content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

12 Eki

Dersim (lll)

Türkiye’de Alevilik, tarifinde anlaşılamayan ya da pek çok tarifi olan bir inanç biçimidir. Aleviliği bazıları ve çoğunlukla bir mezhep, bazıları bir tasavvufi akım, bazıları Türklere özgü bir İslam yorumu, daha başka bazıları ise adında her ne kadar “Ali” ismi yer alsa bile doğrudan İslam ile ilgisi olmayan çok değişik inanç ve geleneklerin sentezi gibi tarifler bilinmektedir. Gerçekten bu tariflerde yer alan çeşitliliğe, içerik farklılığına bakıldığında bunlar arasında orta yol bulmanın müşkülatı kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Alevilik gerçekten önemli ölçüde Türklere özgü bir inanç biçimidir. Çünkü Şia ile Nusayrilik ile benzer yanları olmakla birlikte onlara hiç benzemeyen tarafları da bulunmaktadır. Ancak Tasavvufi özelliğinin baskın olduğu da tartışma götürmez bir husustur. Yine Türklerin İslamiyet öncesi inançları olan Şamanlıktan da bazı unsurların Alevilik içinde yer aldığı da bilinmektedir. Türkiye’de Alevi nüfusun büyük çoğunluğu da Türklerden oluşmaktadır. Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat, Maraş, Aksaray gibi yerlerde çoğunlukla Türk Alevileri meskun iken, yine Alevi Zazalar ise, Sivas, Erzincan, Tunceli, Bingöl, Muş, Erzurum gibi yerlerde yaşadıkları bilinmektedir.

Zaza Alevileri, dini törenlerini neredeyse tümüyle Türkçe yapmaktadır. Bu durum Alevilik anlayışını, Zazaların Türklerden aldıkları görüşünü kuvvetlendirdiği gibi, Türklere göre daha eski bir zamanda Anadolu’ya yerleşmeleri muhtemel olan Zazaların bu durumları dikkate alındığında, Aleviliğin Türklerle birlikte Anadolu’ya geldiği yada Türklerin içinde ortaya çıkan bu inanç biçiminin zamanla bazı Zazalar tarafından da benimsendiği tezlerini oluşturmuştur.

Aleviliğin ortaya çıkış zamanı da oldukça tartışmalıdır. Aleviliğin içinde son derece saygı değer bir yere sahip olan Hacı Bektaşi Veli’nin 13. yüzyılda yaşamışlığı dikkate alındığında, Aleviliğinde onunla ve çağdaşı olan Baba İshak ile başladığı görüşlerine karşılık 13. yüzyılda heterodoks bir tasavvufi akım iken, siyasi iddia taşımamışken (Baba İshak olayı hariç), 15. yüzyılda Safavilerin- Şah İsmail’in etkisiyle ve onu takiben yaşayan Pir Sultan, Baba Zünnun gibi şahsiyetlerin etkisi ile günümüzde bilinen Aleviliğin oluşumu tamamlanmıştır. Alevilik inancında yedi ulu ozan diye adlandırılan şahsiyetlerin önemli bir yeri vardır. Bu yedi ulu ozan ise: Seyyid Nesimi (1369-1417), Şah Hatayi / Şah İsmail (1487-1524), Pir Sultan Abdal (16. Yüzyıl), Fuzuli (1504-1556), Yemini (15. Yüzyıl sonu- 16. Yüzyıl başı), Virani (16. Yüzyıl), Kul Himmet (16. Yüzyılın ikinci yarısı) ten oluşmuştur.

Aralarındaki benzer özelliklerine rağmen Alevilik inanç anlayışı, Bektaşilik ve Alevilik diye iki ayrı kanal ile günümüze kadar ulaşmıştır. Bektaşilik üzerinde Safavi etkisi oldukça sınırlı düzeyde kalmışken, Alevilik üzerinde adeta birinci derecede belirleyici olmuştur.

Bektaşi ekolünden gelenler daha çok yerleşik hayat üzere, çoğunlukla şehirli bir hayat tarzı sürdürmüşlerdir. Yazılı gelenekleri daha etkili ve yaygındır. Sanılanın aksine kuruluştan başlayarak Osmanlı Devleti ile Bektaşi Dergahının ilişkileri oldukça iyi bir seyir takip etmiştir. Osmanlılarda pek çok kurumun bir dergaha nispet edilmesi anlayışının bir sonucu olarak Yeniçeri Ocağı da Bektaşi Dergahına nispet edilmiştir. Yeniçeri Ocağının bozulması ile birlikte Bektaşi Dergahı ile Osmanlı Devleti arasında var olan iyi ilişkiler de zamanla bozulmuştur. Yeniçeri İsyanlarının çoğunlukla, Şeriat yanlısı medrese ulemasından çok, Bektaşi Dergahlarından yönlendirildiği görüşü giderek yaygınlaşmıştır.

Osmanlı Padişahlarının, Vezir ve Komutanlarının vakıfları ile başından beri olağan üstü zenginleşmiş olan Bektaşi Dergahlarının mallarına, 1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılması ile birlikte el konulmuştur. Bu olayla birlikte Bektaşi Dergahları, Osmanlı Devleti’nde ki ayrıcalıklı konumlarını kaybetmişlerdir. Bektaşi ana babadan gelmeyen birisinin de Bektaşi olacağının kabul edilmesi, Bektaşiliği ırki bir ekol olmaktan çıkarmış bunun sonucunda olmalı ki, Balkanlarda, Arnavutlar arasında yayılma imkanı bulmuştur.

Alevi ekolü ise daha çok göçebe ve kırsal kesimde yaşayan, yazılı gelenekten büyük ölçüde yoksun ve sözlü geleneğebağlı bir anlayıştır. Bektaşi bir ana babadan gelmeyen birisi Bektaşi olabilir iken, Alevi ana babadan gelmeyen birisi “alevi olamaz” görüşü bir kural olarak kabul görmüştür. Bu yanı ile Alevilik ırki bir özelliğe de sahiptir.

Safavilerin etkisi ile yönlendirmesi ile 16. Yüzyılın başında Orta ve Güney Anadolu’da Alevi isyanları ortaya çıkıncaya kadar Osmanlı Devleti ile Aleviler arasında bir sorun yaşanmamıştır. Önce 2. Bayezid sonra Yavuz Sultan Selim döneminde Alevi isyanlarının çok acımasız bir şekilde bastırılması, Osmanlı Devleti ile Alevilerin ilişkilerinin yüz yıllar sürecek şekilde bozulmasına yol açmıştır.

Safaviler yönetimleri altındaki İran nüfusunun büyük çoğunluğunu zorla, kan dökerek Sünni iken Şiileştirmeyi başarmıştır. Buna karşılık Osmanlılar uzun bir dönem sorun yaşadıkları Alevileri Sünnileştirememiştir. Şah İsmail zorla Şiileştirmede hiçbir sınır tanımamıştır. Akkoyunlu Hanedanlığına mensup olan annesini bile Şii olmayı kabul etmediğinden öldürtmüştür. Ancak Alevilik göçebe köylü bir geçmişten geldiği için olmalı ki, Alevilikle ilgili dini kaynaklar yazılı bir geleneğe dayanmaz. Büyük ölçüde sözlü gelenek olarak kuşaktan kuşağa ulaşmıştır.

Tehcir ve mübadelelerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti, din bakımından yeknesak bir toplumu Osmanlılardan devir almıştır. Dini bakımdan yeknesak olan toplumun önemli bir bölümünü de elbette Aleviler oluşturmuştur. Alevilerin Türkiye’deki sahip oldukları nüfus oranı hakkında kesin güvenilir resmi bir bilgi yoktur. Orta Anadolu’da yoğunlaşmış olmakla birlikte Türkiye nüfusunun genel olarak yüzde onunu oluşturdukları görüşü yaygındır. Tunceli’nin dışında hiçbir ilde nüfus çoğunluğuna sahip değillerdir. Tunceli’de Sünni nüfus olmakla birlikte azınlıktır ve nüfusun kahir ekseriyeti Alevilerden oluşmuştur. Alevilerin içinde Türkler, Kırmançlar (Kürtler) ve hatta Ermeniler olmakla birlikte bunlar özellikle Ermeniler azınlıktır asıl büyük çoğunluğu ise Alevi Zazalar oluşturmaktadır.

1920 Alevi/Zaza Koçgiri isyanına, Dersim/Tunceli Alevi Zazalarının desteği çok sınırlı düzeyde kalmıştır. Genel olarak Dersim Alevi Zazaları, Koçgiri isyanına katılmamıştır. 1925 Sünni Zaza İsyanına (Şeyh Said isyanı) ise, Dersim Alevi Zazaları hiç katılmadıkları gibi, Alevi aşiret ağaları çağrıldıkları Ankara’da hükümete bağlılıklarını bildirmiştir.

Muş/Varto gibi yerlerde ise Hormek gibi Alevi Zaza aşiretleri fiilen hükümet kuvvetleri ile birlikte Sünni Zazalara(Şeyh Said bağlıları) karşı savaşmıştır.

1937-1938 Dersim/Tunceli olaylarının asıl nedeni, onların Alevi olması mıdır? Dersimlilerin sırf Alevi oldukları için, böyle bir olayın ortaya çıktığını iddia edebilmek (Mehmet Kamış, 8 Eylül 2010, Zaman Gazetesi) hangi mesnetle açıklanabilir? Çünkü Dersim olaylarının öncüsü durumundaki M. Nuri Dersimi gibi şahısların anılarında böylesi iddialara bir karşılık yoktur. Üstelik dönemin Ankara’da ki karar vericilerinin görüş ve açıklamalarında da böyle bir unsur yer almaz.

Dersim olayları, Türkiye’deki müesses nizamın bir mezhebi fanatizm ile hareket ettiği iddiası esas alındığında, 1937 Türkiye’sinde Devletin Aleviliğe düşman bir mezhebin fanatizmi ile davrandığını iddia etmek hayalcilikten de öteye giden bir iddia olur. Dönemin Devlet anlayışı toplum üzerindeki dini etkiyi yok etmeye uğraşırken aynı Devletin Aleviliğe düşman bir mezhebi fanatizm ile davrandığı nasıl inandırıcı olabilir?
Üstelik Türkiye’de Aleviler, yalnızca Dersim’de meskun değildir. Orta Anadolu’da meskun olan ve Türkiye’deki Alevilerin çoğunluğunu oluşturan nüfusun, dönemin Devlet anlayışı ile bir sorun yaşamadığı bilinirken, 1937 olaylarını, Dersimlilerin Aleviliği ile açıklamak tarihi bilmemenin ötesinde kasıtlı bir tahrifatı hatırlatmaktadır.

Kemalist Devlet uygulamasında alınan baskıcı önlemlerin asıl muhatabı Sünni çoğunluk olmuştur. Buna bakılarak, Sünniler mezhebi özellikleri nedeniyle bu askıcı uygulamalara muhatap oldular denilemeyeceği gibi Dersimde görülen trajk olaylarında, Dersimlilerin Aleviliği ile açıklanması hiçbir tutarlılığa sahip değildir. Kemalist uygulamalar ile çok kanlı sorunlu dönemler yaşamış olan toplum kesimlerinin “Dindarlar, Aleviler, Kürtler” diye sıralanması bile kavramsal bir hatayı göstermektedir. Toplumun bazı kesimleri, ırki aidiyetleri ile isimlendirilirken aynı cümle içinde diğer bazı kesimlerinin dini aidiyetleriyle isimlendirilmiş olmaları da ciddi bir yanlış değil midir? Ya toplumun bütün kesimleri ırki aidiyetleri ile a da dini aidiyetleri ile isimlendirilirse daha tutarlı ve inandırıcı bir kavramsallaştırma yapılmış olur.

Dersimliler sırf Alevi oldukları için 1937 olaylarına muhatap edildi iseler, aynı Dersimlilerin Kemalist olmaları nasıl açıklanabilir? “Bazı Aleviler celladına aşık bir mahkum gibi…” bir nitelendirme ile, Dersimlilerin hiçbir şeyi anlayıp dinlemeden sorunlu bir psikolojik tepki ile kendi cellatlarına aşık olabildiklerini iddia edebilmek hem onlara karşı haksızlık hem de Tarihi olaylar arasındaki illiyet bağını ancak görmemekle olabilir. Türkiye Alevileri her ne kadar Alevilik adı ile her konu da yeknesak bir topluluk değil ise de toplumun diğer Sünni kesimlerine göre siyasi ve dini konulardaki tercihlerinde elbette biri birlerine daha yakın olmaktadırlar. Kemalist uygulamalar özü itibarı ile Sünni anlayışa daha çok hasım gibi durmuştur.

Alevilerin Kemalizm’e sempatiyle bakmasında, onun Sünni çoğunluğa karşı bu tutumundan uzaklaştırılarak, celladına aşık olması gibi görüşler inandırıcılıktan çok uzaktır. Kemalist uygulamalar ile Alevilerin “ötekileştirildiği” gibi nitelendirmeler daha çok bir önyargının dışa vurulmasıdır. Çünkü Kemalizm, dini bir referans ile hareket eden bir içerikten uzaktır. Dolayısı ile Kemalist baskıyı, dini bir nedene atfetmek yersizdir mesnetsizdir. Kemalist dünya tasavvuru ile Alevilerin bir yakınlığı olmasaydı bu günkü sonuç ortaya çıkmazdı. Olay ne bir ötekileştirmedir ne de celladına aşık olmak gibi sorunlu bir psikolojik tercihtir.

Kendini Kemalizm ile bir ve aynı sayan Aleviliğin ne kadarlık bir temsil yeteneğine, gücüne sahip olabildiği hakkında ciddi bir bilgi henüz yoktur. Küçümsenmeyecek bir etki alanına sahip olduğu açıktır. Dersimlilerin de bu alan içinde düşünülmesi daha inandırıcıdır.

S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A:
1-Ahmet Yaşar Ocak, Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali, TTK Yayınları, İst., 2005.
2-Ahmet Yaşar Ocak, Alevi Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
3-Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslam Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, Dergah Yayınları, İstanbul, 1996.

4-Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
5-Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik. Kalenderiler, TTK Yayınları, İstanbul, 1999.
6-Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhitler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.
7-Cafer Solgun, Alevilerin Kemalizm’le İmtihanı, Hayy Kitap, İstanbul, 2008.
8-İskender Pala, Şah Sultan, Kapı Yayınları, İstanbul, 2010.
9-Reha Çamuroğlu, İsmail, Everest Yayınları, İstanbul, 2000.
10-Reha Çamuroğlu, Son Yeniçeri, Everest Yayınları, İstanbul, 2000.
11-Reha Çamuroğlu, Kalem Efendisi Son Yeniçeri, Everest Yayınları, İstanbul, 2000.
12-Reha Çamuroğlu, Tarih Heterodoksi ve Babailer, Doğan Kitap, İstanbul, 2000.
13-Reha Çamuroğlu, Bir Anlık Gecikme, Everest Yayınları, İstanbul, 2000.
14-Reha Çamuroğlu, Değişen Koşullarda Alevilik, Kapı Yayınları, İstanbul, 2000.
15-Reha Çamuroğlu, Günümüz Alevi Sorunları, Everest Yayınları, İstanbul, 2000.

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank