content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

06 Mar

Halifeliğin Kaldırılması (II)

Saltanat’ın kaldırılmasından kısa bir süre önce Başbakan Rauf Bey: “Hilafet ve hatta Saltanat’a hissen ve fikren merbut” bulunduğunu söylemesine karşılık, Rıza Nur ve seksen milletvekilinin Saltanatın kaldırılmasını öngören teklifini, Hükümet adına savunmuştur. Salta- natın kaldırılmasına yalnızca Mersin Milletvekili Miralay Selahaddin Bey ile Rize (o tarihte Lazistan denilen) Milletvekili Ziya Hurşit Bey karşı oy kullanmışlardır.

TBMM kararını Padişah Vahdettin’e tebliğ eden Refet (Bele) Paşa’ya hitaben Padişah: “Saltanatsız bir Hilafet, hanedanımızın en aciz bir ferdinin bile kabul etmeyeceğinden emin olabilirsiniz” diye tepkisini ortaya koymuştur. Dönemin ünlü simalarından Şeyhül-İslam Mustafa Sabri Efendi’de “Ahkamı Şeriyyenin icrasına memur ve cismani bir Hükümet reisi olan Hz. Peygamberin Halifesi ve vekili olacak zatın elinden Hükümet alınınca o zat, Cenabı Peygamberin nesine vekalet edecekti?” Çünkü Mustafa Sabri Efendi’ye göre, Saltanat Hükümet/Hükmetme iktidarının karşılığı idi, şimdi bu iktidar Halifenin elinden alınınca o artık iktidarsız (Saltanatsız) bir Halife olmuştu.

Ancak çok geçmeden Vahdeddin’in bu konuda da yanıldığı ortaya çıktı. Kendisinin Türkiye’den ayrılmasından bir hafta sonra Osmanlı Hanedanından birisi olan Abdülmecid Efendi, tarihte benzeri çok az görülen böyle iktidarsız bir Halifeliği kabul etmiş oldu.

Osmanlı sultanları son dönemde, Avrupa ülkeleri krallarının taç giyme törenlerinin bir benzeri olarak, önce Topkapı’da Mukaddes Emanetler dairesinde dua ederler sonra Eyüp Sultan’da kılıç kuşanırlardı. TBMM tarafından Halife seçilen Abdülmecid Efendide 24 Kasım 1922’de Topkapı Sarayında, Hırka-i Saadet dairesinde aynı törenlere, Biat törenlerine başlamıştır. E. G. Mears’ın iddialarına bakılırsa: “Tarihte ilk kez ulusal birliği simgelemek ve Arapların artık Türk Devletinin bir parçası olmadığını göstermek için bu törende Arapça yerine Türkçe dua edilmiştir.”
Abdülmecid’in Eyüp Sultan’da kılıç kuşanma törenine TBMM adına giden Refet Paşa ve Hoca Müfit Efendi gibi isimlerden oluşan heyet adına Müfit Efendi, Türkçe hutbe okuduğunu, hutbenin konusunun ise “Küçük cihaddan büyüyüğüne döndük mealindeki hadis olup, büyük cihadın cehalete karşı savaş olduğunu” açıklamıştır.

Yine bu sırada Mustafa Kemal Paşa, Halife Abdülmecid’e beş maddeden oluşan emirlerini bildirir: “TBMM’ye şükran duygularını açıklaması, Vahdeddin’ini takbih etmesi, TBMM idaresinin İslam Alemi için en faydalı idare tarzı olduğunun açıklanması, Türkiye hükümetinden takdirle bahsedilmesi, bunların dışında siyasi konulara girilmemesi.” Böylece Halife yalnızca Mustafa Kemal Paşa’nın emirlerini tekrarlayan bir çeşit memur durumuna gelmiş olur. Mustafa Kemal Paşa’nın emirleri takip eden günlerde de devam eder. Halife’nin törenlerde sarık yerine redingot kullanmasını ve “Halife-i Müslimin” unvanını kullanmasını ister. Buna karşılık Abdülmecid’in “Halife-i Resulüllah” unvanını kullanması ve Abdülmecid bin Abdülaziz Han ismini kullanması da sorun olur.

Bu arada dikkat çekici bir gelişmede Hindistan’da ortaya çıkar. Türkiye’de olup bitenleri takip ettikleri ve anladıkları hayli kuşkulu olan Hint Hilafet Komitesi 21-27 Aralık 1922’de yaptığıtoplantınınardından Mustafa Kemal Paşa’ya “Münci-i Hilafet” (Hilafet Kutarıcısı” unvanını verir. Yine bu sırada Afyon Milletvekili Hoca İsmail Şükrü (Çelikalay) “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adını verdiği risale ile “Hükümetten yoksun bir Halifeliği” eleştirmiştir.

5 Aralık 1923’te ise İkdam ve Tanin Gazetelerinde İngiltere İslam Cemiyeti adına Ağa Han ve Emir Ali’nin mektupları yayınlanır. Başbakan İsmet İnönü’ye gönderilen mektup özetle: “Hilafet makamının muhafazası ve hatta takviyesi ve Halife’nin şeref ve nüfuzunun iadesi gerektiği” üzerinde durulur. Bu gelişmeye Hükümetin tepkisi sert olur. Cebelibereket (Osmaniye) Milletvekili İhsan Bey’in başkanlığında kurulan İstiklal Mahkemesi İstanbul’a gönderilerek, değinilen mektubu yayınlayan ve bu doğrultuda görüş açıklayan gazeteciler yargılanır ve İstanbul Barosu Başkanı Lütfü Fikri beş yıl hapis cezasına çarptırılır. İstanbul Barosunun o dönem oldukça farklı bir çizgide olduğu anlaşılıyor.

Kemalistliğinden şüphe edilemeyecek Hamza Eroğlu’na bakılırsa: “Hilafetin kaldırılması konusunda Mustafa Kemal Paşa’yı süratle harekete sevk eden bir olayda, İsmailiye Mezhebinin İmamı Ağa Han ile Ali Han’ın Hilafetin siyasi durumunun korunması için İsmet Paşa’ya yazdıkları mektup ve bu mektubun daha İsmet Paşa’nın eline geçmeden muhalefeti temsil eden Tanin Gazetesinde yayınlanmasıdır.” Benzeri eğlenceli görüşler Yusuf Hikmet Bayur tarafından da tekrarlanmıştır. Çünkü Hamza Eroğlu’na göre Hilafet: “Hz. Peygambere vekil olarak İslamları ve İslamlığı koruma ödevidir. Halife ise, Hz. Peygamberin ölümünden sonra onun yerine geçen ona halef olan kimsedir.” Eroğlu’nun bu açıklaması esas alındığında İslam’ı ve Müslümanları korumaya çalışmayı İngiltere niçin Ağa Han aracılığı ile talep etsin? Halifeliğin devamından İngiltere’nin nasıl bir faydası olabilir? Halifelik bütün Müslümanları korumak ise (ki öyledir ve Eroğlu’da öyle diyor) İslam dünyasının bir bölümünü sömürge haline getiren İngiltere’ye karşı muhtemel bir dayanışmayı sağlayacak makamın devamı değil ortadan kaldırılması İngiltere’nin menfaatleri bakımından daha elverişli olduğu görüşü her zaman önemini ve inandırıcılığını korumuştur.

Üstelik Ağa Han’ın girişimini bir İngiliz oyunu olarak görüp aceleyle Halifeliğin kaldırılmasını savunanların şu hususu da göz önüne almaları gerekecektir: Ömer Kürkçüoğlu’nun yer verdiği belgelere göre, Ağa Han ile Ali Han, bir takım arkadaşları ile birlikte, “İngiliz yurttaşı olmaları sıfatıyla Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine başvurarak Türkiye’ye Sevr Antlaşması ile yapılan haksızlıkların giderilmesini” talep etmişlerdir. Yani daha ortada Halifelik tartışması yokken ve TBMM her fırsatta Halifeliğe bağlılığını ilan ederken, Türkiye’nin en zayıf döneminde Ağa Han ve arkadaşları İngilizlerin rağmına Sevr’in düzeltilmesini talep etmişlerdir. Üstelik madem Abdülmecid Efendi, “Halife-i Müslimin” durumundadır, Müslüman olan Ağa Han ve benzeri Müslümanlarında onunla ilgili taleplerde bulunmaları doğal sayılacaktır.

Halifeliğin kaldırılması “Hiç kuşkusuz Mustafa Kemal Paşa’nın kişisel egemenliğe doğru yürümesiyle yakından ilgilidir.” Hatta Kadir Mısıroğlu’na göre: “Hilafeti almak kadar yıkmanın da bir kuvvet gösterisi” olmuştur. Halifeliği kaldırmanın bir kişi egemenliğine yol açtığı, pekiştirdiği görülmüştür ama olayın bir kuvvet gösterisi ile kişi egemenliği ile sınırlı olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Ömer Kürkçüoğlu’na bakılırsa: “Halifeliğin kaldırılmış olması Kürtlerin ayaklanmasında önemli rol oynadığı gibi, Kürt unsurunun çoğunlukta bulunduğu Musul üzerindeki Türk iddiasını da zayıflatmıştır. Musul sorununun çözüme kavuşturulmamış olduğu bir sırada Halifeliğin kaldırılması, sonuçta Türkiye’nin Musul tezine manevi bir darbe indirmiştir.”

Buna karşılık, Lozan Görüşmeleri başlangıcında Saltanat ile birlikte Halifeliğin kaldırılmamış olması bir zamanlama, bir planlama sorunu olmalıdır. Çünkü Halifeliğin ismen devam ettirilmesi, aslında Padişahlığın İslam’ın genel ilkelerine aykırı olduğu vurgusu, Padişahlığı kaldırmaya karşı oluşan tepkiyi önemli ölçüde azaltmıştır. Bu durum TBMM’deki oylamada da kendini göstermiştir. Saltanatın kaldırılmasına ancak iki milletvekili aleyhte oy kullanmıştır.

Saltanatın kaldırılması esnasında savunulan görüşlere bakılırsa, “Halifeliğin Saltanattan ayrılabileceği tek başına var olabileceği, Saltanatın Türkiye için Halifeliğin ise bütün İslam Alemi için olduğu” iler sürülmüştür. Ancak bir süre sonra, Halifeliğin zaten “Hükümet etmeyi kapsadığını ve zaten Cumhuriyetin mana ve mefhumunda mevcut bulunduğu” gibi oldukça tutarsız ve iktidar sahiplerinin gel gitli uygulamaları sınır tanımayan bir istekle savunulmuştur.

Lozan görüşmelerinin ilk devresinde Mustafa Kemal Paşa’nın halifelikle ilgili hiçbir olumsuz görüşü de duyulmamıştır. Aksine Balıkesir gezisinde Zağnos Paşa Camisinde okuduğu Hutbe vb. konuşmaları sebebiyle onun “Halife olmak istediği” görüşleri yayılmıştır. “Gazinin büyük bir taassupla Hilafet ve Saltanatı şahsına almak istediği görülür. Buna muvaffak olamayınca da 180 derece aksine yürüdüğü müthiş garabettir.İfrat ve tefritten bir türlü kurtulamıyoruz.”

Lozan Görüşmelerinin ikinci döneminde Türk Heyeti içinde yer alan Haim Nahum’un Halifeliğin kaldırılmasında etkili olduğu ve Lord Curzon ile İsmet İnönü arasında bu konu için aracılık yaptığı haberleri bilinmektedir. Bu görüşü 1933’te Kazım Karabekir’in Halit Akmansü’ye anlattığı, onun anlatımları ise 1950’de Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan Büyük Doğu Dergisinde yayınlanmıştır.

İngiliz, PRO (Public Rceord, Office) FO (Foreign Office)’den M. Kemal Öke’nin aktardığına göre: “Türkler şu anda Şarkı peşlerinden sürükleyecek milletler içinde sonuncusudur. Halifeliğin ilgasıyla İslam Dünyasındaki liderlik mevkilerini bilinçli olarak yıkmışlardır.”

Gotthard. Jaeschke ise, Abdülmecid’in Halifeliğini “sözde halifelik” diye nitelendirmiştir.

3 Mart 1924’te ise Urfa Milltvekili Şeyh Saffet ve elli üç arkadaşının verdiği “Hilafetin İlgası ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Hariciyesine Çıkarılmasına Dair Kanun” başlıklı teklifleri görüşülerek büyük oy çokluğu ile kabul edilmiştir. Dikkat çekici bir hususta Şeyh Saffet Efendinin teklifi, TBMM’de hiçbir eksiltme ve ilave yapma isteğine uğramaksızın olduğu gibi kabul edilmesidir. Belki de bu durumu Şeyh Saffet Efendinin bir çeşit kerameti saymak gerekir!

Yine bir dönem İslamcı gazetelerin dergilerin birikimli münevverlerinden sayılan Seyyid Bey Halifeliğin kaldırılması esnasında Adalet Bakanı olarak TBMM’de yaptığı konuşmada, “Zaten Halifeliğin temel İslami kurallarla uyuşmadığı gibi” görüşlerini büyük bir heyecanla savunmuştur. Halifelik kaldırıldıktan kısa bir süre sonra bakanlık görevinden alınmıştır. Belli ki Halifelik tartışmalarında bir süre ön saflarda istihdam edilmiştir.

Halifeliğin kaldırılması İslam dünyasında büyük teorik tartışmalara da yol açmıştır. Mısır’da Ali Abdurrazık, daha çok oryantalist çevrelerin ileri sürdüğü “İslam’da siyasi konuların yer almadığı” görüşünü heyecanla savunduğu gibi, Reşit Rıza’da ilk defa “İslam Devleti” kavramını geliştirmiştir. Daha çok Halifenin şahsı etrafında savunula gelen İlam Siyasi görüşünü başka bir kalıp ve kavramla açıklamaya çalışmıştır.

Türkiye’de resmi çevreler, Ali Abdurrazık’ın seslendirdiği, İslam’da siyasetin olmadığı görüşünü iddetle benimser aksini iddia edenleri ağır hapisle cezalandırır ve bunu laikliğin temeli saymıştır. Buna karşılık İslamcı çevrelerin de önemli ölçüde, Reşit Rıza tarafından, geliştirilen,” İslam Devleti” kavramına sahip çıktıkları, Osmanlı padişahlarının, Emevi ve Abbasi Padişahları gibi, Halifeliklerinin zaten “sözde” ve İslami kuralların rağmına olduğu görüşünü daha çok tercih ettiği görülmüştür.

Osmanlı Halifeliğinin, İslam’ın temel kurallarına ne derece mutabık kaldığı tartışması bir yana, İngilizlerin küresel siyasetlerine mutabık kalmadığı gibi ona önemli ölçüde zorluk çıkardığı da tarihen sabit olmuştur. Halifeliğin kaldırılması ve onun hakkındaki teorik tartışmalarla da önemli ölçüde değerinin düşmesi muhtemelen İngilizlerin önceden öngörmedikleri ama tahakkukundan da memnuniyet duyduğu bir gelişme olmalıdır.

___________________________________________________________________________
K A Y N A K Ç A
1-Ali Abdurrazık, İslamiyet ve Hükümet, Din ve Devlet, Hilafet / Saltanat / Siyaset ve İslamiyet, Tercüme: Ömer Rıza Doğrul, İkdam Matbaası, İstanbul. 1927 .

2-Eliot Grinnell Mears, Modern Türkey (1924), New York 1924.

3-Gotthard. Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, Tercüme: Hayrettin Örs, Ankara 1972.

4-Hamza Eroğlu, Türk İnkılab Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul 1982.

5-İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslam, Dergah Yayınları, İstanbul 2008.

6-Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet, Sebil Yayınevi, İstanbul

7-Kadir Mısıroğlu, Osmanoğlularının Dramı, Sebil Yayınevi, İstanbul 1974.

8-Kadir Mısıroğlu, Musul Meselesi ve Irak Türkleri, Sebil Yayınevi, İstanbul 1972.

9-Mehmet Emin Bozarslan, Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu, Ant Yayınları, İstanbul 1969.

10-Mehmet Zeki Pakalın, Tarih deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.1, MEB, İstanbul 1993.

11-Mehmet Ali Kirman. Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü.İslamcılık mad., İstanbul, 2004.

12-Mete Tunçay, Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Yurt Yayınları, İstanbul 1981.

13-Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, C.1, MEB, İstanbul 1973.

14-Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul 2007.

15-Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919/1926), Ankara 1978.

16-Ragıp El-İsfahani, Müfredat, Çıra Yayınları, İstanbul 2006.

17-Süleyman Uludağ, Halife, TDV İslam Ansiklopedisi, C.15, İstanbul 1997.

18-Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, HİLAFET VE KEMALİZM (Hilafet-i Muazzama-i İslamiye), Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Araştırma Yayınları, Yayına Hazırlayan: Sadık Albayrak, İstanbul, 1992

19-Yusuf Hikmet Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyaseti, TTK, Ankara 1973.

20-Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılab Tarihi, C.ll / Kısım lV, TTK Ankara 199l.

21-Ziya Göğem, Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey, İstanbul 1956.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank