Edebiyattan Yoksun Siyaset
Edebiyattan yoksun siyaset, yoksul ve sefil bir siyasettir.
Türkiye siyaset tarihine genel olarak, edebiyattan yoksun olan bir siyaset dili egemen.
Gerilere gitmeyelim, bugüne bakalım.
Bakın Başbakan Erdoğan’a; vücut dilini iyi kullanan, hitabet yeteneği olan biri ama bir edebiyat okuru değil.
Bakın CHP lideri Kılıçdaroğlu’na; bürokrat haleti ruhiyesini üzerinden hala atamamış biri. Yazık ki, o da edebiyat okuru değil.
Bakın MHP lideri Bahçeli’ye; partinin ideolojisinin esaretinde bağırıp çağıran bir adam. Bahçeli ve danışmanları hiç mi Hitler belgeseli ve özellikle Chaplin (Şarlo) filmleri izlememişler. Dünyada bu kesim siyasetçiler, aynı fabrikanın üretimi gibiler; zorun ve korkunun taşıyıcısı bir yapı!
Bu üç partinin liderleri böyle ama partinin önde gelen siyasetçileri de genel olarak aynı edebi yoksunluğu sahipler.
Diğer parti liderleri ve siyasetçileri de, aşağı yukarı aynı.
Her üç liderde de, mizah yok, espri yok, ironi yok, edebiyat dili yok.
Kuru, kupkuru bir dil, sert bir hitabet vs.
Gülmemeyi ciddiyet sanıyorlar, yazık ki ne yazık.
Karikatüre dayanamayan birisi, mizahtan yoksundur.
Kendisini dev aynasında görenler, her eleştiriyi kendisine hakaret olarak görürler.
Seçimler yaklaştıkça liderler arası siyasi mücadele son derece kaba, seviyesiz, bazen gayr-ı ahlaki ve kupkuru bir dille yürütülüyor.
Siyasetin içinde önsel olarak şu veya bu şekilde yer alan pragmatizm, bir ölçüde edebi dilin siyaset içinde yer almasına engel oluşturabilir. Halk ile kurulacak iletişim dilinde edebiyata pek yer olmayabilir. Siyasi rakiplerin birbirlerine karşı kullandıkları dilde de, halkın algısı ölçüt alındığı için edebi bir üsluba yer verilmeyebilir. Bunlar ilk bakışta doğru gibi görünebilir. Ancak söz konusu olan bütün bu alanlarda kullanılan siyasi dile, yerinde ve ölçüsünde bir edebi dilin yedirilmesi, siyasetin kalitesini artıran temel bir unsurdur.
Edebiyata yer verilen bir siyasi arenada, siyasetin dili ve üslubu ironilerle, mizahla, şiirle ve özellikle kimi roman kahramanları ve olaylara büyük bir zenginliğe ve seviyeye kavuşur.
Bu ülkenin siyasetçisi okumuyor, okuyan da siyasetçi olmuyor! Daha doğrusu olamıyor çünkü siyaset, ‘okumamışların’ egemenliğinde. Bu egemenliğin kırılması, yakın vadede mümkün değil gibi görünüyor.
Son yıllarda siyasette üniversite mezununu ve meslek sahibi insanların sayısı arttı. Bu iyiye işaret. Ancak yetersiz. Benim okumuşluktan kastım da, bu değil!
Elbette bir ülkenin toplumsal ve siyasal sorunları, o ülkenin siyaset dilini ve yöntemlerini de büyük ölçüde belirliyor. Sorunların ağırlığı, siyaset dilini serleştirebilir. Ülkenin kültürel seviyesi, sanat faaliyetlerinin niteliği ve yaygınlığı, eğitim sisteminin seviye ve niteliği; tüm bunlar, siyasetin seviyesini ve yürütme biçimlerini doğrudan etkilerler. Bütün bunlara rağmen siyasetçi, toplumun bir adım önünde olmalı. Ve kendisi topluma giderken, toplumu da daha ileri çekebilmeli. Elbette bu söylediğim, olan değil, olmasını istediğim bir durum. Umarım o günleri görürüz.
Roman okuyan bir siyasetçi, insanı, toplumu daha iyi tanıyabilir. Toplumsal hayatın tarihsel, dinsel, geleneksel, hukuksal, psişik ve sosyolojik özelliklerini daha iyi kavrayabilmenin yollarından biri de, edebiyat okuru olmaktan geçer.
Zekânın ve müthiş bir iğnelemenin örneği olan bir anekdotla bitirelim.
Büyük oyun yazarı Bernard Shaw ile İngiliz devlet adamı muhafazakâr Churchill birbirlerini pek sevmezler ama birbirlerine saygı duyarlar. Shaw, yeni bir oyununu sahneye kor. Churchill’e bir adet davetiye gönderir. Davetiyede şöyle yazar: “Davetiye iki kişiliktir. Bir dostunuzu da getirin, eğer varsa.”
Churchill, Shaw’a şu notu gönderir: “Galaya değil ama ikinci oyuna gelirim, tabi oyununuz sahnelenirse.”
Darısı başımıza!