslam'ın temel ilkeleri cehalete dayalı yorumlarla yanlış açıklanmakta yada hiç hesaba katılmamakta dır. İslam dünyası batılı sömürgecilerin birer pazarı durumundadır. Sömürgecilik çabalarının yanında misyoner okulları da hızla çoğalmaktadır. İslam'ın ortaya çıktığı dönemden beri öz gürlük içinde yaşayan dini azınlıklar ise sömürgecilerin gönüllü işbirlikçisi durumundadır.

İslam dünyasında çok yaygın ve etkili olan geleneksel İslami anlayış ve kurumlar ise bu sorunlar karşısında kendini adeta sorumsuz saymakta ve geçmiş yüz yıllarda ki açıklamaların tekrarı ile yetinmektedir. Dolayısı ile İslamcı akım hem yukarıda özetlenen sorunlara çözümler geliştirmek zorunda saymıştır kendisini hem sömürgecilere karşı İslam ümmetinin direnme sinin gereğini ve imkanlarını anlaşılır bir dille halka sunmak, inandırmak zorunda kalmıştır. Bütün bu olağan üstü zor ve sorumluluk isteyen görevleri için kendini sorumlu kabul eden İslami anlayış hiç olmaması gereken bir muhatapla da karşılaşmıştır ki oda geleneksel İslami anlayış ve kurumlardır. Böylece İslamcılık anlayışının zorlukları giderek daha çok artmıştır. İslamcı anlayışı oluşturan sebepler şu başlıklar altında toplanabilir;

S E Ç İ L M İ Ş   K A Y N A K Ç A

1- Ahmet Akbulut, KUR'ANI KERİM AÇISINDAN EGEMENLİK MESELESİ, İslami Araştırmalar, C.8, s.3-4, 1995.

2- Alev Erkilet Başer, ORTADOĞU'DA MODERNLEŞME VE İSLAMİ HAREKETLER,  İstanbul, 2000.

3-Cemaleddin Afgani / Muhammed Abduh, URVETU'L-VUSKA, Bir Yayıncılık, Türkçesi: İbrahim Aydın, İstanbul, 1987.

4- Çetin Özek, DEVLET VE DİN, Ada Yayınları, Tarihsiz.

5- Ebu'l A'la El-Mevdudi, İSLAM'DA HÜKÜMET, Hilal Yayınları, Urduca'dan Çeviren; Ali Genceli, Ankara

6-Ebu'l A'la El-Mevdudi, HİLAFET VE SALTANAT, Hilal Yayınları, Urduca'dan Çeviren; Ali Genceli, Ankara, Tarihsiz

7-Ebu'l A'la El-Mevdudi, İSLAM'DA İHYA HAREKETLERİ, , Pınar Yayınları, Çeviren; Ali Genceli, İstanbul, Tarihsiz.

8-Ebu Mansur Abdülkaahir El-Bağdadi,  MEZHEPLER ARASNDAKİ FARKLAR,  T.Diyanet Vakfı, Ankara, 1991.

9-Hamid İnayet,  ARAP SİYASİ DÜŞÜNCESİNİN SEYRİ, Yöneliş Yayınları, Tercüme Eden. Hicabi Kırlangıç, İstanbul, 1991. 

10-Hamid İnayet, ÇAĞDAŞ İSLAMİ SİYASİ DÜŞÜNCE, Yöneliş Yayınları, Türkçesi. Yusuf Ziya, İstanbul, 1988. 

11-Hilmi Ziya Ülken, TÜRKİYEDE ÇAĞDAŞ DÜŞÜNCE TARİHİ, , Ülken Yayınları, İstanbul 1992.

12-Hüseyin Çelik, ALİ SUAVİ VE DÖNEMİ, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 

13-İbn Teymiye, EL-MÜNTEKA (Şiilik ve Mahiyeti), Pınar Matbaacılık, Tercüme: Cemaleddin Sancar, İstanbul, 1986.

14-İsmail Kara, TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ (Metinler / Kişiler) -1- 2-3- Risale Yayınları, İstanbul, 1986. 

15-İsmail Kara, İSLAMCILARIN SİYASİ GÖRÜŞLERİ -1- Hilafet ve Meşrutiyet, , Dergah Yayınları, İstanbul, 2001.

16-İSLAMCILIK, Heyet, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.

17-Mehmet Zeki İşcan,  SİYASAL İSLAM (Dini ve Fikri Temaları), EKEV Yayınları, Erzurum, 2002.

18-M Mehmet Zeki İşcan, MUHAMMED ABDUH'UN DİNİ VE SİYASİ GÖRÜŞLERİ, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998.

19-Muhammed Ammara,  MUTEZİLE VE DEVRİM, Yöneliş Yayınları, Tercüme Eden: İbrahim Akbaba, İstanbul, 1988.

20-Muhsin Abdülhamid,  CEMALEDDİN AFGANİ (Hayatı ve Etrafındaki Şüpheler), , Fecr Yayınları, Tercüme Eden; İbrahim Sarmış, Ankara, 1991.

21-Mümtaz'er Türköne,  SİYASAL İDEOLOJİ OLARAK İSLAMCILIĞIN DOĞUŞU, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991.

22-Necdet Subaşı, TÜRK AYDINININ DİN ANLAYIŞI, , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996. 

23-Nezih Eyyubi, ARAP DÜNYASINDA DİN VE SİYASET, Cep Kitapları A.Ş. Tercüme Eden: Yavuz Alogan, İstanbul, 1993.

24-Nikki Keddie,  CEMALEDDİN EFGANİ (Siyasi Hayatı), Bedir Yayınevi, Çeviren: Alaeddin Yalçınkaya, İstanbul, 1997.

25-Niyazi Berkes, İSLAMLIK, ULUSÇULUK, SOSYALİZM, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975.

26-Niyazi Berkes, TÜRKİYEDE ÇAĞDAŞLAŞMA, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.

27-Oliver Roy, SİYASAL İSLAMIN İFLASI, Metis Yayınları, Fransızcadan Çeviren: Cüneyt Akalın, İstanbul, 1995.

28- Server Tanilli, İSLAM ÇAĞIMIZA YANIT VEREBİLİR Mİ?, Say Yayınları, İstanbul, 1991.

29-Seyyid Kutub, İSLAM'IN DÜNYA GÖRÜŞÜ, Arslan Yayınları, Çeviren Ali Arslan, İstanbul, 1981.

30-Süleyman Uludağ,  İSLAM SİYASET İLİŞKİLERİ, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998.

31-Tarık Zafer Tunaya, İSLAMCILIK AKIMI, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003.

32-W. Montgomery Watt, İSLAM DÜŞÜNCESİNİN TEŞEKKÜL DEVRİ, Birleşik Yayıncılık, Tercüme Eden: Ethem Ruhi Fığlalı, İstanbul 1998.

33-Yusuf Hikmet Bayur, TÜRK İNKILABI TARİHİ-C.3-K. IV, TTK Yayınları, Ankara, 1991. 

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank