content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

08 Eyl

Cehaletin Karanlığından Bilginin Aydınlığına…

Bilginin geçer akçe olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Günümüzde bilgiye ulaşmak geçmişe nazaran çok daha kolaydır. Tabir caizse bilgi deryasında yüzüyoruz. Fakat bu nimetten faydalanmayıp cehaletin kör karanlığında debelenenler az değildir. Bilgiye ulaşma konusunda sınıfta kalanların durumu Divan Edebiyatı şairi Naili’nin “Ol mâhiler ki derya içredir deryayı bilmezler” berceste mısraını hatırlatır. Erişimi olmayan malumatın kimseye hayrı yoktur.  Demek ki mühim olan şey, bilgiyi stoklamak değil, hayatın her yanına yaymak ve yeri geldiğinde cömertçe kullanmaktır. Ancak bununla çağa ayak uydurabilir, sağlıklı neticelere varabiliriz. Şair Ruhsatî’nin “Basma cahilin izine, gitme şeytanın sözüne” dizesi cehaletin bir ucunun şeytana dayandığını gösterir. Sırat-ı müstakimden ayrılıp, yolu şeytanla kesişenlerin sonunun cehennem olacağını hatırlatmakta fayda vardır.

   İranlı şair Sadi-i Şirazi’nin cehaletle alakalı çok hoş bir sözü vardır: “Bilgisiz bir kimse, savaş davuluna benzer, sesi çok, içi boştur.” Gerçekten de öyle değil midir? Çevremize şöyle bir bakalım… Kimlerin sesi daha çok çıkıyor? Bilen insanlar az ve ölçülü konuşurlar. Her sözün hesabını ince ince yaparlar. Çünkü söz vardır ipe götürür, söz vardır, ipten indirir. Yine aynı şair, az ve yerinde konuşma konusunda şu misali anlatıyor: “Bilgelerden birini dinledim. Diyordu ki: ‘Hiçbir kimse cahilliğini itiraf etmez. Biri konuşurken daha sözünü bitirmeden lafa başlayan kimse müstesna… Ey akıllı kişi, sözün başı, sonu vardır. Sözün ortasında söze başlama. Akıllı, tedbirli, bilgili insan, eğer susan yoksa söze başlamaz.”

Bizde “Cahil cesur olur” diye hoş bir söz vardır. Bunun doğruluğunu, yaşadığımız yakın ve uzak çevreden de görebiliriz. Fakat cehalet bilgi azlığı değildir sadece. Cehaletin bilgiye ve idrake dönük iki ayrı cephesi mevcuttur. Bazı bilgili insanlar da gerekli ve yeterli idrakten yoksun oldukları için ciddi hatalar yaparak gerçekte ne kadar cahil olduklarını gösteriyorlar. Bunun bizde ve dünyada sayısız örnekleri vardır. Dünyayı ateşe verenler bu idrak cahilleridir. İkinci Dünya Savaşı’nda insanları kızgın fırınlara atıp yakan Hitler bilgisiz bir insan mıydı? Bilgiliydi ama dünyaya hissî açıdan bakıyordu. Hisleri hakikatleri görmesine engel ve perde oluyordu. Bunda inanç faktörünün etkisi de çok büyüktür.

Dört halifeden biri olan Hz. Osman: “Cehalet öyle binektir ki, üzerine binen zelil olur, onunla arkadaşlık yapan yolunu kaybeder.” diyerek cehaletin bütün değerleri hiçe sayan, kişiye hakikat yolunu kaybettiren karanlık bir yol olduğunu dile getirir. Bu mağrur ve inatçı binek, üzerindeki süvariyi uçurumlara götürüp aşağıya fırlatır.

Cahilin bütün fiillerinde bir noksanlık vardır. İngiliz Bernard Shaw’ın “Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur.” sözü bu gerçeği dile getirmektedir. Onun içindir ki cahilleri hayati makamlara ve mevkilere getirmemek gerekir. Onların yapacağı hatalar milletleri felakete götürecek noktalara varabilir. Devletin ve kurumların başındaki kişilerde liyakat aranmalıdır. Liyakat da idrakle beslenen doğru bilgiyle tekmil olur.

Cahillik bir zehirse onun panzehiri de şüphesiz ki bilgidir. Fakat vahiyle nurlanmayan bilginin insanları hak ve hakikate eriştiremeyeceği de ayrı bir gerçektir. Bugünkü Batı milletleri bilgiyi teknolojiye çevirerek hayatı kolaylaştırmışlardır. Fakat açık bilgi pazarı olan Avrupa’daki insanlar hâlâ arzuladıkları manevi huzura ve refaha erişememişlerdir. Demek ki vahiyle cilalanmayan bilgi kör ve topaldır. Onunla gerçekleri göremezsinin, onunla çıktığınız yolculukta hakikat menziline ulaşamazsınız. Doğu’nun vahiyle aydınlanmış idrakini, Batı’nın bilgisiyle birleştirip yepyeni bir sentez oluşturabilirsek insanlığa aydınlık bir yol açmış olacağız. Bunu gerçekleştiremezsek Doğu’nun da, Batı’nın da hep bir tarafı eksik kalacaktır.

Yarınların refah ve mutluluğuna talip olmak istiyorsak cehalet savaşında bilgi kılıcını kuşanmalıyız. Bilgi kılıcının Hz. Ali’nin Zülfikar’ı gibi her iki tarafı da keskindir. Fakat bu sadece cehaleti biçer. Çünkü bilginin olmadığı yerde cehaletin kör saltanatı hüküm sürer. Bu saltanatı devirmek için bilgiden güç alan bilgelerin muktedir olması sağlanmalıdır.

Günümüz toplumlarında insanlarımız bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkıyorlar. Kişiler bilgi ve ilgi alanlarının dışına çıkıp sürekli ahkâm kesiyorlar. Bu sahada ehliyetli olmadıkları için de birkaç cümleden sonra foyaları ortaya çıkıyor. Lakin bu tip insanların hatalarını idrak edecek düzeyde basiretleri de olmadığı için çukurlaştıkça yükseldiklerini sanıyorlar. Bilginin iktidarında bu gibi çirkeflikler yaşanmaz elbette.

Tarihi süreç içerisinde milletlerin başına gelen nice felaketler vardır. Bunlar arasında tabiî felaketleri, salgın hastalıkları, yönetim hatalarını sayabiliriz. Fakat bilgi noksanlığından doğan elim acılar bunların çok fevkindedir. Düşünmeyen, araştırmayan, merak etmeyen, umursamayan fertlerin devlete ve millete hiçbir katkıları yoktur. Bunlar ilk bakışta geniş mezhepli ve uyanık olarak algılansalar da gerçekte öyle değillerdir. Aydın düşünceli insanlar şapkalarını önüne koyup tüm verileri ortaya döküp onlardan sağlıklı neticeler çıkarırlar. Bunlar aynı zamanda önyargılardan uzak bir anlayışı benimserler. İster zafer, isterse hezimet olsun bütün tarihî neticelerden hükümler çıkarırlar, geleceğe yön verirler.

Bilginin iktidarını elinde bulunduranlar, topluma sırt çevirirse o bilginin halka müspet yansımaları hiçbir zamanda ve zeminde görülmez. Bilginin cehalete alan bırakmayarak set çekmesi, toplumsal bilinci kontrol altında tutması, insanlar arası ilişkileri tanzim etmesi, demokratik bir ortam sağlaması, tavanın tekelinden kurtarılıp belli bir plan içerisinde tabana yayılması tarihi süreç içerisinde vuku bulan olayların iyi okunması hataların tekrarını önleyecek, aydınlık bir geleceğin temeli bugünden atılacaktır. Bunun gerçekleştirilmesinde hem fertlere, hem yöneticilere, hem de kanaat önderlerine ciddi vazifeler düşmektedir.

Bilgi nazlı bir bebektir, oysa cehalet bulaşıcıdır. Sağlıklı ve temelli bilgilerin geniş kitlelere yayılıp uzun süre bilinçlerde tutunması çok güçtür. Oysa temeli olmayan, dedikodu kültürünün bir parçası olan kırık dökük düşünceler zihinlerde kendilerine kolayca yer bulur. Bu hastalığı ancak bilgi ilacıyla tedavi edebiliriz. Cahiliye Araplarından bugünün sözde çağdaş dünyalılarına kadar hayata dair yaşananlar, cehaletin gerçekten sinsi ve müzmin bir hastalık olduğunu gösteriyor. Bu illetten kendimizi kurtaramazsak dünya ve ahiret saadetimizi ziyan etmiş oluruz. En iyisi bu süreğen belaya kapılmamak, kapılanlardan uzak durmaktır. Fakat Müslüman bencil olamayacağı için bu dertle yaşayan ve kurtuluş yolu arayanlara dostluk elini uzatmamız gerekir. Yoksa onlar da bilerek veya bilmeyerek bu illeti topluma yayarak yarınlarımızı karartırlar. Karanlıklar bizi evimize de düşebilir.

Vatandaşlarını bir çatı altında toplayan ve birbirine kenetleyen aynı kültürel değerlerden ve geçmişten beslenen devletlerdir. Devletin varlığı, fertlerin bir çeşit hayat sigortasıdır. Özellikle ulus devletlerde kültürel birlik çok önemlidir. Devletin muktedir olması, üzerindeki vatandaşların moral değerlerine sahip çıkması, birlik ve beraberlik yolunda fertlere güven verir. Bunun hayata geçirilmesi bilimin baş tacı edilmesi, cehaletin sindirilmesiyle mümkündür. Bilinmelidir ki cehaletin girdiği yuvalar dağılmaya mahkûmdur.

Dünyada ve Türkiye’de köklü devletler, milletler ve iktidarlar yanlış bilgilerin hayat kazanmasıyla son bulmuştur. Devletlerin uzun süre yaşamasında değişimlere ve gelişimlere ayak uydurmak çok önemlidir. Bunun yanında fitne ve fesattan uzak durmak hayatî önem kazanmaktadır. Üç kıtaya hâkim olan Osmanlı devletinin duraklamasına ve çöküşüne zemin hazırlayan olaylara baktığımızda çoğunun temelinde yanlış anlamaların, kışkırtmaların ve bilgi eksikliklerinin rolü olduğu görülür. Bunlar bazen kendiliğinden, bazen de bir kısım şer odaklarının planlamasıyla olmuştur. Neticede doğru bilgilerin bıraktığı boşluğu, yanlışlar doldurmuş, gözler cehalet bağcıklarıyla bağlanmış; aklara kara, karalara ak denmiştir.

Bütün buhranlar ve felaketler cehaletin başının altından çıkmıştır. Cehalet bazen daha ileri boyutlar kazanarak taassuba dönüşmüştür. Taassup yüzünden gerçekler tersyüz edilmiştir. Eski dönemlerde Lut kavminin başına gelenler cehaletin ve batıl inanç kirliliğinin sapıklığa varan neticeleridir. Devletleri ve milletleri cehaletin zifiri karanlığından kurtarıp aydınlığa çıkarmak için vahiyle nurlanan, materyalizmden arınan bilgi ve inancın gölgesinde soluklandırmalıyız. Cehalet karanlığından bilginin gül yüzlü aydınlığına ancak böyle varılır.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank