content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

21 Tem

Çözümsüzlük Çözüm Değildir

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Savaşının üzerinden 37 yıl geçti. Savaşa katılanların bir kısmı vefat etti. Kalanlar ise ihtiyarlık günlerini yaşamaktadır. Vefat edenleri rahmetle yaşayanları ise saygıyla anmak selamlamak herkesin en çokta Kıbrıs’ta yaşayanların borcu olmalıdır.

Kıbrıs’ı Osmanlılar Venediklilerden (yani İtalyanlardan) 1571’te almıştı. Ama 93 savaşının (1878) kötü sonucu olarak ve geçici olarak orayı İngilizlere bırakmak zorunda kalmışlardı. 1914’te İngilizler adayı kendi topraklarına kattıklarını ilan etmiş iseler de Osmanlı hükümeti bu kararı kabul etmemişti. Lozan görüşmelerinde İsmet İnönü, Kıbrıs diye bir ada yokmuş gibi davrandı. Kıbrıs’ı unutarak karşılığında elbette bir şey istemiş ve almışta değildir. İnönü hayatının en cömert günlerini Lozan’da iken yaşamış olmalıdır. Buna karşılık Türkiye’de heykelleri vardır. İngilizler adadan ayrılırken, adada bulunan Türkler ve Rumlar arasında başlayan çatışmalar nedeniyle konuyu takip ederek Londra ve Zürih antlaşmaları ile Türkiye’yi Kıbrıs’ta taraf durumuna getiren Başbakan Adnan Menderes ve onun Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise Türkiye’de idam edilmiştir. Nankörlük kavramı ne kadar yetersiz ve ne kadar anlamsızdır bu olay nedeniyle.

Türkiye uluslar arası Londra-Zürih antlaşmalarının verdiği Garantörlük Hakkı ile ancak 1974’te Kıbrıs’a asker göndererek bu günkü fiili durumu oluşturmuştur. 1983’e kadar Rumlara “gelin birlikte bir federasyon kuralım” diye çok dil dökmüştür. Ama Rumlar bunu reddettiği için 13 kasım 1983’te birazda çaresiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini(KKTC) ilan etmiştir. Ancak ABD’nin zorlaması ile BM aldığı bir kararla KKTC’nin tanınmasını üye ülkelere adeta yasaklamıştır. Bu yüzden kimse KKTC’yi tanımamıştır. KKTC büyük bir ambargo altındadır. Oraya gemi-uçak gitmez, oradan da başka bir ülkeye gemi-uçak gitmez, gidemez BM kararları nedeniyle. KKTC başka ülkelerle doğrudan ticaret yapamaz. Mal alıp mal satamaz. Verdiği pasaportla bile başka ülkelerde seyahat edilemez çünkü o pasaport geçersiz sayılmaktadır. KKTC halkı bu yüzden 40 yıla yakın bir zamandan beri ABD öncülüğünde ağır bir baskı altındadır. Ama KKTC’nin solcuları ve onların Türkiye’deki uzantıları çare olarak Rum tezlerini savunmakta bulmuş, “Türk askerlerinin adadan çekilmesi KKTC’nin lağvedilmesi, adaya gelip 1974’ten sonra yerleşen Türklerin adadan ayrılması” sonucuna ulaşmışlardır. KKTC’nin kırmızı renkli solcuları bir de adada Kur’an Kurslarının açılmasına çok fazla muhaliftirler. Ara sıra kurs binalarını basarak orada Kur’an öğreten hocalara saldırmak gibi işlerde yapmaktadırlar.

Bu şartlar iktidar olan AKP, Kıbrıs’ta “çözümsüzlük çözüm değildir, çözüm için her zaman bir adım önde olacağız, Annan planını destekliyoruz” görüşlerini 2003-2004’te heyecanla savunmuştur. 24 Nisan 2004’te adanın Türk ve Rum kesiminde Annan planı için yapılan referandumda, Türkler plan için % 70 evet derken Rumlar % 70 hayırla bu planı reddetmiş oldular. Planı görünüşte KKTC’yi kabul ediyor gibiydi ama Türk askerinin çekilmesi, Rumlara toprak verilmesi, 1974’ten sonra adaya yerleşen Türklerin adadan ayrılması ve 60 bin kadar Rum’un Karpas bölgesine yerleşmesi gibi ağır şartları da kapsamaktaydı.

Başından beri Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunmasını yanlış bulan bir lobi, Türkiye’nin AB’ye katılmasının önünde Kıbrıs’ın bir engel oluşturduğu, Rauf Denktaş gibilerinin ve onunla aynı paralelde olanların “Kıbrıs nedeniyle adeta Türkiye’yi esir aldıklarını, Annan planının bu esaretten kurtulmak için bir çare olduğu” telkinleri KKTC’de planın kabul edilmesini sağlamıştır. Rumlarla yeniden birlik olmak için heyecanlanan solcu M. Ali Talat ise o esnada KKTC’de Cumhurbaşkanı sıfatını taşımaktaydı. Başbakan Erdoğan’da sıkça “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir” görüşünü savunmaktaydı. Sanki Rumlar çözüm istemekteydi Türkiye ve KKTC çözüm istemediği için bunu engellemekteydi. AB yöneticileri de KKTC’nin Annan Planına evet demesi halinde ambargonun kaldırılacağını vaat etmekteydi.

Ancak Annan Planının Rum tarafına verdiklerini Rumlar yetersiz bularak planı % 70 bir çoğunlukla reddettiler. Bu yüzden Plan uygulanamadı. Referandumdan bir hafta sonra Rumlar bütün Kıbrıs’ı temsilen “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye üye yapıldılar. Buna karşılık aynı AB, referandumu kabul etmesi halinde KKTC’ye yaptığı vaatlerin hiç birisini yerine getirmedi.

Evet gerçekten Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir. Ama çözümsüzlüğü daha çok ve özellikle Rum tarafının istediğini nihayet AKP’de Başbakan Erdoğan’da görmüş takdir etmiş oldu. Başbakan Erdoğan, 20 Temmuz törenleri için Kıbrıs’a sürekli bir bakan gönderirken 19 Temmuz 2011’de ilk defa kendisi bu törenler için adaya gitmiş oldu. Adaya giderken ve adada yaptığı konuşmalarla, 2003-2004’te savunduğu görüşlerden çok farklı bir yere geldiğini de göstermiş oldu. Artık çözümsüzlük çözüm değildir demiyor.

Çünkü bu görüşte, çözümsüzlükten Türk tarafını sorumlu görme anlamı vardı. Oysa T.Erdoğan 2003’ten beri doğrudan olayların içinde sorumluluk sahibi olarak görmüştür ki, Kıbrıs’ta çözüm istemeyerek bunu zamana yayarak, KKTC’yi ve Türkiye’yi zor durumda bırakarak istediklerini bu sayede elde etmeye çalışan Rum tarafıdır ve onun arkasındaki AB ve ABD’dir. T.Erdoğan’da görülen bu farklılığı çıraklık ve ustalık dönemi ile mi açıklamalı?
Kıbrıs sorununun Türkiye-AB ilişkileri için ciddi bir sorun oluşturduğu açıktır. Çünkü bütün adayı temsilen (KKTC yok sayılarak) Kıbrıs Cumhuriyeti ismiyle AB’ye üye yapılan Rumlar, AB karar organlarında Türkiye hakkındaki kararlarında alımına katılacaktır. Türkiye’nin temsil edilmediği organlarda Rumlar KKTC ve Türkiye hakkında alınacak kararları elbette etkileyecektir. Böyle bir durumun Türkiye ve KKTC açısından kabul edilemez olduğu açıktır.

Ancak Fransa gibi ülkelerde Türkiye’nin AB’ye üyeliği zaten halk oylaması şartına bağlanmıştır. Bunun Türkiye’nin üyeliğinin imkansız sayılmasından başka bir anlamı da yoktur.

Üstelik AB’nin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik durumda şimdiye kadar bu konuda yapılan propagandanın doğru olmadığını göstermeye yetmiştir. Çünkü AB büyük ölçüde zenginliktir, gelişmedir diye anlatılırdı. Yunanistan’da kişi başına düşen yıllık gelirin 30 bin Dolar olduğu ve bunun AB sayesinde olduğu anlatılırdı. Şimdi Yunanistan tek kelimeyle iflas etti. Sırada İspanya ve İtalya var. AB’nin ekonomik gelişmeyi garanti etmediği gibi ekonomik çöküntüyü de engellemediği de görülmüş oldu.

Galiba Kıbrıs, AB gibi konularda birileri bizi fena halde yanıltmış oldu. Pek çok yanlışı bir arada topluca ekonomik gelişme-refah-özgürlük demokrasi gibi kavramlarla bize kabul ettirmiş oldular. Eğer Rumlar Annan planına evet demiş olsalardı, biz belki bu yanlışların farkına henüz varmamış olacaktık veya iş işten geçmiş olacaktı. Rusya Annan Planının reddedilmesini Rumlara telkin ettiği için o tarihte Rauf Denktaş, “Allah Ruslardan razı olsun” demişti. Allah kimlerden razı olacağını elbette daha iyi bilendir. Ama Rumların bu planı reddederek KKTC’ye ve Türkiye’ye bir büyük iyilik yapmış olduğunu zaman göstermiştir. Bir hafta önce Lefkoşe’nin Rum kesiminde meydana gelen bir patlama nedeniyle Rum kesiminde büyük bir elektrik sıkıntısından dolayı KKTC’den alınan elektriğe Başpiskopos 2. Hrisistomos karşı çıkmıştır(19 temmuz 2011 Star Gazetesi). Elektrik alımına bile itiraz eden bir kafanın egemen olduğu bir yönetimde barış ve huzur olur mu? Gerçekten de Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değilmiş.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank