content
10 Mar

Doğuya Gidiyorum, Gelen Var mı?

Bölgede akan kanlar üzerine yazılıyor ve çiziliyor ben işin ticaretindeyim, öyle mi? Evet aynen öyleyim.

Diyarbakır’a Gidiyorum!

Cümleyi kurmamla herkesin yüzüne yerleşen bir şok, tozu dumana katan ünlem işaretleri, akabinde keskin bir “sen salak mısın bacım!” bakışı, yer yer alay, bol imâ ve sınırsız ahkâm ile karşılaştım. Neden Tazmanya’ya gideceğim dediğimde bu kadar tepki almazken kendi ülkemin bir vilayetine gitmeye niyet ettiğimde fütursuzca yuhalandım?

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz Allah’ım? Dışarısı içerisinden daha güvenli... Hırsız korkusuyla evinde duramayıp, karanlık sokaklarda derin “oh”lara sarılan paranoyak insanlara hangi arada bir dalaverede dönüşüverdik! Güvensizliğimiz en çok kendi bünyemizi zehirledi, peki biz nasıl bu hale geldik? Aslında biz hep böyleydik, neden başka bir bünyeye dönüşüp, evrimleşemedik?

İyi İfade Edilmiş Bir Problemin Yarısı Çözülmüş Demektir  (Charles f. Kettering)

Kendine güvenmeyen insan zelil olmaya mahkûmdur. Zihniyle arbede halinde olan insan kabuğundan dışarı adım atamaz. Keza hedef ve ana gaye de budur. Tamam dış mihraklar komplo teorileri, böl parçala yönet stratejileri, rakip ülke güçlenmesin diye her daim bir sorun var edeceksin formülasyonları hepsine birden toptan eyvallah. Her olayda olduğu gibi müsebbip Amerika ve Siyonist güçler, eee sonuç ne? Sebepleri bilmek sonucu değiştirmiyor nitekim. Kanser oldum sigara yüzünden ama tedaviyi boş vereyim. Var mı böyle bir lüksüm benim?

Mardin Projesi Yalan Mı Oldu?

Mardin turizm sektörü açısından örnek bir çalışmanın ürünü… Seneler önceki konumundan bu günlere gelebilmesi, herkesin görmek isteyeceği otantik bir şehir havasına bürünmesi ne kadar da önemli. Peki şimdi ne olacak, yine olağanüstü haller konuşulmaya başlandı. Kim canını dişine takıp bölgeye gider; kim para vererek canını riske atar? Benim gibi bileti elinde olsa da gitsem mi gitmesem mi ikileminde gidip gelir. Açık yüreklilikle söyleyeyim, doğuya giderek kendimi savaş muhabiri gibi değilse ne gibi hissedeyim!

Paraya, emeğe, defalarca ve defalarca üzerine su dökülerek, kokusu acı siyah bir tütsüye dönen ateşi söndürmek değil mi bu, yazık değil mi peki? Turizm gibi sermayesi en az, getirisi en fazla bir sektörden, tarım ve hayvancılığa sert iklimi ve engebeli yeryüzü şekli ile müsait olmayan bölgeler için turizm oksijen gibi elzemdir. Yoksa bu bölgeler göç, terör, kargaşa ve açlık girdabında boğulmaya maalesef ki mahkûmdur.

Birbirine Söven Değil, Birbirini Seven Toplum Olabilmek…

Terörizme turizm mi çözüm olur diyenlere, siz çözüm üretin o halde diyorum. Çok boyutlu iyi değerlendirme gerektiren bir vaka farkındayım. Ben alanımla ilgili naçizane bir öneri sunuyorum. Muhalefetin derdi çözüm değil, onlar problemlerle nemalanma derdinde. Çözüm bahane, sorun şahane formunda salınmakta demirbaş parti liderleri. Muhalif ikilinin biri varlığını Kürt sorununa borçlu bu da gayet açık. Çözülse kendileri de varlık nedenleri kalmadığından çorap söküğü modunda ya sevecek ya terk edecek bu memleketi. İhmal edilmiş bir dondurma gibi eriyip kaybolacaklar.

Söylenip etrafa okkalı küfürler savurmakla neticeye varılmıyor. Sizde çözüm üretin, saçma, mantıksız, işlevsel değil önemi yok. Küfrü ağzınıza yakıştırmaya son verin ve çözüm üretin. Havası, karası fark etmez, hiçbir harekâtla bu iş yürümeyecek bu gerçeği idrak edin. Arkadaşına sataşırken onun saldırısına muhtaç haylaz çocuğa o ilk tekmenin tadını artık vermeyin. Bir kez bile olsa vakur, mantıklı, sağduyulu, akl-ı selim oluverin.  Haydi, artık ona buna kızmayın, topu başkasına atmayın, medet ummayın ve çözüm üretin. Ortalarda dolaşan milyonlarca çözümün ikisi dahi uygulansa söven toplumdan birbirini seven topluma yükselebilir, daha mutlu ve daha huzurlu olabilir, aynı topraklarda birbirimize tahakküm kurmadan yaşayabiliriz belki, kim bilir? Dünya zaten topyekûn bizleri yoktan var edenin, ah bunu bir anlayabilsek.

Dünya Allah’ın, Aptallık Yapmayın!

Biz kimin malını kime vermemekteyiz. Hakkımız olan ne, bunu kimden talep etmekteyiz? Ülkemizi, memleketimizi, oturduğumuz evi geçin tepeden tırnağa kendi uzvumuzun dahi sahibi değiliz. Bolluğu da darlığı da veren “O” bunu bir kavrayabilsek. Dün alınıp bu gün iflas sarmalında yitirilmiş bir konut gibi dünya, bu gün var, yarını yok. İnsan da öyle, bu günü var, yarını yok. Defnedildiğimiz bir karış toprağın bile ebediyen sahibi olamazken, kemiklerimiz etimize veda edeli nice zaman olduğuna kanaat getirdiklerinde bile üzerimize başka definler konuyorsa, hangi mantıkla ne toprağından bahsetmekteyiz?

Ben de Dağa Çıkayım O Zaman!

Ben Kürt halkından daha fazla ezilen bir azınlığım. Beyaz mıyım bilmem ama Türküm de üstelik. Doğduğumdan beri İstanbulluyum, binbaşı torunuyum. Ama okulundan atılmış, öğretmenlik yaptırılmamış, yollarda, araçlarda, kamu kurum ve kuruluşlarında hakarete uğramış, polis jopunun tadına varmış, gözaltına alınmış, dışlanan, kovulan, ötekileştirilen, bu ülkeden git nere gidersen git tehdidi altında yaşam mücadelesi veren pek çok müslümandan biriyim. Üst kimliğim bu: Müslümanım, mümin olabilmek derdindeyim.

Ben başkasının canını yakarak acılarımı dindirmeyi tercih etmedim. Akan kanlara gözyaşlarını katık edip rahatlayan bir bünyeye sahip değilim. Hakkını masum insanları öldürerek elde edeceğini sananlara ne diyeyim? Hak etmiyorsunuz, istediğiniz her neyse onu hak etmiyorsunuz. Gündeme oturabilmek için rastgele aldığınız her bir can hesap soracak size. Ahrette çekilecek cezanın yanında bu dünya hafif kalır, hangi ideal bir insanı öldürür, canını alır. Ardında akan gözyaşları, sitem ve bedduanın ağırlığını nasıl ve hangi vicdan nasıl bir cesaretle yüklenir ve taşır?

Bayrağımızın Alı, Makûs Talihimiz Midir, Nedir?

Bayrağımızdaki semboller kan, hilal ve yıldız. Kabul edelim ki o kana bakmaktan, ay doğmuş üzerimize, kan damlar yüreğimize, bak bir yıldız kaymış neyimize. O kısımlara geçemiyoruz. Topraklarımızı sulayan kana diktik gözlerimizi, tüm insanlığın ortak değeri ay ve yıldız silsilesine utançtan mıdır nedir bilinmez kaldırıp da başımızı bakamıyoruz. İnsan derdi tükendiğinde, kendini iyi hissettiğinde bakar gökyüzüne. Biz kendimizi iyi hissetmeyi beceremiyor, hüznü seviyoruz.  Ay ve yıldızları ensemizde birleştirdiğimiz kollarımızla yayıla yayıla ne hikmetse izleyemiyoruz işte izleyemiyoruz.

Ekonomiye Can Verin, Şu Kana Bir Son Verin!

Bölgede akan kanlar üzerine yazılıyor ve çiziliyor ben işin ticaretindeyim, öyle mi? Evet aynen öyleyim. Tüm bu savaşların temelinde para, mal-mülk hırsı yatmıyor mu? Oradaki insanlar çaresizlikten iç mi dış mı hangi şafın hoşafıysa birilerinin piyonu durumuna düşmüyor mu? Kalkınma, ekonomik refah düzeyi artmasıyla bilinç, bilgi, kültür düzeyi paralellik göstermiyor mu? Turizm sayesinde geliri artacak, istediğini yiyebilecek, istediği gibi giyinebilecek, bunlar yetmezmiş gibi sinemaya tiyatroya, ev işlerinde teknoloji desteği ile artan vakitlerinde kendini geliştireceği kurslara gidebilecek insanın dağda işi ne? Yokluğa, sıkıntıya, kan ve barut kokusuna, kendini bilir kaç insan talip olur? Hangi karnı tok insan eline tüfeği alır, dağların oyuklarında can bulur?

Hak İstenir ve Alınır Ama Kanla Değil!

Alplerde elinde tüfeklerle İsviçre kurtuluş hareketi gerillalarını bir düşünsenize, Ya da Hollwood tepelerinde topraklarını geri almak için mücadele veren Kızılderilileri… Sahi, neden Aborjinler kendi halinde yaşarken “ülkemizden defolun ulen” moduna geçip beyaz Avrupalılara savaş açmıyorlar? Ki orada da gerçek bir gasp ve soykırım var. Çünkü gasp, soykırım, temelinde haksızlık insan olanın molekülünde var. Peygamber torunlarının kesildiği, ilk kardeş Kabil’in Habil’i öldürdüğü bir ırkın tezahürüyüz. Neden şaşırıyoruz ki? Kürt meselesi ve türevi her coğrafyada var ve olacak. At gözlüklerimizi sıyırıp dünya örneğine baktığımızda, Kızılderililer ve Aborjinler gibi nice ırkın sükûnetinde refah düzeyinin önemi inkâr da etseniz var. Açlıktan kan ağlayan toplumlar kan akıtıyor. Terör bir şekilde aç insanın en büyük lüksü, çığlığı.

12 Eylül devrimcilerini sisteme entegre eden ceplerinde biriktirdikleri değil mi? Ne oldu halkların kardeşliğine. Çil çil ihanetlere dönüştü emek mücadelesi. Herkes birey ve tek oldu netice de. Karnı doyan bebekler gibi uysal ve sakin oluyoruz. O bebek ağlamasın, kendine ve bana zarar vermesin istiyorsak o sütü içmesinin bir yolunu bulacağız, başka yolu yok. Sağılacak anne sütü gibidir turizm.  Anneyi bulduk mu, süt kendiliğinden gelir. Birileri şu kadını kaçırmasın artık. Bu basit tuzaklara düşmeyecek her ırktan ve kültürden sağduyu sahipleri olmalıyız, evvel-ül evvelin…

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank