content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

21 Şub

Devrim’in Arapçası

Tunus’ta Ocak ayında diktatör Zeynelabidin bin Ali’ye karşı başlayan halk hareketi giderek bütün Arap dünyasına yayıldı. Son bir haftadır, Kürdistan’da Barzani’ye karşı, geçen yıl seçimlerden sonra başlayan ama kanla katliamla durdurulan halk isyanı yeşil hareket İran’da yeniden başladı. Son bir haftadır yine Libya’da büyük bir halk direnişi Kaddafi’ye karşı devam etmektedir.

Elbette her ülkenin şartlarında farklılıklar gözlenebilir. Ama bu farklılıkların yanında ortak taraflarda vardır. Arap dünyasında gözlenen bu halk hareketlerini hazırlayan ana sebebin onlara karşı uzun yıllardır uygulanan baskıların olduğu açıktır. Arap dünyası önce sömürgecilerin işgaline ve zulmüne uğradı. Sonra Araplar uyduruk sınırlarla bölündüler. Ülkelerin resmi adları bile Araplardan ve Arap zihnenden ilgisiz ve uyduruk isimler bulundu çoğu kere. İşte 85 milyonluk Mısır’ın resmi adı Egipt’tir. Mısır’daki Kıptilere izafeten bu isim verildi. Mısır’ın İslam tarihindeki yeri yok sayılarak, İslam öncesi, Fravunlar dönemi yüceltilerek bulundu bu isim. Suriye adı da öyle değil midir? Tarihteki Süryani varlığına atfen bu isim de uyduruldu. Sömürgeciler giderken kendi adamlarını ve uygun gördükleri isimleri de bırakarak gittiler Arap dünyasından.

Erdem Bayezid’in Filistin direnişçileri için yıllar önce söylediği “Gerillanın Arapçası” şimdi giderek bu halk hareketleriyle birlikte artık “Devrimin Arapçası” olmuştur. Uyuduğu, uyuşturulduğu, korkutularak, zulmedilerek sindirildiği, edilgen bir sürü haline getirildiği iddia edilen Arap halkı kendi ayakları üzerine doğrulmaya başlamıştır. Sömürgeciler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından kendisine biçilen kefeni yırtıp atmaktadır. Yalnızca Arap halkını sindirmek için hazırlandıkları şüphe götürmez olan “sözde Arap ordularının” bazen katliama ulaşan kanlı engellemelerine rağmen, Arap devrimi devam etmektedir. Arap devrimini, bazı çevreler her ne kadar basite de alsalar, aş-iş-yolsuzluk ve yoksulluğa duyulan bir isyanla sınırlamaya çalışsalar bile durumun bundan çok farklı bir içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Kahire’de tahrir meydanında birkaç milyon insan toplanmasına rağmen bir tek camın kırılmaması, her hangi bir parti, dernek ve vakıf gibi bir hizbin alameti sayılacak hiçbir işarete yer verilmeyişi bilinçli ve iradi bir tutumu göstermektedir. Benzeri bir durum şimdi Libya’da görülmektedir.

Libya ilk olarak Hz. Osman döneminde 647’de Abdullah İbni el-Saad tarafından Bizans’tan fethedildi. 12. Yüzyılda Sicilyalı Normanlar Libya’yı işgal etti. 14 ve 15. Yüzyıllardaki İslam egemenliğinden sonra 16. Yüzyılda yeniden Hıristiyan işgaline uğradı. 1553’te Turgut Reis, Libya’yı Hıristiyanlardan geri alıp Osmanlılara bağladı. Bu durum 1911’deki İtalyan işgaline kadar devam etti. İtalyan işgaline karşı Ömer Muhtar öncülüğünde başlayan halk direnişi onun yakalanıp idam edilmesine kadar sürdü. İkinci Dünya Savaşından yenilerek çıkan İtalya’nın Libya’dan ayrılmasından sonra Birleşmiş Milletler kararı ile Libya 1949’da bağımsız bir ülke ilan edildi. Senusi ailesinden Şeyh İdris Libya Kralı yapıldı. 1969’da Harbiye’yi Türkiye’de okumuş olan Albay Kaddafi tarafından Şeyh İdris bir askeri darbeyle yıkıldı. Kaddafi ülke yönetimini “Libya Arap Cumhuriyeti” diye açıkladı. Sonra bunu Arap Cemahiriyyesi diye değiştirdi. Öyle bir cumhuriyet ki 42 yıldır Libya’yı özel mülkü gibi idare etmektedir. Yetkileri elbette Kral Şeyh Senusi’den daha fazladır.

Libya yüzölçümü, 1.759.540 km2, işlenebilir arazisi % 1.03, petrol ve doğalgaz zengini sayılan bir ülkedir. Nüfusu 2009 itibarı ile; 6.420.000’dir. Resmi dili Arapça’dır. Ülkenin asıl yerlileri Berberiler iken İslam fethinden sonra buraya gelip yerleşen Arap nüfusun çokluğu nedeniyle zaman içinde Berberilerde Araplaşmıştır.
Kaddafi 42 yıldır Libya’da tam bir diktatörlük tesis etmiştir. Basın ve sendika özgürlüğü yoktur. Siyasi parti kurma izni yoktur. Siyasi muhalifler idamla cezalandırılmaktadır. Libya bütünüyle Kaddafi’nin özel mülkü durumuna gelmiştir. Her türlü yer altı ve yer üstü kaynağını o tasarruf etmektedir.
Libya’da bir haftadır devam eden olaylarda, göstericilere polislerin ateş açması nedeniyle 200’den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Gösteriler daha çok Bingazi’de yoğunlaşmıştır. Halen daha gösteriler, öldürmeler katliam düzeyinde devam etmektedir.
Başbakan Erdoğan 28-30 Kasım 2010 tarihinde Afrika Birliği toplantıları için Libya’ya gitmişti. Kaddafi kendisine, İsrail’e karşı tutumu ve Filistinlilere gösterdiği yakınlık nedeniyle bir “insan hakları ödülü” vermiştir. Filistinlilere Erdoğan’ın gösterdiği yakınlık için insan hakları ödülü veren Kaddafi, şimdi İsrail’in Filistinlilere yaptığı kıyımı Libyalılara yapmaktadır. Erdoğan’ın aldığı bu ödül elbette gurur vericidir. Filistinlilere gösterdiği yakınlığın bir Arap ülkesi tarafından teslim edilmesi önemlidir. Ama aradan daha üç ay bile geçmeden bu ödül son derece değersizleşmiştir. Libya halkını 42 yıldır acımasızca kan ve katliamla zulmeden Kaddafi, her alanda ödül verebilirdi ama “insan hakları” alanında ödül vermesi, insan hakları için hem saygısızlık hem de Libya’da yapıp ettikleri için bir örtme faaliyetidir. Varsalım ki Sayın Erdoğan, iyi ilişki kurma isteğinden, diplomatik nezaketinden dolayı bu ödülü reddetmemişti. Belki de Kaddafi’nin yaptıklarını biliyordu ama bağrına taş basarak bu ödülü almıştı. Ama şimdi Sayın Erdoğan’ın önünde hem tarihi bir fırsat hem de bir sorumluluk vardır: O ödülü iade etmelidir. Bingazi sokaklarında kurşuna dizilenlere yapabileceği bir tek iyilik budur. O masumlara bu şekilde elini uzatabilir. O ödülü, evinde bekleterek hiçbir şey elde edemeyecektir ama onu iade etmesi halinde çok şey kazanacağı açıktır. Kendisine yakışacak olan da budur.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank