content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

25 Şub

Bir Daha Dönmediler-2

( Amasyalı  Şair Mustafa Ayvalının Kaleminden )
Satı’nın karnı doymuş, annesine çocukça bir şeyler anlatıyor, annesi de üzüntüsünü fark ettirmemek için ona katılıyor ve birlikte gülümsüyorlardı. Nihayet Ahmet dedesi çıkagelmişti. Satı hemen dedesinin kucağına atlayarak babasını sordu.
—Dede babam nerde?
—Tarlada yavrum. İstersen birlikte gideriz.
Dedikten sonra gelini Hatice’ye dönüp, ‘’Kızım, Satı’nın eynini başını giydir de babasına götüreyim. Hasan, senin için gelmesin demişti. Ama kıza kim göz kulak olacak, sen de bizi uzaktan takip et birlikte dönersiniz.’’ Hatice başını öne eğip kısık bir sesle, ‘’Peki baba.’’ dedi.
Yüzünde kabuk bağlayan yaraların tatlı kaşıntılarını unutan Satı, saçlarının dağılmasına bile aldırış etmeden başını sağa sola sallayıp, ayaklarını hop indirip, hop kaldırarak kendince türküler söylüyordu. Bir yandan da annesi, babasının yeni aldığı mavi rengin hakim olduğu pembe puanlı fistanını giydirmeye çalışıyordu. Nihayet babasının sabahın erken saatlerinde gittiği tarlaya doğru yola koyulma vakti gelmişti. Satı, dedesinin elinden sıkıca tutarak,
—Dede, bana bez bebek yap e mi! Bi de gelin gibi süslerim oh!
—Niye kızım! Yeni yaptığım bebeğine ne oldu?
Arkadaşıma verdim de… Babama da at arabası yaparsın, annemi de alıp uzaklara gidip gezeriz. Hani, babam artık öküzler iyice kocadı, at alalım dediydi ya… Hatice, başını sağa sola sallayarak, dedesine bir şeyler anlatan kızını gözden kayboluncaya kadar izledi. Babasının yanına gittiğinden emin olduktan sonra yüreği bu acıya daha fazla dayanamayıp, dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere çöküp öylece kalakaldı. Elleri semaya doğru açık, ‘’Ne olur Allahım! Sağ salim dönsünler, ocağım sönüp, yavrum yetim kalmasın.’’ diye gözyaşı döküp, yakarıyordu.
Babasını gören Satı, dedesinin ‘’Aman kızım yavaş, düşersin!’’ demesine aldırmadan dedesinin elini bıraktığı gibi herk edilmiş tarlada düşe kalka koşmaya başladı. Hasan, kızını görünce karasabana koşulu olduğu halde öküzleri evlek başına bırakıp, hızlı adımlarla kızına doğru yürüdü. Satı, babasına uzunca bir süre sarılıp öptükten sonra, toz toprak içinde kalan elbisesini minik elleriyle silkelerken bir yandan da ‘’Baba, dedem bana bez bebek, sana da at arabası yapıp annemi de alıp bizi gezdirecek.’’ diyordu.
Tarlada solucan toplayan kuşlardan eser kalmamıştı. Çocuk denecek yaştaki çobanlar sürülerini köye yönlendirmiş, gün ilkindi saatlerinin griye çalan rengine bürünmüştü. Sabahleyin kimi eşekle kimi sırtında, ormandan kışlık odun tedarikine çıkan köyün yaşlı kadın ve erkekleri yavaş yavaş dönüş yoluna geçmişti. Bir iki saat sonra da kaş kararacaktı. Baba ve oğul havaya şöyle bir göz attıktan sonra göz ucuyla birbirlerine bakıp, başlarını sessizce sallayarak, artık gitme vaktinin geldiğini ifade eden bir hâl almışlardı. Ama bunu minik yavruya nasıl anlatabilirlerdi ki?
Hasan, sürümü yarım kalan tarlanın çıkımı başında bıraktığı öküzlerin zelvelerini çözüp boyunduruktan kurtarmış, sonra karasabandan ayırdığı toprağı işleyen demir aksamı cemekle temizlemeye koyulmuştu. Ahmet Çavuş ise torununa;
‘Bak işte yavrum, şu aşağıda gördüğün beyaz konağın olduğu nahiye var ya! Hah işte, oraya babanla gidip sana kırık leblebi ve cam şeker alıp geleceğiz. Hatta bebeğine beşik bile alırız.’’ diyerek teselli içeren tatlı bir sohbete dalmıştı torunuyla. Satı, çocuk aklıyla sevinmiş olsa da ayrılık ona göre değildi. Peki! Anlamında başını salladı. Hasan, toprak kalıntılarından yeterince temizlediği karasabanın demirini eline alarak, kızına, ‘’Aç kollarını yavrum, ağırdır sıkı tut e mi.’’ dedi. ‘’Bak,  tek boynuzla kesik kulak eve doğru gidiyor sen de peşlerinden git. İlerdeki tepede annen seni bekliyor bunu annene ver kızım.’’ dedi. Satı başını sallayıp, ‘’Baba, annem beni erken yatırıyor, ben uyumadan gelin.’’ dedi. Sonra baba ve dedesine kimi zaman da kendisini bekleyen annesine bakarak sıkı sıkıya kavradığı karasaban demiriyle köyün yolunu tuttu.
Ahmet Çavuş’la oğlu Hasan’ın üzerlerinde eski püskü yazlık elbiseler, ayaklarında yırtık çarıklar, omuzlarındaki heybede ise birkaç yamalı esvapla yol azığından başka hiç bir şeyleri yoktu.  Zaman zaman arkalarına dönüp baktıklarında köye doğru ilerleyen Satı’nın çocukça hareketlerini izleyip, hakim olamadıkları gözyaşlarını birbirlerinden gizleyerek, askerin toplanma yeri olan nahiyeye doğru sessizce yola koyuldular. Ve bir daha…
Dönemediler!
Düşünün! Öyle bir savaş ki baba ve oğul aynı cephede şehit düşüp, aynı kabre defnedilmişler.
(Savaş sonrası cepheden dönenlerin ifadesidir.)
Çünkü “Verilmiş Bir Söz Vardı.”
Sabiye kaldı saban, baba, dede aldı yol.
Değirmen yöresiydi Sarıkamış azığı.
Çarık mezar, kefen kar, yamalı esvaplar sal,
Sana cetbecet inam şahadetin yüzüğü.
Amasya, Samsun, Trabzon, Erzincan, Van ve yurdun daha birçok yerinden yola çıkıp yürüdüler, yürüdüler… Kervan kalkar, yükü yolda düzülürdü. Bilselerdi Allahuekber Dağları’nda, Bardız’da, Çatak’da kurtların bile saklanmak için in aradığı birbuçuk metre kar içerisinde, eksi yirmibeş derecede can verecekler, yine giderlerdi… Çünkü, onlar için vatan namus, şahadet en üst mertebeydi. ...
Onlar! Bedenlerindeki terin buz kristallerine dönüşmesiyle koca bir çınar gibi gömüldükleri kardan, her baharın gelişiyle açan kardelenlerde buz mavisi gözleriyle yeniden doğarlar…

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank