content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

27 Haz

Denizdeki Dolmuş

İstanbul’un havası her zamankinden farklıydı,  nedense bugün nem oranı tavan yapmıştı.  İnsanlar nefes almakta zorlanıyordu. Parçalı bulutlar kümelense de hava yine de açıktı. Dışarıda yürüyen insanlar,  binaların yaptığı gölgeye kaçıyor zira güneş insanın beynini delercesine ısısını dik gönderiyordu. Güneşin altında kalan dolmuş durağında kuyrukta bekleyenler ise ellerine geçirdikleri ne varsa kafasına tutuyordu.

Dolmuş durağa yaklaşıp şoförün kapıyı birden açmasıyla kapı ağzında sıkışan son iki müşteri yere inmek zorunda kaldı. Şoför müşterilerine “Beyler, bayanlar lütfen biraz daha sıkışalım!” diye bağırınca arka koltukta oturan kadınlardan genç olanı “Şoför efendi kendine gel! Sen para kazanacaksın, diye insanların pis nefesini çekmek zorunda mıyız?” diye azarladığında diğer kadınlarda peşin sıra bağırmaya başladılar. Şoför kapıyı kapattığında müşterilerin elbiseleri dışarıda uçuşarak gidiyordu. İçerisi havasızdı.  Orta koltukta oturan yaşlı adam,  yanındaki küçük çocuğa: “Evladım şu pencereyi çekiver de içeriye biraz hava girsin…” dediğinde,  çocuk cılız bedeniyle asılsa da, pencereyi açamadı. “Hay Allah sanki kaynak yapmışlar!” diyerek zorlamaya devam etti.

Şoför radyoyu açıp ortaya konuştu: “Pencereyi açmayalım beyler, arkadaki kelebek pencerlerden gelen hava yeter! Ceyran yapıyor ceyran! Allah sizi inandırsın, geçenlerde boynum tutuldu, iki gün işe çıkamadım. Bizim karı boynumu ovdu ama olan iki günlük yevmiyeye oldu… Lütfen yani!” Çocuk pencereyi daha fazla zorlamadan yerine oturdu. Zaten milim kımıldatamamıştı. Yaşlı adam kafasını iki tarafa sallarken cebinden çıkardığı bez mendiliyle ensesini ardından da yüzünü sürekli silip durdu. “Şiki şiki baba!” türküsü içeriyi neşelendirse de yolcular içeride bunalmıştı. Oflayıp püfleyenlerin sesine şoför kulağını tıkamıştı. Müşteriler dolmuşun duraklara yaklaşmasını dört gözle bekler olmuştu. Zira dolmuşun her durağa yanaşması,  kapının açılması ve içeriye biraz daha hava girmesi demekti.

Dolmuş yokuş aşağıya iniyordu. Şoför radyonun kanalını değiştirince spikerde hava durumundan bahsediyordu. “…Sayın dinleyiciler, Balkanlar üzerinden gelecek soğuk hava dalgası ile Akdeniz üzerinden gelecek sıcak hava dalgasının yaratacağı yağmur İstanbul’da sellere neden olabilir. Bu nedenle vatandaşlarımızın daha dikkatli olması…” diye uyarınca cam kenarında oturan müşteriler anlaşmışçasına havaya baktı. Hava parçalı bulutluydu. Ama bulutlar yerinde hiç durmadan sanki kaydıraktaki çocuk gibi süratle kayıyordu. Şoförde her durağa yaklaşmasında yapacağını yapıyor,  frene ani dokunarak müşterileri birbirine istifliyordu.  Müşterilerin “Yavaş olsana!” bağırışlarını duymuyordu bile.

Bulutlar gittikçe kararmaya başladığında şoför “haydi hayırlı” diyerek cama düşen birkaç damla yağmuru sileceği ile bir çevirmelik sildi. Ardından gelen damlacıklar gittikçe çoğalıyordu. Şoför bu kez sileceği devamlı çalıştırmak zorunda kaldı. Gökyüzünden bardaktan boşalırcasına yağan yağmur hiç durmuyor, sileceklerin son ayarı bile yetişmiyordu. Sanki gök yarılmış bütün sular yerle birleşmişti. Müşterilerden dua okuyanlar çoğunluktaydı. Şimşeklerin ardından gelen gök gürültüleri oldukça şiddetliydi. Dolmuş şoförü artık ilerlemeyi düşünmedi. Arabasını kenara çekip bekledi. Rahattı. Önde oturan yaşlı adam: “Yaşım seksene dayandı, ben böyle tufanı ömrümde görmedim. İnşallah bizim eve bir şey olmamıştır…” sözünün ardından cep telefonu çaldı. Kemerine taktığı kutucuktan telefonunu zorlanarak çıkartıp baktı. Karşısında karısıydı. Feryat sesleri dolmuşun en sonuna kadar duyuluyordu. Yaşlı adamın yanındaki genç,      “Amca hayırdır, yüzün sapsarı oldu…” dediğinde,  adam uzun süre konuşamadı. Kulağındaki telefonu nice sonra kabına koyup şaşkınca boşluğa baktı. Gördüğü yalnızca yağmur taneciklerinin dolmuşun ön camından süzülen hızıydı. Genç bir kez daha sordu:

“İyi misin amca?” Adam:

“Evim…” diyebildi.

“Evinize ne oldu amca?  Yok, yok sen iyi değilsin, 112’yi arayalım mı?”

Yaşlı adam boncuk,  boncuk ter içindeydi. Kalbini tutarak konuştu:

“Evimizi su basmış, bütün eşyalarımız mahvolmuş…” Arka koltukta oturan genç kadın:

“Amca kendini hemen salma, eşinize bir şey olmuş mu?”

“Şükürler olsun iyi. Korkudan komşumuza kaçmış.”

“Üzülme bak hiç olmazsa eşiniz hayatta. Eşya dediğiniz nedir ki, yeniden alırsınız…”

“Ona defalarca söyledim, bak dünyada küresel ısınma var. İnsanlar artık rahat durmuyor. Yeşil alanlardaki ağaçları kesip yerine alışveriş merkezleri ve binalarla dolduruyorlar. Dağlardaki taşları almak için ormanları mahvediyorlar. Barajlar için dünyanın damarları olan dereleri kesip, tarım alanlarını yok ediyorlar. Gel üst katlardan ev alalım,  dedim. Beni dinlemedi ki!”

Yağmur hiç dinmiyordu. Fırtınayla birlikte ortalığı aydınlatan şimşekler gök gürültüsüyle birlikte sanki kulakları deliyordu. Arkada oturan orta yaşlardaki adam da konuştu:

“Amca eviniz sizin miydi? Sigorta yaptırmış mıydın?”

“Ah ne gezer… Kiraydı… Sigortada yaptırmamıştım. Yıllardır sakladığım babamın hatıraları duruyor mudur? Ya kitaplarım? Şimdi ben bir daha hangi maaşla alırım onca eşyayı?  Mahvoldum! ”

“Üzülmeyin artık,  sizde üst katlardan bir ev tutarsınız…”

“Evladım artık bu devirde taşınmak öyle kolay değil.  Hem üst katlarda bu yaştan sonra ne yaparız? Benim ayaklar zaten zor yürüyor. Asansörlü evlere para mı yeter?  Hem kilolu yengenle merdivenleri nasıl çıkarız?”

Yağmur arada bir yavaşlasa da hiç dinmiyor hatta şiddetini gittikçe artıyordu. Dolmuştan bakıldığında hiçbir yer görünmüyordu. Şoför rahattı. Arada bir radyonun kanalını değiştirip müzik dinliyor, bazen de haber kanallarını arıyordu. “Son dakika” anonsuna herkes pür dikkatti. “… Sayın dinleyiciler, İstanbul son yılların en şiddetli…” sözüyle gök gürültüsünün şiddeti sanki yıldırımı dolmuşun içine düşürmüştü. Herkes “Bismillah!” diyerek koltukların altına saklanmak istedi. Orta sıradaki saçları pamuk gibi beyazlaşmış yaşlı kadın bildiği bütün duaları sesli okuyunca dolmuşun içinde mevlit okunuyor gibiydi. Her duanın ardından uzatmalı “Amiiiiiiin” sesleri herkesi rahatlatıyordu. Şoför “Parasını uzatmayan var mı?” dediğinde, “Bu ne lahana bu ne perhiz, acelen ne? Ortalık Nuh tufanına dönmüş, sen nelerden bahsediyorsun şoför efendi!” diyen müşteriler sinirliydi.

Şoför rahattı.

Üniformasındaki armada lisede okuduğu belli olan genç kız, “Aksiliğe bakın ya, bugün sınavım vardı. Yetişemeyeceğim!” Dediğinde, yanındaki altmış yaşını aşkın sakallı adam: “Kızım ortalığı görmüyor musun?” diyerek sakalını sıvazlayıp devam etti: “Ya hepimiz dolmuşsun içinde mevta olsak,  daha mı iyi olurdu? Kız kulaklığını çıkarıp:

“Amca mevta ne demek?”

“Başına gelince görürsün…”

Kızın yanındaki yaşlı teyze:

“Kızım amcan hep birlikte öbür dünyaya gitmekten bahsediyor…” deyince kız elini buğulu cama birkaç kez vurarak “Şeytan kulağına…” sözüyle kulaklığını geri taktı.

Şoför, silecekleri kontağı açıp bir kez daha çalıştırdığında,  görünen,  yağmurun şiddetli yağmaya devam etmesiydi. Şoför ön koltukta oturan yaşlı adama buğulanan pencereyi silmesini istedi. Yaşlı adam birkaç el hareketiyle pencereyi silince,  gördüğü vapurun yakınlığına şaşırdı. Eğilerek aşağıya baktığında dolmuş sanki denizin içindeydi.

Yaşlı adam:

“Beni birisi çimdiklesin”

Şoför:

“Hayırdır amca ne bu telaşın?”

“Evladım sen bizi denizin ortasına mı getirdin?”

“Ne denizi amca? Rüya mı görüyorsun? Aha biraz önce otobüs durağının ön tarafına park etmedik mi?” En arka köşede oturan delikanlı:

“Evet” diyerek şoförü tasdikledi.

“Eyvah!” diyen çığlık  herkesi korkutmuştu. Şoför:

“Hayırdır abla, ne oldu?”

“Elinin körü oldu! Ne ablası önce dikiz aynasından bir bak bakalım abla yaşta mıyım ben?”

“Ne kızıyorsun abla, boyaları çıkartsan nerdeyse annem yaşındasın…” dediğinde kadın daha da kızmıştı… Fazla dalaşmadan şoförün cahilliğine verdi:

“Neyse şu afet olmasaydı, ben sana gününü göstermiştim. Ayaklarım su içinde kaldı, ne biçim araban var!”

Şoför sakindi.

“Heyecan yapmayın abilerim, ablalarım! Dolmuşumuz son teknolojinin ürünüdür.”

Şoförün arkasındaki sarışın kadın:

“Ayol arabanın her tarafı dökülüyor, teknoloji bunun neresinde?”

Kadın ayaklarını yukarı kaldırmıştı:

“Şoför efendi sular gittikçe yükseliyor, neredeyse oturduğumuz yere kadar geldi.”

“Gelsin hanımefendi, gelsin…”

“Sabahtan beri sizi izliyorum, bu ne pişkinlik? Ortalık yıkılıyor, birazdan denizin içinde kaybolup gideceğiz, Allah’ını seversen bu ne rahatlık?

“Korkmayın baylar, bayanlar…”

Aracın içi rutubetten hamama dönmüştü. Müşteriler terliyor, ayaktaki yolculardan orta yaştaki adam oturanlara bağırıyordu:  “Sabahtan beri bir Allah’ın kulu yer vermedi. Ayaklarıma kara sular indi.  Gençlerin ellerinde telefon,  kafası hep ya önlerinde ya da dışarıda,  bari bir şey görseler gam yemeyeceğim!”

Arka sırada köşe de oturan genç söylenerek kalkıp yer vermek zorunda kaldı. İyiliği başa kalkarcasına:

“Bende para veriyorum. Kabahat şoförde,  ayakta yolcu almasaydı” dediğinde rahat olan şoför bu kez kızmıştı:

“Sizleri içeriye zorla mı bindirdim? Kapıyı açınca içeri üşüşmesini biliyorsunuz!”

“Tövbe estağfurullah!” sözleri hep birlikte yükselince şoför sustu…

Genç kadın birden kalkıp koltuğun üstüne çıkınca kafasını tavana vurdu. Çıkan ses, gök gürültüsünden de şiddetliydi. Şoför:

“Yavaş ablam yavaş arabanın daha borcu bitmedi. Birde bize masraf çıkartma!”

Kadın kafasını tutarak acı içinde:

“Şuna bak yahu!  İçeride boğulacağız şoför nelerden bahsediyor!  İnsan önce bir kere geçmiş olsun der!”

Şoför kaşları çatık dikiz aynasına bakarak sileceği kapattığında vapurun sireni de gök gürültüsüne karışıyordu.  Ayakta bekleyenler sıkılmıştı. Nefesleri birbirine karışmış, terliyordu. Kapıya yaslanan orta yaşları geçkin adam daha fazla dayanamadan şoföre seslendi:

“Lütfen kapıyı açar mısınız? Ben inmek istiyorum… Daha fazla durursam kalpten gedeceğim!” dese de şoför rahattı…

“Tabi açayım açmasına da yüzme biliyor musun? Hem kapıyı açarsam bir anda kendini denizde bulursun! Açayım mı?” dediğinde adam suskundu. Yanıt vermedi…

Dolmuş içindeki suların gittikçe yükselmesi yolcuları tedirgin etmiş hatta koltukların üstünde bağdaş kurdurmuştu. Kır saçlı, siyah çerçeve gözlüklü elinde kitapları olan adam ortaya konuştu: “Beyler bayanlar biliyorum hepimizin morali bozuk, son yılların en büyük afeti ile karşı karşıyayız. Birbirimizin moralini bozmayalım. İsterseniz size güzel bir fıkra anlatayım ne dersiniz?” dediğinde çoğunluktan yanıt gelmedi. Kulaklığı olan genç kız: “Abim doğru söylüyor. Hem moralimiz yükselir, anlat abim be şöyle güzel bir fıkra da,  moralimiz yerine gelsin” demesiyle adam anlatmaya başladı: “12 Eylül İhtilali yıllarında bir adamın bir papağanı varmış. Adam ne sağcı ne solcu ne komünist ne de faşistmiş. Bir gün adam papağana, ‘bak papağan ben bugün solcuları eve çağıracağım onlar gelince ‘yaşasın solcular!’ diye bağıracaksın’ demiş. Bizim papağan solcular gelince başlamış ‘Yaşasın Sağcılar!’ diye bağırmaya. Bunu duyan solcular adamı bir güzel dövmüşler. Adam bakmış papağan sağcılar diye bağırınca ertesi gün sağcıları çağırmaya karar vermiş. Sağcılar gelmiş bizim papağan başlamış, ‘Yaşasın solcular, yaşasın solcular!’ diye bağırmaya. Bunu duyan sağcılar adamı bir güzel dövmüşler. Buna sinirlenen adam papağanın tüylerini koparıp kümese atmış. Tavukların hepsi kahkahalar atıyor. Sonra bizim papağan, ‘ne gülüyorsunuz fahişeler ben sizin gibi fuhuştan değil, siyasetten girdim içeri” sözünden sonra dolmuşun içinde kimse gülmüyordu. Herkes damlacıklar arasından dolmuşun denizle birleşmesini seyrediyordu. Korku, zaman ilerledikçe yüzlerde daha belirginleşiyordu Fıkrayı anlatan adam pişmandı.  “Bu millete ne anlatırsan anlat,  yüzü gülmüyor.” diyerek kızgınlığı arasında su içinde kalan ayaklarını daha da yukarı kaldırdı.

Şoför rahattı…

Dolmuşun içindeki tedirginlik gittikçe yerini panik havasına bırakmıştı. Artık bağırıp çağırmalar karşısında şoför devreye girmek zorunda kaldı:

“Baylar,  bayanlar,  kaptanınız konuşuyor. Korkmayınız. Şoförünüz olarak her türlü tedbiri almış bulunmaktayım. Şu anda dolmuşumuz denizle birleşti. Eskiden böyle bir şey olacağı söylenseydi, gülerdiniz değil mi? Aranızda yüzme bilmeyenleriniz var mı?” uyarısıyla önde oturan yaşlı adam, “Evladım, bu yaştan sonra hangi nefesle yüzeyim?” Orta sıradaki yaşlı kadında ona benzer bir şeyler söyledi. Birkaç müşteri de yüzme bilmediklerin söyleyince şoför rahat tavrıyla “Değerli yolcularımız panik yok! Panik yok! Merak etmeyin dolmuşumuzda kimse ölmeyecek… Şimdi koltuklarınızın altına doğru eğilin,  orada can simitlerini göreceksiniz. Onları alıp hemen takıyorsunuz” dediğinde ayakta bekleyen yolcular, “Peki biz ne olacağız?” sorusuna şoför gülerek yanıt verdi,  “Hiç sizi düşünmez olur muyuz? Size de var size…” diyerek kontağı açıp tekrar silecekleri çalıştırdığında yağmurda dinmişti.

Yolcular can simitleriyle bekliyordu.

Pencere kenarında oturan adam tıkırtıları duyunca eliyle buharlaşan camı sildi. Başında itfaiye şapkası olan kara bir yüzün kendine gülerek baktığını görünce sevindi. “Kurtulduk!” diye bağırınca içeride sevinç nidaları son bulmuyordu. Şoför, “Kaptanınız vapuru, pardon dolmuşunuzu sağsalım limana, pardon durağa yaklaştırmıştır” dediğinde fıkraya gülmeyenler bu kez sevinçten gülüyordu…

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank