content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

08 Eyl

En Hayırlısı “Hayır” Demektir!..(I)

Şimdi eğri oturup doğru konuşmak zamanıdır.

Fakat önce, kamuoyunda “dinci yazar” olarak tanınan Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi’den bir alıntı yapalım. İşte, “evet”çi partinin yayın organında AKP’ye hitaben yazdığı 07.08.2010 tarihli makale:

***

“ALLAH BİN KERE BELÂNIZI VERSİN!..

Allah Cezanızı Versin!..

İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!..

Ben çoğunuzun o e...ski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz. Müslüman’san, hangi meşrep ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!

Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.

Bre uğursuzlar!..

İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?

Rüşvet almak var mıdır?

Haram yemek var mıdır?

Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır?

Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?

Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır?

İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?

Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?

Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!..

İki yakanız bir araya gelmesin!..

Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!..

Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız...

Başınız belâdan kurtulmasın.”
(Mehmet Şevket Eygi: Milli Gazete; 07 Ağustos 2010 Cumartesi)

***

Yukarda ne demiştik? Dosdoğru konuşmak ve mutlaka dürüst olmak zamanıdır.

Gerçekte bu, insanlar ve özellikle Müslümanlar için belirli bir zamanı kapsamaz.

Namuskârlık, onurluluk ve sorumluluk bütün zamanları, yani bütün hayatı kapsar.. 

Evet, Doğru ve dürüst olmak, iman ve amelde (eylem ve söylemde) bir olmaktır.

 Zira halka konuşanların (akıl veren, yol gösterenlerin) ve yazanların, her iki âlemde de sorumlulukları pek büyüktür. Bunlar, âlimler (ulema; konuşan ve yazanlar) ile amirler (ümera; idare eden, millet memurlarına emir veren yöneticiler) olarak açıklanır ve tanımlanır.  

Şu kadar ki, bu avas (okumuş-ilimle amel eden; avam’ın karşıtı) ekseriyetle namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu; Adalet ahlâkı, hukuk ve hikmet sahibi olmaları, bizatihi milletin zikri, fikri, amel, ilim ve erdemi (yaşam biçimi) ile alakalı olup; Ulema ve Ümera milletin aynası ve dâhi tıpkısının aynısıdır.

Ne diyor Hak’te Alâ, Kur-an’ı Kerim de; Bakınız:  

“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez…” (Ra’d, Suresi: 11)

Büyük âlim, Cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanı (merhum) Elmalılı M. Hamdi Yazır, ayeti şöyle açıklamakta ve tefsir etmektedir: “Allah’ın bir toplumu değiştirmesi, ancak ve sadece insanların değişimi istemelerinden kaynaklanır. Güven, huzur ve emniyetin kalmadığı, dolandırıcılığın, rüşvetin, yalanın, zulmün hâkim olduğu bir toplum elbette yıkılmaya, yok olmaya ve çökmeye mahkümdur. Allah (CC)’ın koyduğu ilahi düzen bunu gerektirir. Yoksa Allah, bir toplumu hak etmedikleri halde helak (yok) etmez. (F. Razi, XIX/22) Bir başka ifadeyle Allah, bir toplumun (milletlerin) helâkini sebeplere bağlamıştır. O sebepleri de insanlar kendileri oluştururlar. (Elmalılı, Kur-an Dili, IV /2419)

Yanı sıra: Peygamberimiz Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “Sizler nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyurmakta; Montesquieu ve Winston Churchill de, “Her millet lâyık olduğu şekilde yönetilir” demektedirler.

Bu kadim bir bilim, siyasi ve sosyolojik vakıa ve bütün zamanların ortak gerçeğidir.

Bir gerçek daha var ki, o’da: Akil, âlim, fazıl ve basir ulemalar ile namuslu, dürüst ve demokrat amirleri (vekil ve siyasetçileri) olan bir toplumda her değişim ve dönüşüm, terakki (ilerleme, gelişme) anlamında olup; Öncelikle sine-i millet de var olan arazı (müzmin sorun ve sıkıntıları) izaleye matuf olmak gerektir.    

Aksi takdirde yapılanda, değiştirilende ve atılanın yerine konulanda hayır yoktur.

Tıpkı 27 Mayıs 1960’da, Mustafa Kemal, Türk, İslâm ve Cumhuriyet düşmanlarınca atılan (ilga edilen) Atatürk ve Kurucu Cumhuriyet Anayasasının yerini alabilecek bir başka anayasa, değişiklik ve her hangi bir düzenleme konulamadığı gibi!..

Bu zaten olamaz. Olamaz!.. Zira 1923 Cumhuriyeti orijinaldir.

Orijinalin yeri taklitle, alıntıyla, sanalla ve AB sapıklığı ile doldurulamaz…

Şimdi esasa gelelim ve “ilim, tarih ve hakikatler ışığında” soralım:

“Bu, 26 madde’den ibaret ve 12 Eylül 2010 Pazar günü halkoyuna sunulacak tasarı” millet tarafından uygun görüldüğü ve onaylandığı takdirde:

27 Mayıs, gasp, işgal ve tasfiye kalkışmasının hesabı sorulacak mı?

Cumhuriyetin, yok pahasına heba edilen değerleri tekrar kazanılacak mı?

27 Mayıs’la gelen ve elli yıldır ülkede var olan, giderek kronikleşen, derinleşen yozlaşma, rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yalan-talan, yolsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk, suiistimal, menfur mafya tasallutları, organize suç, kaçakçılık, kayıt dışılık, kara para, hak-adalet-usul-yasa ve ahlâk dışı sarf, edinim, temlik ve tasarruflar önlenecek mi?..

Kamu /özel, bilumum sektörleri sürekli denetlenir, hesap verir, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korur, “devletin malını deniz bilip” kamu kurumları ve halkı her vesileyle hortumlayanlardan hesap sorulacak mı?

Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi anarşi, terör ve tedhiş bir gecede kesilecek, akabinde suç odakları, eşkıya ve sair uzantı ve bağlantıları derdest edilip Cumhuriyet Mahkemeleri önüne çıkarılacak mı?

1963 yılından bu güne akan kanın, tahrip ve tarümar edilen milli servet’in, izzet ve itibarı ayaklar altına alınan Milli Devlet’in; Yalanla, talanla gasp ve irtikap edilen, eşe-dosta, kardeşe-yoldaşa peşkeş çekilen Milli Servet’in hesabı sorulacak mı?

“Demokratik özerklik ilan edeceğiz” diyen menfur dönme ve devşirmeler derhal derdest edilecek ve “tarafsız-bağımsız” yargı önüne çıkartılacak mı? Bu bedhahların yardım ve yataklık ettiği bilumum anarşist, terörist ve tedhişçiler, her tür uzantı ve bağlantıları dahil olmak üzere “şer ve şeytani, hain ve düşman” bataklıkları mutlaka kurutulacak mı?

13 Eylül’den itibaren ülkemizde huzur, emniyet ve sükun tam anlamıyla sağlanacak; Demokrasi, hakkaniyet, adalet ve hukuk hâkim kılınacak ve TC yargısı, diğer erk, eklenti ve bağlantılara karşı “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet, hak, adalet ve hikmetle hükümferma; TBMM, ab-abd, parti sahipleri, vesayet ve cuntalara karşı tam bağımsız, kürsü masuniyeti hariç olmak üzere, her türlü dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazdan soyutlanmış olacak mı?

Açıkça, namusluca, dürüstçe, erkekçe söylensin..

Kesinlikle EVET’mi? Yoksa!...

Kesinlikle HAYIR!...

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

4 Kere Cevaplanmış to “En Hayırlısı “Hayır” Demektir!..(I)”

  1. 1
    Uğur ÖZALTIN Says:

    Mehmet Şevket Eygi yi kutluyorum ve hürmetle Selamlıyorum.
    Her devirde firavun saltanatı ne kadar azarsa azsın vicdanlı ve mücadeleci Musa'lar hep olacaktır inşallah

    Bu güzel yazınızdan dolayı sizi de kutlarım

  2. 2
    Mustafa Nevruz SINACI Says:

    Umarız, bu mücadele sürecinde kamu vicdanı galip gelir ve aziz milletimiz ile kadim medeniyetimizin üstüne (AFAKINA) adalet güneşi doğar. Saygı, selam, şükran ve cümleten başarı dileklerimle. MNS

  3. 3
    Çapar Kanat Says:

    Sayın Mustafa Nevruz Sınacı
    Sonuç evet de, hayır da çıksa Türk Milleti için hayırlısı olsun.
    Çapar Kanat
    Çiftçi-Çiğ Süt Üreticisi

  4. 4
    tamer Says:

    CHP büyüklenenlerin partisi olmayı sürdürüyor. Bunu yapıyor olmasının bu tepeden bakışı sürdürmesinin siyasal karşılığı olmasa da bu kıyıcı duruşunda ısrarından vazgeçmiyor. Bir sahiplenme bir koruma bir kuşatma çabası içerisinde ısrarla olmalarının ,toplumun gerçek parametrelerinden uzaklaşarak bu inatçı tavrı sürdürmelerinin onlar için neden vazgeçilir olmadığı çokça tartışılacak elbette.
    Cumhuriyetin kurucusu olduklarını ,yerle bir olmuş bir yapıdan muhteşem bir eser ortaya koyduklarını ,bu tartışmasız zaferle sağlam bir mevzi kazandıklarını düşünüyorlar.Kazandıkları o mevzii gerçeği veya doğrusu olmayan bir yükseklik duygusu yaşatıyor.Yukarıdayım bu bulunduğum yer bir başka olmanın ,daha üstün ve daha seçkin olmanın koşullarını da içerisinde barındırıyor diye düşünüyorlar.
    Bu nedenle cumhuriyetin ilk dönemleri itibariyle ağır bir baskı ve zulüm ortamı oluşturup ,milleti eziyorlar ,ağır vergi baskısı altında bırakıyorlar…Ayaklanmaları bastırıyorum diyerek birçoğu masum olana binlerce cumhuriyet fukarasını öldürüyorlar ,sürüyorlar veya hapsediyorlar.
    Halk ve vatandaş gibi sosyolojik temeli olmayan ayrıştırıcı ve bu ülkeye mahsus metaforlar geliştiriyorlar. Jakoben ,elit veya seçkinci bir zümrenin ,azınlık seviyesinde kalmış ufak bir kitlenin hatırı için cumhuriyetin umum efradına cehennem azabı yaşatıyorlar.
    Manevi kızlarımızın bizzat pilotluğunu yaptığı tayyarelerle insanlarının üzerine bombalar atıyorlar…Mağaralarda kıstırdıkları insanlarını tedip ediyorum düşüncesiyle bir bir kırıp geçiriyorlar.
    Şimdilerde başbakanın Cemaziyelevvelinizi bilirim diyerek vurguladığı o tarihsel acıları kendi insanına yaşatıyorlar.
    ***
    Dünya koşulları değişmesine rağmen ,kurucu ideoloji başta bu ülke olmak üzere dünyanın başka hiçbir yerinde kabul görmemesine rağmen hala bu manasız ısrarı ,dönemin kendine özgün enstrümanlarını alarak yaşatmayı sürdürmek istiyorlar.
    İçine kapanan ,totaliterleşen ,sertleşen ,hırçınlaşan bir üslup kullanarak kamplaşmaya davetiye çıkarıyorlar.Yeryüzünün bütün yaşayan gerçekleri ve kendi ülkesinin sağlam dinamikleri konu olunca net bir duruş yerine sürekli yer değiştiren tavırlar ortaya çıkarabiliyorlar.
    Daimi bir git-gel içerisindeler.Sabah söylediklerini akşam inkar edebiliyorlar.Bir vilayet içerisinde gür bir sesle dile getirdiklerini payitahta gelince zaman geçirmeden inkar ederek ağır bir aldatmacanın meyvelerini devşirmeyi murat ediyorlar.
    Ben bir döneme damgasını vuran ,ölmüş sinemamızı canlandırması bakımından hatırı sayılı bir gişe başarısı yaşayan bir filmin oyuncusu Minyeli Abdullah veya sözünü ettiğimiz partinin mevcut İstanbul il başkanının söylem ve tavırları üzerinden birkaç kelam ederek sadede gelmek istiyorum.
    Avcılarda astıkları bir afişte ,Başörtülüleri rahibeye benzetmeleri durumu karşısında ,partiye mancınıkla başkan yapılmış Kılıçdaroğlu ve il başkanının aymaz ve nobran durumunu yazmak istiyorum.
    Gerçek politikacılara yakışacak şekilde sorumluların bulunup cezalandırılması yerine,bu işi AKP’ye yıkarak sorumluların bulunup çıkarılması konusunda hararetli ve kırıcı bir üslup kullandılar.Olayı başbakana kadar götürüp sorumluların cezalandırılmasını talep ettiler.
    Başbakan iç işleri bakanı vasıtasıyla sorumluların afişte belirtildiği gibi CHP’liler olduğunu ve Avcıların CHP’li belediye başkanının bizzat bu operasyonun tüm aşmalarında var olduğu bilgisine ulaşarak bunu basınla ve kamuoyuyla paylaştı.
    Minyeli’nin tavrı 1930’larda müstahsiller aracılığıyla halkını ezen büyüklerinin tavrından farklı olmadı tabi.Ortalığı velveleye verenler kendileri değilmiş gibi ,özürle ilgili bahis açılınca ‘sorumluların bulunmasını istedim sayın bakanda bulup çıkarmış ‘diyecek kadar işi pişkinliğe götürdü.
    Bu tavırlar hastalıklı, problemli tavırlar.İçerisinde hiçbir güzellik ve gerçeklik barındırmayan tavırlar.Sevgili hemşerimizi ayak oyunlarıyla makamından ederek İstanbul il başkanlığına getirilen bir kişiden bu haliyle makamının hakkını vermesini beklemek elbette saflık olacak.
    O genetik kodları ,bombalarla,baskınlarla ,ölümlerle, müstahsil ve jandarma baskılarıyla oluşturulmuş hastalıklı ve ideolojik bir tavrın gereğini kendisine yakışacak bir biçimde yerine getirdi.
    Bizde 12 eylülde bürokratik vesayet sisteminin atardamarlarına girerek sağlam bir iyileştirme getirecek anayasa değişikliğine evet diyecekler olarak,çağı ve gereklerini doğru biçimde okumanın gereği neyse onu yerine getirmiş olacağız.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank