content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
19 Kas

Bu Doğayı Hep Birlikte Katledelim!

Bandırma Kent Konseyi’nin ikinci olağan genel kuruluna ilginin ve katılımın son derece az olduğuna geçen günkü yazımda dikkat çektim.

Tüm bunlar, kentte yaşadığımız halde, yaşadığımız kente sahip çıkabilecek bir kent bilincinden ne yazık ki yoksun olan bir toplum olduğumuzun göstergesi olarak, bir kez daha yansıdı.

Yıllardan beri bu köşede kaleme aldığım yazılarda bazıları ağır eleştirilerde bulunduğumu öne sürüyor. Dikkat ediyorum da, bu iddiada bulunanların neredeyse büyük çoğunluğu kendini Bandırma sevdalısı olarak gösterip de, bu kente zerre kadar faydası olmamış, ama bu kentten büyük oranda nemalanıp, bunu örtmek için de yalan konuşmaktan, yalan yazmaktan çekinmemiş kişiler olduğunu görüyorum. Bu yüzden de dikkate dahi almıyorum.

Öte yandan, bir insan olarak yaşadığım ortamın, insan yaşamına layık bir ortam olmasını istemenin de ne gibi bir sakıncası olabilir, onu da anlamış değilim ya!..

Her daim Bandırma’nın çağdaş bir kent olmasından dem vuruyoruz, ama kafalarımızı bir türlü değiştirip de, kasabalılık zihniyetinden bir türlü de kurtulamıyoruz, her nedense!..

Bugüne kadar yapılan trilyonlarca liralık yatırımlar, hepimizin daha düzenli bir kentte, daha refah ve mutluluk içerisinde yaşamasına yönelik değil mi?

Öyleyse, bizler için yapılan tüm yatırımlara, bu kentte yaşayan insanlar olarak sahip çıkmamız, onları kollamamız ve korumamız da, yapacağımız en doğal hareket olmalıdır.

Bu bir kentte yaşamanın en doğal yaptırımıdır.

Peki bunları yapabiliyor muyuz?

Ne yazık ki, HAYIR.

Çünkü, bunları yapacak kent kültüründen, kentte yaşama bilincinden yoksunuz.

Sahip çıkamadığımız gibi, kıranları, dökenleri görünce de, her zamanki duyarsızlığımızla, adamsendeciliğimizle, “Aman, bana ne?” diyerek, görmezden geliyoruz.

Kim, bunun aksini söyleyebilir ki?

Bakın, Bandırma’da yaşamanın bir bedeli olmalıdır. Eğer, yaşadığımız kentin, insan için gerçekten yaşanabilir bir kent olabilmesi için, hepimizin üzerine düşen bir takım yükümlülükler bulunmalıdır.

Bu yükümlülükleri, en küçüğümüzden, en büyüğüne kadar, hepimiz sorumluluk bilinci içerisinde hissetmeli, sadece hissetmekle kalmamalı, uygulamalıyız da.

Tabii başta aileler olmak üzere, okullarımızda bu bilincin yerleşmesi için eğitimcilerimizin, bence tarih-coğrafya öğretmesi kadar, bu eğitimleri de vermesi sanırım kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Trafik dersini, iletişim dersini uygulamalı olarak gören öğrencilerimize, çevre bilincinin yerleşmesi için benzer uygulamalar, öğretiler verilmelidir.

Sadece okullarımız mı? Tabii ki değil. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, dahası birey olarak hepimiz, bu kentte yaşadığımızın farkına varıp, mevcut değerlerimize sahip çıkmamızın yanı sıra, yapılacak olan ve bizlerin yararına olacak her türlü yatırıma da sonuna kadar sahip çıkmalıyız.

Ötesinde ise, bizleri ileride zora düşürüp, yaşam alanlarımızı köreltecek, daraltacak ve yok edecek yatırımlara da, yine aynı kent bilinci içerisinde karşı çıkmalıyız.

Bakın, son günlerde belki de Türkiye’de en muhteşem doğal güzelliklere sahip bir köyümüz olan Sahil Yenice köylüleri, kendi bölgelerine yapılmak istenilen bir tesise karşı isyan etmiş durumdalar.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da ortağı olduğu bir fosfat zenginleştirme tesisi, hemen Sahil Yenice köyünün yanındaki koya yapılmak isteniyor.

Mazıdağı’ndan trenlerle Mersin-İskenderun’a taşınacak hammadde, oradan da gemilerle, bölgemize gelecek, Sahil Yenice’ye yapılacak bir iskeleden, kurulacak olan tesise taşınacak ve bölge muazzam bir sanayi kirliliği altında yok olacak.

Tesisi kurmak isteyenler, köyde yaptıkları toplantılarda, yapacakları tesisin hiçbir zararının olmayacağı iddiasında bulunuyor.

Fakat, köylerindeki bu doğal güzelliğin kaybolmasını istemeyen, Türkiye’nin en büyük ceviz fidanı yetiştiricileri olan köylüler, yaptıkları araştırmada, çevreye tamamen asit kusacak olan söz konusu tesisi engellemek için, köy bilinci içerisinde birlik-beraberlik içerisinde karşı çıkıyor.

Bir zamanlar, sülfürik asit fabrikalarının da aynı amaçla kurulup, çevreye hiçbir zararının olmayacağı iddiası, Bandırma’nın eski köyü, yeni mahallesi olan Çalışkanlar’ı, neredeyse haritadan silmek üzere.

Meyve ve sebzecilikle geçimlerini sağlayan köylülerin ellerinde, ekebilecekleri tarım arazisi, asit kusan bacalardan gelen zehirli gazların etkisiyle, ekolojik bozulmaya uğrayınca, tarım da sizlere ömür oldu.

Dahası da, köyde yaşayan insanlar, kanserden ölmeye başladı. Biraz aklını kullananlar, çareyi köylerini terkedip, başka yerlere yerleşmekte buldu.

Gözümüzün önünde böylesine canlı bir örnek varken, olası benzer riskleri taşıyan bir tesisin, hemen burnumuzun dibine yapılmasına böylesine sessiz, böylesine duyarsız, böylesine ilgisiz kalınması, akıl alacak gibi değil.

Tabii ki, sanayileşmeye karşı değiliz. Kurulacak her sanayi tesisinin, bölge insanına iş olduğunun, aş olduğunun farkındayız.

Yalnız, bu tesislerde çalışacak 50-100 kişiye iş ve aş imkanı yaratırken, binlerce kişiyi de kanserin pençesine atmanın ne kadar doğru olduğunun da tartışılması gerekir.

Bölgemizde, yıllar yılı Bandırma Organize Sanayi Bölgesine yatırım yapılması için, başta Bandırma Ticaret Odası olmak üzere, herkes bir çağrıda bulunuyor.

Yeri son derece müsait. Hatta, belki de bulunduğumuz deprem kuşağının en sağlam zeminine de sahip bir yer. Çevresinde tek bir ağaç olmadığı için, yeşili katletmesi diye bir sorun da yaratmayacak.

Kaldı ki, taa Mazıdağı’ndan trenlerle Mersin-İskenderun limanına, oradan da gemilerle Bandırma’ya yapılacak taşımacılık, tamamının demiryoluna kaydırılması ile daha da rantabl hale gelecektir.

Bugün, dünya üzerinde başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, gelişmiş ve sanayileşmiş birçok ülke, kendi toprakları üzerinde, sanayi tesisi kurmaktan kaçınır hale gelmiştir. Bu tesislerini bizim gibi, üçüncü dünya ülkelerinde kurmaya çalışmaktadır.

Nedeni de çok basit, kendi yaşadıkları toprakları ve bu topraklar üzerindeki insanları koruyup kollamak amacındalar. Sanayi sektörünün gelişmesi, ülkelerin gelişmesiyle eşdeğer olurken, artık çevre ve insan sağlığını ön plana çıkartan bu ülkeler, mevcut yatırımlarını bile geri kalmış ülkelere kaydırma peşindeler...

En basit örneği de Çin...

Siz sanıyor musunuz ki, bu sanayileşmiş dev ülkeler, sırf Çin’deki ucuz insan gücü nedeniyle, buraya yatırım yapıyor?

Bakın görün... Allah ömür verirse, önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde Çin’de en fazla insan ölümleri kanser başta olmak üzere, çevre kirliliğinden kaynaklanan hastalıklar nedeniyle olacaktır.

Yoksa, ne ABD ne de AB ülkeleri, kalkıp da, sırf insan gücü ucuz diye, Çin’e, Hindistan’a, Pakistan’a ve onun gibi ülkelere yatırım yapmaz.

Bizlerin de, bunları görüp, kendimize en kısa zamanda çeki düzen vermemiz gerekiyor.

Sahil Yenice köyüne yapılacak böyle bir tesis, doğaldır ki, rüzgarın da etkisiyle ortaya çıkan asit gazlarını Bandırma’ya taşıyacaktır.

Bu bölgeye yakın olan başta Levent mahallesi olmak üzere, sahil boyunda ve Hacı Yusuf’ta olmak üzere, Ban-dırma’da yaşam artık dayanılmaz boyutlara ulaşacaktır.

Yine Bandırma’nın burnunun dibinde bulunan sülfürik asit fabrikasından zaman zaman salınan asit dolu gazlar, nasıl ki, hepimizin genzini yakıyor, bu kez iki ateş arasında kalmış bir toplum haline gelip, neredeyse toplu katliam-ların yaşanacağı ölümleri de görürsek, şaşmamak gerekir.

Bugün, böyle bir tesise onay verilmesi durumunda, yarın çimento fabrikası, termik santral gibi, çevreyi mahveden, yok eden tesisler de sıraya girecektir.

Bu asla unutulmamalıdır. Sonra, sesimizi çıkartacak dermanımızın kalmadığı bir gün gelir ki, artık birbirimize söyleyeceğimiz tek şey; “Geçmiş olsun...” olacaktır.

Evet, tüm bunların ışığında, ya yaşadığımız kente ve çevreye sahip çıkacağız, ya da hep birlikte katledeceğiz!..

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank