content

27 Ara

Cehennemi Tercih Ederim!

Biliyorum, ahiret insanların tercihine bağlı değil.
Benimki bir varsayım.
Bu denli keskin bir cümleyle anlatabilirim derdimi.

İlahi olanla dünyevi olan, varoluşsal açıdan iki ayrı kategoridir.
Tıpkı felsefenin temel sorusunun iki ucu (Madde ve ruh) gibi.
Ancak hayat, bu iki kategoriyi daha çok ahlak alanında kesiştirir. Ve bu kesişme noktası, zihin dünyasında ve davranış kodlarında belirleyici bir rol oynar.
Yani din, o dininin taşıyıcısı olan insanın dünyevi ilişkilerini etkileyen ve kısmen şekillendiren bir veri olarak ona normlar yükler.
Ya da şöyle diyebiliriz: Dinin taşıyıcısı insan, taşıdığı dini nasıl algılıyorsa, din onun için öyle bir şeydir ve algıladığı şekliyle normlar yüklenir.
Bu normlar daha çok ahlak ve hukuk alanında yoğunlaşır.
Dinin vaazlarıyla dünyevi hayat hep çelişkide olduğu için din, aynı zamanda dünyevi hayata genel bir ahlak ve hukuk önerir/dikte eder. Çünkü insan nefs sahibi olduğundan, her zaman dini olanla dünyevi olan arasında çelişkiler yaşar. Kutsal metinlerin temelinde yatan olgulardan biri de, nefs terbiyesidir! Eğer bireyde ve toplumda bu nefs terbiyesi sağlanırsa, buradaki başarıdan ‘üstün ahlakın’ üreyeceği söylenir ki, insanlık tarihinde bir türlü üstün ahlak egemenliği oluşmaz. Kaldı ki bu ‘üstün ahlak’, mutlak ve tanımlanabilmiş değildir. Bu ayrı konu.

Dinler ve özel olarak da Müslümanlık üzerine söyleneceklerde (diğer konularda olduğu gibi) sınırlarımı bilirim. Ne dinler felsefi üzerine ne de İslam dini üzerine fazla bilgi sahibi değilim.

Yazımın konusunu temel bir pratik üzerine inşa etmeye çalışacağım.
Bunun için “cehennemi tercih ederim” diyerek keskin bir çizgi veya tezat oluşturdum.
Tercih, birden fazla önermeyi gerektirdiğine göre, kime veya neye göre cehennemi tercih edeceğim?
Elbette kimi Müslümanlara göre!
Şimdi sözünü edeceğim pratiğe gelebiliriz.

Elektriği bulan Edison, Müslüman değil diye cehenneme gidecektir türü boş tartışmalara girecek değilim.
Konunun alanını Türkiyeli Müslümanlara kadar daraltıyorum.
Şimdi şu ilahi olanla dünyevi olanın ahlak kesişmesine gelelim.

Daha düne kadar karnını zor doyuran Müslüman kardeşim;
Belediye başkanı olunca,
Belediye meclis üyesi olunca,
Bürokraside bir yere gelince,
Milletvekili olunca,
Eğer haksız kazanç yoluyla ciplere biniyorsan, yatlar, katlar, araziler alıyorsan, daha dün küfür ettiklerinden senin ne farkın kalır?

Daha düne kadar karnını zor doyuran veya küçük bir işletmesi olan Müslüman kardeşim; siyasi gücü eline geçiren kardeşlerinle işbirliği yaparak haksız yere kamu işleri alıyorsan, fahiş fiyatlarla kamuyu soyuyorsan, işini gereği gibi yapmıyorsan ve kısa sürede haksız kazançlar elde ediyorsan, daha dün küfür ettiklerinden senin ne farkın kalır?

Kamu kaynaklarını talan eden, imar oyunlarıyla vurgunculuk yapan Müslüman kardeşim, sen İslam’ı nasıl bir kılıf olarak kullanıyorsan, senden önceki soyguncular da vatan sevgisini kılıf olarak kullanıyorlardı. Birbirinizden ne farkınız var?
Ha, şöyle bir fark var: Dün bu memleketi soyanlar sizden daha ‘delikanlıydılar’ çünkü onlar, sizin gibi dini inançları sömürecek kadar alçalmamışlardı!

Ben bu soygunları, bu ahlaksızlıkları, bu şerefsizlikleri anlıyorum. Çünkü insanın nefsi böyle bir şeydir! Bütün bunlar insana ait kavramlar ve davranış biçimleridir.
Bunları yapmamak için önce ‘iyi’ insan olmaya gerek vardır!
‘İyi’ insan olmanın ana yolu, vicdanlı olmaktan, adil olmaktan, onurlu olmaktan geçer. Müslümanlık veya Türklük kimliğiyle övünmekten değil!
İnsanlar hangi kimlikten olursa olsun böylesi şeyler yapabilir.
Müslüman’da, Türk de, Hıristiyan da vb. haksız kazanç sağlar vs.
Dünyevi hayatta bunların şer-i, örfi ya da laik hukuki karşılıkları olabilir.
Ancak Allah’a ve onun kitabına inanlar için bir de ilahi adalet vardır ki, asıl önemli olan da budur!

Benim anlamadığım, bu dünyevi onursuzluğu, hırsızlığı, şerefsizliği yaparken İslami bir elbisenin giyilmesidir.
İşte bu, bir insanın en dibe vurduğu yerdir; çünkü kutsal metin elbisesi giyenlerce yine kutsal metinler çiğnenmektedir. Bu, müthiş bir kişilik yarılmasıdır!
Hırsız, soyguncu, şehirleri betonlaştıran, imar oyunlarıyla zengin olan ve bilcümle haksız kazanç yollarını siyasal iktidar gücüyle arşınlayan Müslüman kardeşim, kulaklarınız çınlıyor mu?

Bütün bu ‘kardeşim’ hitapları lafın gelişi.
Onlar benim kardeşim falan değiller!
Cennet onların olsun; ben onlarla aynı yerde olmaktansa cehennemi tercih ederim!
Ben Edison ve onun gibilerle mutlu olurum.
Kutsal metin elbisesi giyerek kutsalı çiğneyen bir deccalla (insanları kötülüğe yönelten şeytanın temsilcisi insan veya fitneci) aynı yerde bulunmayı onursuzluk sayarım.

Ancak şurası Kuran’da çok açık: Kul hakkı yiyenler, fitneler, haksız kazanç elde edenler, yani deccallar cennete giremezler!
Haydi gidin hacca da, soygunculuğunuzun, kul hakkı yemenizin affını sağlayın!
Rantiyeciliğinizden kazandığınızın kırıntılarıyla iftar yemekleri vererek af dileyin!
Mümkün mü?
Eğer böyle bir af mümkünse, ben cehennemi tercih ederim!

Ozan der ki, “Kalsın benim davam divana kalsın”.
Hayır! Alçaklarla benim davam divana kalmasın, bu dünyada görülsün!

NOT: Dünyevi meseleleri dünyevi kavramlarla tartışırım. Bu yazıyı Müslümanlığı bir maske gibi kullanan din tüccarları ve siyasal güç yoluyla her türlü soygunu yapanlar için yazdım. Bu yazıyı onlardan birileri okurken belki de beni aptal, kendini ise hayatı kavramış ve gerektiği gibi yaşayan zeki biri olarak görecektir. İblis’te zekidir! İblis zekâlarına karşı Mütedeyyin Müslümanlara çok iş düşüyor. Ve bu kesimden itirazların yükselmesi sevindiricidir.

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank