content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

09 Haz

Irmak Gözlüm

Abimlere vardığımızda, ayaküstü sohbet ve şakalaşmalar sırasında bir ara gözüm ilişti. Köşedeki koltukta oturan adam gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ben de kısa bir süre baktım, bir aşinalık vardı ama üzerinde durmadım.

Ahval sualleri akabinde, eşim abime dönerek:

“Erdoğan Bey, beyefendiyi tanıştırmayı unuttun.”

“Haklısın. Yüzbaşı Ender Bey.” dediğinde göz göze geldik. Zaman durdu o an. Hatıraların gömüldüğü mezar açıldı, içindekiler bir bir önüme dizildi. Sesler uğultu gibi kulaklarıma çarpıp geçti. Unutulmaya yüz tutmuş bir haletin titremesi sardı ruhumu. İçimde tufanlar koptu. Yarım kalan hayatım, vuslata varmayan yolum, bunca zaman sonra seni görmek… Ne onun bakışları susmak bildi, ne de benim içimdeki derin kederim. Sanki yıllar öncesinden bana sesleniyordu. Irmak gözlerinden süzülen bakışları, yüreğimdeki hüznüme karıştı. Başak sarısı saçları kumral renge bulanmış, ırmak yeşili gözlerini yosun tutmuş, şakaklarına ise kırlar düşmüş. Bu halini hiç tasavvur etmemişim. İhaneti yeniden kement oldu boynuma dolandı sanki.

Dalgınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum, yengemin omuzuma dokunarak;

“Kaç kez seslendim ne bu hal, gel beraber kahve hazırlayalım.”;

Sözüyle kendime geldim. Mutfağa geçip cezveye, kahveyi, şekeri, üzerine de suyu ekleyip ocağı yakarak ateşe oturttum. Pişmeye yüz tutan kahve sanki beni anlatıyordu, içim kaynıyor, kabarıyor taşıyordu. Fincanları doldurup yengemle salona gönderdim. Benliğim altüst olmuştu. Yanına gitmek istemiyordum. Mutfaktaki masanın sandalyesine oturdum. Herkes salonda konuşup gülüyordu. Ben ise yerimden kalkıp uzak bir yerlere gitmek, bir şeylere koşmak istiyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar onun günahını temizlemeye yetmiyordu. Yalnız, suskun yüreğim bana yaptığını affetmiyordu. Ne kadar çaresiz olduğumu düşünüyordum. Bir tarafımı kinim, bir tarafımı da hasretim kavuruyordu.

Yüreğimi taşa döndüren ve ömrümün celladı olan Ender, içimdeki sırrımı o akşam bana faş etmişti. Onunla karşılaşmanın hayalini kurmasam da, hayatın efsunu onu karşıma getirmişti. Nasıl ki bir kahramanı bir satkın öldürür, benimde yüreğimin kahramanını onun ihaneti öldürmüştü. Tarifsiz duygularla savrulup duruyordum.

Yengem; “Buraya iş yapmaya mı geldin? Bırak lütfen.” diyerek beni salona götürdü.

Herkes sohbet ediyor, gülüp eğleniyordu, bir o suskundu bir de ben. Saat epeyce ilerlemişti, eşim müsaade isteyerek gitmemiz gerektiğini söyledi. Ev içinde vedalaşma faslından sonra bizi yolcu etmek için Erdoğan ağabeyim ve Ender dışarı çıktı. Efsaneye tanıklık eden karanlık gece, belki de son vedamıza da tanıklık edecekti. Ortalığı aydınlatan sokak lambaları altında elini uzattı. Tokalaşmak mecburiyetinde kalışım sırasında, başımı kaldırıp yüzüne baktım. Göz göze geldik, söz içinde nice kelimeleri kül etti o bakışlar. Hiçbir şey demeden hafifçe elimi sıktı. Arabaya binip, ön koltuğa yığılırcasına oturdum. Asumanda ki bulutlardan medet umdum, Sükûtu ikrar bilip, içimden; “Şair; ‘ölmen evvel ölür kişi.’ demiş.” diye geçirdim. Yol boyunca eşimin her sözüne “ Evet, haklısın” gibi kısa yanıtlar verirken avucumun içinde onun elinin sıcaklığını tutuyordum.

Evimize vardığımızda saat gecenin yarısını geçmişti. Aradan onca zaman geçmesine rağmen onu gördüğümde sarsılmıştım. Pijamalarımı giymeden avucumda sıkı sıkı tuttuğum elinin sıcaklığıyla uzandığım kanepede uykuya dalmıştım. Sabahleyin eşimin sesiyle uyandım, bilinçsizce sıktığım elim uyuşmuştu. Yavaş yavaş avucumu açtığımda parmaklarımın ağrısı sanki bütün hücrelerimi suçlarcasına; “Bunu bize neden yaptın?” diyordu. Kılıçla doğranmışçasına yanan canıma, yüreğimin yarası da eşlik ediyordu. Aklım kendisini öne atarak; “ Ben bir şey yapmadım sen sebep oldun ırmak gözlüm.” diyerek gözyaşlarımı içime hapsettiriyordu.

***

Gün doğmadan yola çıkan ırgatlar, omuzlarında tırpanları, bellerinde masatlarıyla, at üstünde yol alırken, terkilerine yerleştirdikleri örsleri ustalıklarını sergiliyordu. Öğle vaktine kadar hafif esen rüzgâr, otları deniz gibi dalgalandırıyordu. Sırayla dizilerek tırpan sallayan ırgatlar bazen hep bir ağızdan türkü tutturuyorlardı. Sesleri biçinin ritmik seslerine eşlik ediyordu. Biçilen çayırların yeşil ot kokusu meltemle savrularak, etrafa rayiha yayıyordu.

Okulunun tatile girmesiyle köye amcasının evine gelirdi. Yaz boyunca bir çiftçi gibi yaşayan Ender de tırpan sallar, tırmık çeker, dirgenle ot toplardı. Köydeki evlerimiz yakındı. Konuşma fırsatımız olmasa da her gün bir birimizi görürdük. Dağların bağrından sızıp gelen billur sular gibi akardı yüreklerimiz birbirine. Dilimizeyse uzaktan bakan gözlerimiz tercüman olurdu.

Kardeşlerin üçüncüsü olan Ender Ankara’da okuyordu. Uzun boyu, başak sarısı uzun saçları, ırmak yeşili gözleriyle, dokuz kızın dileği denilen güzellikteydi. Terbiyeli ve saygılı tavırlarıyla da takdir topluyordu.

Ben kendimi bildim bileli Ender hep vardı hayatımda. Onsuzluğu hiç yaşamamıştım. Aynı köylü olmamız yanında babalarımız arkadaştı ve hısımlığımız da vardı. Böyle olunca da neredeyse beraber büyüdük diyebilirim. Sokakta oyunlar oynadığımız yaşlarda birbirimizi korur gözetirdik. Şimdi düşündükçe aklıma geliyor da biz hiç rakip olmadık birbirimize, hep el ele yan yana dururduk. Akıp giden zaman içinde kalbimin onu ne zaman sevdiğini hatırlamıyorum. Bir gün yolun ortasında omuzlarımdan tutup; “Hülya seni çok seviyorum.” dediğinde şaşırmamıştım, sanki olması gereken buydu. Başka ne olabilirdi ki?

Okul döneminde özlemimize dayanamaz, bir günlüğüne de olsa çıkagelirdi. Her zaman gidip geldiğim yolda beklerdi, ummadığım anda karşımda görünce sevincimden deliye dönerdim. O gün okulumu kırar zamanımı onunla geçirirdim. O da gelişini kimselere söylemezdi. Bir iki saat sonra, akşam otobüsüyle de hiç uyumadan geri dönerdi.

Annem o yaz bir şeyler sezinlese de, emin olamıyordu. Birkaç kez sıkıştırmıştı beni.

“Kızım, aklında Ender varsa çıkar aklından. Seni ona asla vermem.” demişti.

Ben ise korkulu gözlerle bu sözler karşısında donup kalmıştım. Bulduğum kuytuda gözlerimde hapsettiğim yaşları salıvermiştim. Yüreğime düşen yangınla iyice mahzunlaşmıştım. Ender’e söylemedim annemin söylediklerini. Beraber mutlu yuva hayalleri kurarken nasıl söyleyebilirdim ki? “Annem seni istemiyor” demek kolay mıydı? Hem daha vakit vardı, o zamana kadar düşünceleri değişirdi belki, diye günlerce kıvranıp durmuştum.

Yaz bitip güz gelene kadar köyde uzaktan uzağa bakışarak geçirdik zamanımızı. Ender’ in beyaz yüzü güneşte yanmış, yeşil gözleri iyice meydana çıkmıştı. Bereketli tarlalarda olgunlaşan sarı başaklara benzeyen saçları ise biraz daha uzamış, rüzgârla savrulup duruyordu. Uzakta olduğu zamanlarda onu hep canımda yanımda hissederdim. Benim canımın ta kendisiydi. O benim için bir nefesti, gözümdeki nurdu o olmasa ben ölürdüm.

Yaz sonu şehirdeki evimize geldiğimizde okullar başlamak üzereydi. Benim de son senemdi. Mezun olacaktım. Ender de birkaç gün içinde Ankara’ da ki okuluna dönecekti. İçime garip bir hüzün çökmüştü. O anları düşündükçe hâlâ içim burkuluyor. Gitmeden birkaç gün önce görüştüğümüzde; “Bu sene okulun bitiyor. Temmuzda nişan yaparız düğün tarihimizi de üniversite sınavından sonra netleştiririz.” dediğinde ben de kabul etmiştim. Ama annem olmaz derse ne yaparız diye içimden geçirmiştim.

Güz gitti kış geldi, kış gitti yaz geldi. Zaman önünde engeli olmayan su gibi aktı. Ben mezun oldum. Tekrar köye gittik. Birkaç gün sonra onun gelişi yazımın güzelliğine mutluluk katmıştı. Sevincimden yerimde duramıyordum.

Tam hatırlayamıyorum şimdi, aradan iki ay kadar zaman geçmiş, hayalini kurduğumuz nişanımıza kısa bir süre kalmıştı. Bense içimde ailemin bu duruma karşı çıkacaklarının huzursuzluğunu yaşıyordum.

İkimizin de akrabalarının yaşadığı yakın köye Ender sık sık gidip gelmeye başlamıştı. O zamanlar aklıma hiçbir art düşünce gelmediği gibi bir olumsuzluk da yoktu ortada. Birkaç gün sonra akraba düğünü nedeniyle benim de oraya gitmem gerekti.

Hem çocukluk arkadaşım hem dayımın kızı olan Leman’la hasret giderdik çocukluk günlerimizi yâd edip güzel zaman geçirdiğimiz bir anda; “ Sana bir şey söyleyeceğim şimdilik kimseye söyleme olur mu?”, “Söylemem tamam.” “Ender bana evlenme teklif etti.” dediğinde alevler arasında kalmış gibi her bir zerrem ateş aldı yandı. Dünya etrafımda dönüyor… Dönüyor… Dönüyordu. Herkes susmuş Leman’ın “Ender bana evlenme teklif etti, ben Koray’ ı seviyorum diyerek reddettim.” sözü kulaklarımda yankılanıyordu.

Kahrolmuştum, yıkılmıştım, gururum incinmişti. Günlerce ağlamış, sonra da ondan vazgeçmiştim. Artık ona gözükmemek için evden dışarı çıkmıyordum.

Çok düşünmüştüm ve verdiğim karar onu yüreğimdeki mezara gömmek olmuştu. On gün sonra şehirdeki evimize döndük. Ve ilk önüme çıkan kişiyle evlendim. Sonra herkes kendi yaşamında kaybolup gitti.

Aradan geçen yıllar, kalbimin en derininde saklamış onu. Aklım unutsa da yüreğim unutmamış meğer. Şimdi düşünüyorum da, her şey bahane aslıda. Kaderde olmayınca olmuyor işte.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank