content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

07 Eki

Gülperi (Telli Turna)

Fatsa’nın biraz yükseğinde, beş-altı kilometre uzaklıkta bir fındık bahçesi vardır.

Adına Tamtepe derler. Bahçe futbol sahasından biraz büyüktür. Yeşil fındık dallarından başka bahçede erik, armut, elma, kiraz, vişne, akasya, incir, kara üzüm ağaçları da vardır. Kışın üç ayı dışında her mevsim yeşilin sayısız tonları ve çayır-çimen bahçelere bir halı gibi serilir. Bahçenin ortasındaki tepelikte denizi ve ilçeyi gören bir ahşap ev bulunur. Evin hemen yanında bir ulu çınar adeta gökyüzünü selamlamaktadır.

Her yıl karlar eriyip de güneş toprağı ısıtmaya başlayınca Sinan uzak ülkelerden ve gezilerden bahçesine döner. Memleketine dönmek onun için çocukluğuna yolculuktur. Bu dönüşlerde çocukluğundan başka şimdi artık hiçbir yerde bulamadığı masumiyeti de aramaktadır.

Bu bahar yine karlar eridiğinde ve bahar gözünü açtığında Sinan evine döndü. İlk günler bahçenin ve çevrenin bazı düzenleme işleriyle geçti. Emekli olduğu için kendini tamamen zamanın akışına bırakmış, canı ne zaman ne yapmak isterse o an harekete geçerek işlerini yapmaktaydı. Yaz akşamlarında dost ve arkadaşlarına bağlama çalıp türkü söylerdi.

Bir akşamüstü, tam gündüzün bitip gecenin başladığı noktada olağanüstü bir şey oldu.

Sinan evinin yakınındaki çınarın dibinde sırtüstü uzanırken gökyüzünün yarı aydınlık maviliğinden süzülerek gelen bir kuş gördü. Hemen doğruldu. “Ne kuşu ki acaba?” dedi merakla. Bir süre uçuşunu izledi ve kanat hareketlerinden, kulaklarındaki uzun beyaz tüylü püsküllerden telli turna olduğunu düşündü. Kuş bahçenin üzerinde uzun halkalar çizdikten sonra geldi, çınar ağacının alçaklarına kondu.

Sinan kuşa, “hoş geldin” manasında birkaç sözcük söyledi. Biraz sonra da sazını alıp bildiği turna türkülerinden bir-ikisini okudu. Bir ara yukarı baktığında turnanın yeniden uzun ve mavi halkalar çizerek uzaklaştığını gördü. Hüzünlendi.” Ya sesimi, ya sazımı beğenmedi galiba” dedi.

Birkaç akşam “acaba tekrar gelir mi?” diye yolunu gözledi. Ama gökyüzü boştu.

Oturdu, “turnaya mektuplar” yazmaya karar verdi.

Sinan zamanının çoğunda mektup yazıyor, çocukluğundan sonra yitirdiği masumiyetiyle sesleniyordu turnaya..

“Sevgili turnam, neden bir görünüp gittin, ne zaman gelecek, çınarın üzerinde ak halkalar çizeceksin, bak; karlar çoktan eridi, bahar, yaz geldi geçiyor..”

Sinan bir yandan yazıyor, bir yandan da yazdıklarını yüksek sesle okuyordu. Yorgun bir yaz akşamı ağacın dallarından çıtırtılı bir ses geldi. Dönüp baktı.

“Aaaa, turnam gelmiş” dedi gülerek ve selamladı.

“Hoş geldin güzel turnam, gözüm yollarda kaldı. Duydun mu yoksa yazdıklarımı?”

“Mektup yazdığını duydum, ama ne yazdığını bilemem” dedi turna, dertli ötüşlü bir sesle..

“Neden?”
“Çünkü benim okumam-yazmam yok”

“Beni anlaman için gerekli mi?”

“Evet, hayatı değil, ama seni anlamam için gerekli”

Turna bu konuşmadan sonra aniden havalandı. Uzun bir uçuştan sonra tekrar geldi. Sinan’a;

“Seni anlamam için kılık değiştirip geleceğim, bir peri kızı olacağım, kabul eder misin?” dedi.

Sinan yaşadıkları karşısında hem şaşkın, hem de çok mutluydu. Heyecanla;

“Sevinçle kabul ederim. Hemen gel” dedi.

Telli turna gökyüzünün derin maviliklerine doğru hızlıca süzülerek gözden kayboldu. Sinan meraklı bir kaygıyla beklemeye başladı.

Yaz bitmiş, sonbaharın serin esintileri hışırtılı bir sesle yaprakları dolaşıyordu.

Akşamın yarı kızıl aydınlığında Sinan’ın kapısı çalındı. Açtığında şaşkın bir gülümsemeyle karşıladı misafirini. Uzun boylu, ince belli, saman sarısı saçları olan yosun gözlü, bir kızdı gelen..

“Merhaba” dedi Sinan’a elini uzatarak ve ekledi: “ adım Gülperi”

“Merhaba, ben de Sinan, evimize hoş geldin, umarım burayı seversin”

“Buraya yabancı değilim, daha önce havadan gördüm, şimdi daha yakından yaşayacağım”

Sinan ahşap evin deniz gören odasındaki masaya yemek, ekmek, beyaz şarap, meyve, su, fındık, ceviz, kuru üzüm, beyaz üzüm getirdi ve konuğunu davet etti.

Sinan kendisi hakkında konuşmayı hiç sevmezdi. En büyük zevklerinden biri insanları dinlemek, anlamaya çalışmak ve onları mutlu etmekti. Kim olduğundan, işinden, geçmişinden pek söz etmedi. Sadece burada sınırlı kaldığını, daha çok uzak ülkelerde gezindiğini, buraya da çocukluğundaki masumiyeti aramak ve yeniden yaşamak için geldiğini söyledi.

Gülperi ise turna olmazdan önce uzun bir süre insanlar âlemi içinde yaşamıştı. Hem Sinan’ı anlamak hem de kendini anlatmak istiyordu.

Yemekten sonra biraz çevreyi dolaştılar. Döndüklerinde Gülperi Sinan’a bir teklifte bulundu. Her gece birisi bir konuda konuşacak, diğeri de konuyu derinleştirici sorular soracaktı. Bu anlaşmadan sonra uyudular.

Denizden esen rüzgâr hışırtılı bir serinlikle dolaşıyordu dalların yapraklarında..

Sinan sabahın yarı aydınlığında uyandı. Gülperi’nin yatağını boş görünce kaygılandı. Başucundaki nota baktı:

“Uçmayı özledim.. Eski kılığıma döndüm. Gece tekrar geleceğim. İlk konuya hazırlan. Sevgiler..”

Sinan ilk olarak Fatsa’yı ve halkın yaşantısını anlatmayı düşündü. İşe bilimle başlamak istiyordu. Ve iki bilim olduğuna inanıyordu. Biri doğanın tarihi, diğeri de insanın tarihi..

İkisi de birbirinden ayrılamazdı. Toprağı ve üzerinde yaşayanları açıklamak bilimin görevi, anlatmak ise sanatın işlevi olabilirdi..

Akşam Gülperi biraz gecikti. Sinan bu sürede masayı, hazırlıkları gözden geçirdi. Akşamın bitip gecenin başladığı yerde Gülperi boynunda zümrüt yeşili bir kolye, kulaklarında gümüş küpeler, parmağında Çin işi bir yüzükle çıkageldi
Sarılıp kucaklaştılar. Yemeğe ve sohbete geçtiler. İlk sözü Sinan aldı:

“Bu Fatsa toprakları çok verimlidir. Dünyanın en güzel fındığı burada yetişir. Fındık çok önemli bir besin maddesidir. Ayrıca kabuğu da yakacak olarak kullanılır.”

Gülperi sordu:
“Halkın geçimi nasıl?”

“Halkın çoğunluğu fındık üretir. Ancak fiyatı dış dünya, yani fındığı bizden talep edenler belirler. Bu yüzden dışa bağlıyız.”
“Fiyatta oynama, ödemelerde gecikme olur mu?"
“Evet, genellikle, işte tam da bu yüzden halk yoksul ve eğitimsizdir.”

“Bölgede tefecilik yani yüksek faizle halkı borçlandırıp, hasat sonunda ürününü düşük fiyatla almak yaygındır. İnsanlar bir sene çalışır, ürünü satınca borcunu kapatır, tekrar borç-harç içinde geçinmeye çalışır.Elli altmış yıl bu biçimde yaşar, sonra da ölürler.!.”

“Bu topraklarda, bu coğrafyada güzellikler sayılamaz. Karadeniz’in yazın eşsiz bir güzelliği, kışın sert dalgaları vardır. İlkbaharda toprak çok coşkuludur. Doğada bir yeşillik patlaması olur. Börtü-böcek, ağaç-çiçek her şey uyanır, dallar meyveye durur, yağmur yüklü bulutlar yaylalara koşarak boşaltır sağanak damlalarını, yeşilin binbir çeşidi içinde kuşlar hergün senfoni sunar, yağmur sonrası güneş açar, ırmak ve derelerin vadilerinde ak bir sis bulutu dans ederek yükselir..”

Sinan bu noktada sustu. Gülperi’nin yosun renkli gözlerine adeta kilitlenmişti. İlk kez öptü Gülperi’yi. O da sıkıca sarıldı Sinan’a..

Uyudular. Sinan uyandığında güneş iyice yükselmiş, kuşların binbir çeşit ötüşleri etrafı kaplamıştı. Gülperi yine kılık değiştirip gitmiş, Sinan’ın içini yerleşik bir keder sarmıştı..

“Ya bir daha gelmezse”

“Ya daha uğramazsa ben ne yaparım?”

Kalktı. Açık havada kahvaltısını yaptı. Çıkıp köyde şöyle bir dolaşmak, çocukluk arkadaşlarını görmek, çocukken ineklerini otlattığı bahçeleri gezmek istedi.

Yolda Dursun Baba’ya rastladı.

“Selam baba, nereye?”

Dursun Baba elindeki torbaya ağlarını, misinasını koymuş denize kavuşan ırmaklara doğru yönelmişti.

“Balık tutmaya gidiyorum. Haydi, beraber gidelim.”

Yol boyunca Dursun Babaya anlattı Sinan. Bu yollarda ne çok pabuç eskitmişti. Atları ile fındık çuvalları, mısır torbaları, meşe, gürgen, yaykın odunları taşımış, evden bahçeye dönerken de atı dörtnal sürmüş, bir-iki kez de attan düşmüştü..yoğun işleri olmadığı zamanlarda da inekleri otlatarak yine hergün bu yollarda bahçelerde çocukluğun artık bir daha geri dönmeyecek hazlarını yaşamıştı. Yaşamıştı ama o günler bunun farkında da olamamıştı. Cennette olup da cennetin farkında olamamak gibi.

Irmağa yaklaştılar. Şimdi Sinan’ın fındık bahçesi Gökdikenden geçiyorlardı. Sinan hüzünle;

“Bak” dedi, “şu elma ağacının dibi benim okuma yerimdi. İnekler yayılırken ben de burada roman, hikâye okur, yazarlarla selamlaşırdım. Bir gün ben de böyle şeyler yazabilir miyim, diye hayaller kurardım.

Dursun Baba Sinan’a dönerek;

“İyi ya şimdi bişeyler yazmışsın, hayallerin gerçek oluyor”

“ Yazma isteği hep vardı. Bu toprakları ve insanlarımızı yazarak anlatmak.

Türkülerin yanına bir de öyküleri koymak. Yaşadıkça yazmak, yazdıkça anlatmak..”

Ilıca ırmağına ulaştılar. Dursun Baba çizmelerini giydi. Ağını düzenledi. Irmağın derinliklerine ilerleyerek serpti ağını. Az sonra yavaş yavaş çektiği ağın içinde balıklar kıpır kıpır can çekişmekte, ağın iplerine çarparak son ümitlerini de yitirmekteydiler.

Akşam eve döndüklerinde sohbete çilingir sofrasında devam ettiler. Eski günleri andılar. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru Dursun Baba ayrıldı.

Az sonra kapısı çalındı Sinan’ın. Gelen, boynunda ak güvercin renkli kolyesi, kulaklarında zümrüt yeşili küpeleri, saçları karanfil kırmızısı, elinde bir eski defteriyle Gülperi’ydi.

Sarılıp kucaklaştılar. Ve uzun süre öylece kaldılar. Yüreğindeki sevgi tomurcuğu büyümekteydi Gülperi’nin. Ve çağlayan olacaktı, denizin maviliğine, okyanusun derinliğine ılık bir meltem gibi taşıyacaktı onları. Bunu diledi içinden sessizce..

Masaya geçtiler. Gülperi anlatacaktı şimdi de. Sinan bekledi söze girmesini..

“Evrenin sırrının insanın içinde olduğunu, onun da zıtlıkların birlikteliğinden oluştuğunu” söyledi Gülperi.

“Yani” dedi sonra, “hayat varsa, ölüm de var, acı sevinçle, sevgi nefretle, doğru yanlışla bir arada”
“Bu durumda mantıkla mantıksızlık da hep beraber, akılla duygu, aşkla kurallar çatışmalı olur”

Sinan ; “peki gerçek ne ile birlikte?”

“ Masalla” dedi Gülperi gülümseyerek. “Belki biz de bir masalı yaşıyoruz”

“Doğru” dedi Sinan; “uçmalara, kılık değiştirmelere bakılırsa…”

Ama bu çağdaş bir masaldı. Her ikisi de yaşanmışlıklardan düşlere, düşlerden de öykülere dönüşen bir hayatı paylaşıyorlardı.

Devam etti Gülperi anlatmaya. Çocukluğunu, yalnızlıklarını, özlemlerini.. Hayal kırıklıklarından acılarına, sevinçlerinden kırgınlıklarına kadar tüm yaşamından esintilerle özetledi yaşantı birikimlerini… elindeki defterden kısa metinler okudu yer yer.

Gülperi anlattıkça, Sinan; onun içinde gizli kalmış bir edebiyat okyanusu olduğunu, derinlerindeki dalgaların ancak onu gerçekten seven biriyle anlaşılabileceğini sezdi.

Ve Gülperi’ye dönerek:

“ Bir insanı sevmekle başlar her şey” dedi.

O da;

“Evet, sevmekle başlar, emek ile anlaşılır insan.” İnsan insanı oluşturur. Her şey gibi kişiler de değişir, gelişir, güzelleşir.”

“ Doğru kişiler birbirlerini bulursa gelişme hızlı ve güzel olur”
“ Doğru kişiler doğru zamanda karşılaşırlarsa her şey daha güzel olur”

Uyudular.

Sabah kuşları ötmeye, giderek artan bir senfoninin nağmeleri etrafa yayılmaya başlamıştı.
Sinan her zamanki gibi erken uyandı. “Kuşlar niye bu kadar canlı ve sevinçli ötüşüyorlar?” dedi.

Bu sesi duyan Gülperi;

“ bir sevgiyi, bir aşkı mı kutluyorlar acaba?” dedi.

Sinan Gülperi’nin yanında olduğunu görünce şaşırdı;

“ aa bu sabah turna olup uçmamışsın?”

“artık göklerde değil, hep yanındayım” dedi Gülperi, Sinan’ın uzun yumuşak saçlarını okşayarak..

Sinan sevinçle sarıldı Gülperi’nin boynuna. Öpüştüler zamanın ve evrenin sonsuzluğunda yitip giderek..

Doğada ise kuş seslerinin ahenginde çoğalan bir müzik devam ediyordu. Bahçelerde ağaçlar ve ağaçların dallarında yapraklar bu müziğe uygun sessiz bir dansın salınımları içindeydiler..

“Sen, bilirsin” dedi Gülperi’ye Sinan;

“sen kuşların dilini çözersin, nedir bu bitmez senfoni?”

Gülperi kendinden emin bir ifadeyle;

“ evet, canım, bu konser bizim için, biz de doğanın bir parçasıyız”

Fatsa’ nın yükseğinde fındık bahçesindeki deniz gören bu ahşap evde Sinan ile
Gülperi her akşam değişik bir konuda sohbet ederek ve buna zaman zaman köylüleri de çağırarak uzun yıllar birlikte yaşadılar.

Geçen günlerde köyüme şöyle bir uğradığımda rastladım Dursun Baba’ya ve sordum Gülperi ile Sinan’ı...

Yine karların eridiği ve güneşin toprağı ısıtmaya başladığı bir bahar sabahında ahşap evin önünden iki telli turnanın bir anda havalanarak gökyüzünün bilinmez maviliklerine doğru süzülerek gözden kaybolduğunu söyledi Dursun Baba bana, gözlerinden sızan iki damlacığı silerek…

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

4 Kere Cevaplanmış to “Gülperi (Telli Turna)”

  1. 1
    BARIŞ Says:

    SAYI HOCAM'
    NE BÜYÜLEYİCİ, SICACIK SEVGİ VE DOĞA DOLU BİR ÖYKÜ...
    İNSANI SONSUZ GÜZELLİKLERE GÖTÜRÜYOR....
    OKUDUKÇA OKUYASI GELİYOR...

  2. 2
    Halit SUİÇMEZ Says:

    Sayın Barış;

    Öykülerle Türküler olmasa yaşam belki de çok çekilmez olurdu değil mi?

    Ben de bu öyküyü aynı topraklarda doğup büyüdüğümüz, aynı suları içtiğimiz sevgili dostum Ahmet Fidan'ın sütunlarında yayımlamayı uygun buldum.

    selamlarımla..
    halit

  3. 3
    Yılmaz Says:

    Sevgili Halit,
    Okurken lezzet aldığım ve bitmesini istemediğim duygu ve anlam yüklü sıcak bu yazın için seni tebrik eder, benzer yazıların devamı dileğiyle kalemine ve yüreğine sağlık olsun...

  4. 4
    Halit Suiçmez Says:

    Sevgili Yılmaz;

    Ben de senin adını görünce sevindim, kadim dostluğun hazzını yeniden, heyecanla yaşadım.

    İşte böyle bazen iki satır yazı anıların sıcaklığını yüreğin okyanusunda yeniden dalgalandırıyor.

    Benzer yazılar(anlatı-kısa öykü-deneme)giderek artacak, öyle umuyorum..

    sevgilerle..



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank