content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

01 Mar

İnsani Değerleri Oluşturan Özgürlük ve Kültür

Kalıcı kültür köy ve kasabalarda yani herkesin birbirini tanıyıp bildiği yerlerde oluşurken, sürekli göç alan şehir hayatında oluşan kültürler de tıpkı ilkbaharda dağdan inen kar sularının oluşturduğu çamurlu suyun oradan buradan beslenip küçük su kaynaklarının büyük ırmaklara dökülüp, ırmağın berrak akan suyunu da çamurlu hale getirmesine benzer. Şehir ne kadar çok göç alırsa, ırmağın suyu da bir o kadar çok çamurlu akar. Çamurlu akan su, insanı canından bezdirir.  Hayat çekilmez hale getirir. İnsanlar gerilip sinirleri bozulur. Ağızlarının tadı kaçar. Sonunda da patlayacak yer ararlar.

Halbuki kar erimeden önce dağda bembeyaz lekesiz dururken, eriyip suya dönüşerek yukardan aşağı doğru akmaya başladığında, sürekli oradan buradan beslenerek akan çamurlu su sürekli çoğalarak aktığından, öyle bir iki günde de durulup berraklaşmaz. Berraklaşmadan akan su  nasıl içilmezse, sonradan şehir hayatına katılan insanlarda birden bire şehir kültürüne alışıp, onlar gibi yaşayamaz. İnsanda suda bir süzülme sürecinden geçmek zorundadır. O da elbette ki bir zaman süreci ister.

Günümüzde zaman öyle bir akıyor ki, hiç kimse arkasından koşmakla yakalayıp tutamıyoruz. Zamanda su gibi yakalanıp tutulmadığından ömrümüz gelip geçip gidiyor.  Bu gidişte elden bir şey gelmiyor. Yaşadığımız hayat büyük gerginlikler içinde hepimizin avucundan su gibi su gibi akıp gidiyor. Kimse de bir şey yapamıyor.

Herkes kendi bildiğini okuduğundan insani değerler de oluşup hayat bulmuyor. Dolayısıyla kalıcı şehir kültürü oluşmuyor.

Bu gün buna verilecek en güzel örnekler her birimizin içinde yaşadığı büyük şehirlerimizdir.

Eskiden İstanbul, anadolu şehirleri için örnek olan büyük bir kültür merkeziyken, şimdi İstanbul’un her bir köşesi bir değişik kaosu yaşamaktadır. Aldığı göç nedeniyle ne köy hayatı, ne de şehir hayatı yaşanıyor. Hiçbir insanı ve kültürel değeri olmayan büyük bir köy haline geldi.

Eskiden İstanbul dışından, İstanbul’a gelmek isteyenler, İstanbul’a uyum sağlayamam korkusuyla kolay kolay cesaret edip gidemezlerdi. Ama şimdi yolgeçen hanı oldu. Herkes elini kolunu sallayarak sanki bitişik köye gider gibi gidiliyor.

Bol kazanç, daha kolay yaşamak için herkes bildiği bir hemşerisini, akraba ve hısımlarını kendilerine  örnek alarak gittikleri büyük şehirlere kolay kolay adapte olup uyum sağlayamıyorlar. Adeta sudan çıkmış balık gibi yaşama arzusuyla çırpınıp duruyorlar. Kanatları kırılmış kuş gibi uçup kurtulamıyorlar da. Şehir hayatını da bala batmış sinekler gibi her geçen gün çirkinleştiriyorlar.

Herkes şehirleşme yerine öncelikle parayı koyduğundan, asalet, nezaket, incelik ve zarafet hiç kimsenin umurunda değil. Olmadığı içinde sayıları çoğaldıkça her geçen gün koca şehirlerin zamanla kazanılmış her türlü kültürü ve kazanılmış insani ve ahlaki değerlerin hepsi alt üst edilip bir bir yıkılıp yok ediliyor. Her şeyimizi miras harcar gibi harcayıp yok ediyoruz. Halbuki kültür, insanlığın en büyük zenginliğidir.

Kalıcı kültüre sahip olunan toplumlarda kanuna yasaya hiç gerek kalmadan insanlar kendi haklarına riayet ederek yaşarlarken, aynı zamanda da adaletli yaşamayı da öğrenirler.

Kültürel zenginliğin ne olduğunu anlamayanlar, şehir kültürüne katkı sağlamadıkları gibi, bir de yaşadıkları şehrin oluşmuş kalıcı kültürünü bozup, tamamen yozlaştırıp kendi köy kültürlerini şehre enjekte edip bozuyorlar.

Bozulan değerlerin başında ahlaki değerler, ailevi değerler, ticari değerler, bireysel değerler, dini ve inanç sistemine bağlı değerler gibi vs. tüm değerlerin hepsi bir bir yıkılıp yok oluyor. Çünkü şehrin zor yaşamı içinde şehrin kültürüne uyum sağlayıp yaşayamayanlar zamanla şehrin baskısıyla korkup asabileşirler.

Kalabalığın oluşturduğu yalnızlıkta herkes ailevi kontrolden uzaklaşıp, özgürleştikçe de daha fazla hırçınlaşırlar. Kendi varlıklarını sürdürüp, geldikleri yerdeki hayat tarzını başkalarına kabul ettirmek içinde kendilerini tehlikeye atıp zor kullanmaya başlarlar. Ve sonunda da suça meyilli hale gelirler.

Bu arada büyük şehirlerin cazibesine kapılan gençler her geçen gün biraz daha bireyselleşip aileden uzaklaşıp aile baskısı ve kontrolünden kurtulup kendilerini daha çok özgürleştirirler. Bu özgürlük toplumun düzenini bozup, asayişini zorlaştırır. Başıbozukluğu artırarak herkesi patlamaya hazır, bir canavar haline getirir.

Şehre atfedilen medeniyetten, medenileşmekten şehir halkını uzaklaştırır. İnsani değerler aşınıp yıpranarak zamanla da yok olur.

Bunun önlenmesi için de en başta alınması gereken tedbir, herkesin doğduğu yerde karnının doyulup orada yaşaması sağlanması gerekir. Bunun içinde sanayileşip, zenginleşmeyi büyük şehirlerin çevresindeki il, ilçe ve köylerden başlamalıyız ki, köyden şehirlere olan göçü durdurup yada azaltarak hayatı normale döndürebilelim.

Devleti yönetmek isteyen herkesin her şeyden önce iyi bir insan olmalı ki, devleti iyi yönetsin. İyi bir insan olunmadan iyi bir devlet adamı olunmaz.

İyi bir insanın oluşması da insanın yaşadığı çevreye doğaya uyum sağlamakla ve aynı çevrede geçmişine saygı duyarak yaşayıp yetişip büyümekle olur.

Allah hiçbir kulunu yaşayıp varlığını sürdürmeyeceği bir yerde dünyaya getirip, onu orada zorla yaşatmaya çalışmaz. Çünkü doğa herkesi doğduğu yerde doyurmaya muktedirdir. Ama her şeye rağmen yine de Allah bizi özgür bırakarak istediğimiz yerde rızkımızı arayıp bulmamızı da istemiştir. Bu da bizler için ikinci bir ruhsattır. Onun için denmiştir ki, memleketin doğduğun yer değil, karnını doyurduğu yerdir. Denilerek de ayrıca bir seçenek daha sunulmuş oluyor.

Devleti adaletle yönetip, devletin gelirlerini adaletle dağıtan kimseler adaleti sağladıklarında devletin her yeri aynı anda kalkınır. Memleketin her yerine eşit hizmet sunulursa, her yer bir olur. Herkes hakkına rıza gösterip şikayette bulunmaz. Göç durur. Herkes kendi özgür iradesiyle de özgür yaşamını sağlamış olur.

Tarih ve kültür, ruhların toprağa kök salmasıyla oluşur. Aynı bölgede doğup yaşayan insanların kökleri derin, gelenek ve görenekleri sağlam, dini veya inançları ve o güne kadar insanı değer acısından kültürleri insani olan evrensel değerlere dünya çapında ulaşmış olarak yaşamış olurlar.

Sevgi, hoşgörü ve muhabbet içinde insancıl olmak her şeyi çözüp hayatı kolaylaştırırken, hırs, kin ve nefret insanları birbirine düşürüp hayatı – yaşamı o denli zorlaştırır. O denli zorlaşan hayat çekilmez hale gelir. Yaşayacağımız şu kısacık dünya hayatı bize zehir olur.

Bütün kötülüklerin anası yokluktur. Bütün insanları bir araya getirip varlıklarını sürdürüp her türlü yokluğun ve kötülüğün yok edilip, her türlü zenginliğin kazanılıp elde edilmesini sağlayıp büyülten de adalettir. O da mülkün temelini oluşturur. Temel ne kadar sağlam olursa, meydana gelen eserde o denli sağlam ve güçlü olur. İnsanlarda o denli paylaşımcı ve kaynaşmacı olurlar.

Burada devlet başkanına düşen görev; adil olup, adaletle iş yapmasıdır. İnsanı, insan bilip, devleti istişare yoluyla yönetmek, devleti güçlendirip, ömrünü uzatmaktır. Vatandaşlar arasında temel ilke tarafsız olmaktır.

Öfkeyle devlet yönetilmez. Öfke insanın ve devletin ömrünü kısaltır.

29.02.2016

Cahit Karaç

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank