content

13 Mar

Batı Nereye?

13 Ekim 2008’ de ‘Batıya Neler Oluyor?’ başlığıyla bir yazı yazdığımda her şey bu kadar açık değildi.

Ve o yazıdan sonra birçok arkadaş beni polyannacılıkla suçlamıştı.

ABD ve Avrupa’dan ekonomi ile başlayan ve diğer alanlara da yayılan birbiri ardına olumsuz haberler gelmesinin onları nereye sürüklediğini ifade etmeye çalışmıştım yazımda.

Tüm dünyanın en mutlu, en gelişmiş, en müreffeh ülkelerinden gelen kötü haberlerin sebebini izah etmiştim.

Bana göre bunun 3 adet temel sebebi vardı:

1.Aşırı tüketim, yani israf: Yüce Allah yarattığı mahlukatla birlikte ona, ömrü boyunca yetecek rızkı da yaratıyor. Yaratılanların rızkının Yüce Allah tarafından teminat altına alınıp yaratıldığı Kuran-ı Kerim’in nassı ile sabit. Ancak hırsızlar ve müsrifler herkese yetecek olan bu rızkı çalarak ve israf ederek dünyanın bu günkü manzarasının ortaya çıkmasına neden oluyorlar. Özellikle yıllarca Ortadoğu, Doğu ve Afrika’yı sömüren, bu coğrafyanın tüm kaynaklarını yağmalayan Avrupa ve ABD bu gün kurdukları ekonomik düzene aynı oranda hammadde taşıyamamanın sıkıntısına girdiler.

İsraf kulluğa,  Allah’a ibadet anlayışına aykırı bir eylemdir. Kulluk,ibadet; hukuku ibada (yaratılmışların haklarına)  tecavüz etmemekle birlikte hukukullahı bi hakkın yerine getirmek demektir. Yani Yüce Allah yaratılmışların haklarını, kendi haklarının önüne koymuştur. Hırsızlık ve israf hukuku ibada (yaratılanların haklarına) tecavüzdür. Onun için Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah “Yiyiniz içiniz ,israf etmeyiniz”, “İsraf edenler şeytanın kardeşleridir” ifadeleriyle israf konusunda insanlığı şiddetle men etmiştir.

Bu gün ekonomik krizin en çok vurduğu ABD, israfın ve tüketimin en fazla olduğu ülkedir. ABD’li bir araştırmacıya kulak verelim: Aldıklarımızın %90 ı 6 ayda çöp oluyor. Bu tespit dünyanın 270 ülkesinde 300 milyondan fazla kişinin izlediği “Şeylerin Hikayesi-The Story of Staff” belgeselinin yapımcısı Amerikalı çevreci aktivist Annie Leonard’a ait. Leonard acaip ve önemli şeyler söylüyor. Türkiye’yi ABD gibi olmaktan kaçınması gerektiği noktasında uyarıyor.

Popüler kültürün sürekli yalan söylediğini ifade ediyor.

Dünyamızı tüketim çılgınlığı esir aldı. Dünya kaynaklarının 3/1 i son 30 yılda tüketildi. Dünya ormanlarının % 80 i yok oldu. Amazon ormanlarında dakikada 2.000 ağaç yok ediliyor. Bu 7 futbol sahası büyüklüğü demek.ABD de herkes günde 3.000 reklama maruz kalıyor,2 kilo çöp üretiyor.ABD nüfus olarak dünyanın % 5 ine sahip olmasına rağmen dünyadaki kaynakların %30 unu tüketiyor. Ama ABD dünya mutluluk endeksinde 150. sırada. İnsan tüketerek, tüketimi sürekli artırarak mutlu olamıyor.

Kainatın en üstün varlığı insan yıllarca ustaca yapılan manevralarla tam bir “tüketim makinesine” dönüştürüldü. Bu tüketim makinesi hem yaşadığı dünyayı hem de insanı insan yapan unsurları yok ediyor,yani tüketirken tükeniyor aslında.

Çözüm iktisatta ve kanaatte. Çözüm yine insanlığın en akıllısının sözlerinde: ”Coşkun akan ırmaktan bile abdest alsanız suyu İSRAF etmeyin”. Yani  fazla kazanıyorum. Gelirim sürekli artıyor mantığıyla harcamanızı artırmayın. Geliriniz ne olursa olsun sadece ihtiyacınız kadar harcayın. Size verilen her şeyin “emanet” olduğu ve hesabını vereceğiniz bilincinden hiçbir zaman uzaklaşmayın.

Alman sosyolog Meinhard Miegel’in Almanya’da yaptığı çalışmalarda aynı şeyleri söylüyor. Yaptığı araştırmaya “Programlanmış Durgunluk:  Almanların Ekonomik Büyümeye ve Maddi Refah Artışına Çelişkili Bakışı “ ismini vermiş ve Alman hükümetlerinin iktisadi yarışa odaklanmış politikalarını sorguluyor. Siyasette ve özel sektörde hep insanların refah düzeylerini  artırmak istedikleri varsayımının hakim olduğuna dikkat çeken araştırmacı ,hakikatin ise farklı olduğunu yaptığı araştırmaya dayanarak ileri sürüyor. Miegel , insanların prensipte refaha karşı olmadıklarını ,ancak bunu artırmak için çaba sarf etmeye de razı olmadıkları sonucuna varıyor.Birçok Alman’ın elde etmiş olduğu yaşam standardından memnun olduğu ,zengin ve stresli yaşamaktansa ,mütevazı hatta nispeten fakir ancak huzurlu bir hayata hasret kaldığı ortaya çıktı.Yaptığı 1823 kişi üzerinde yaptığı ankete katılanların % 78 inin “mütevazı bir refah” içinde “güvenli bir hayat” yaşamayı,maddi fırsat ve risklerle dolu bir yaşama tercih ediyor.

Yazılarımızda zaman zaman temas ettiğimiz bir hakikat var.”Peygamberimizin sünnetinden en küçük bir ayrılık hayatı azaba çeviriyor. Peygamberimiz dünya hayatı için: ”Dünya yediğiniz , içtiğiniz, giydiğiniz; Allah için yedirdiğiniz, içirdiğiniz, giydirdiğinizdir. Gerisi size ait değildir” der.

ABD, Almanya gerçeği bize çok şey anlatıyor dostlar. Hep çokluk, hep artırma, hep harcama, aşırı hırs insanları mutlu etmiyor.(Tekasür suresi) Aksine daha fazla elem ve strese sokuyor. Bir vadi dolusu altın peşinde koşup onu elde edenler , ikinci vadi için hırsla çalışmaya devam ediyorlar. Ve onların ortak feryadı:”Huzur arıyorum huzur”.

Dolayısıyla mutluluk, saadet yine köklerimizde, kendi topraklarımızda, kanaatte, şükürde , iktisatta, infakta, paylaşmakta, sadakayı cariye hükmünde eserler yapmakta,insana ,eğitime yatırmakta…

Başka yerlerde aramaya gerek yok. İnsan düştüğü yerden kalkar.

2.Batılıların sahip olduğu aşırı gurur ve kibir: Batılılar, kendilerince çağdaş bulmadıkları insanlar için: 'Asyalı veya Asya tipi (Asian type)' diye küçümseyici bir ifade kullanırlar. Bu söz, asırlardır Asyalıları sanayileşemeyen, kalkınamayan, hammadde kaynaklarının üzerinde oturmakta olan, parasız ve biraz da akılsız insanlar olarak görmenin Batı dillerine yansımasıdır.

Ne var ki, dünyanın bugünkü haliyle, Batı hızla bir enkaza dönüyor, tarihe mal ettikleri, Nobel ödülleriyle onore ettikleri iktisatçıların marifetiyle kurdukları ekonomik sistem tel tel dökülüyor. Çok güvenilen, yıkılmaz kale sanılan uluslar ötesi bankaların her gün biri devlet kontrolüne geçiyor. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batı dünyasını temsil eden ülkeler, krizle baş etme konusunda acz içinde kıvranıp duruyor. Eskiden neredeyse dünyalı bile saymadıkları Çin ise Batı'yla kıyaslanamayacak ölçüde rahat durumda. Hindistan'ın yıldızı yükseliyor. Türkiye, yatırım fonu yöneticilerinin yatırım için tavsiye ettiği ülkelerin başlarında yer alıyor. Batı'da merkez bankaları hazine yetkilileri ve hükümetlerin krizi dindirmeye yönelik her hamlesi boşa çıktı; herkes panik içinde. Süslü bir deyimle likidite krizi diye adlandırdıkları parasızlık, bankaların, sigorta şirketlerinin belini büktü. Parasız kuruluşları fonlayan devletin kendisi likidite sıkıntısı çekmeye başladı.

Şimdi para, Batı'da değil, Doğu'da (Asya'da). Çin, Japonya ve Güney Kore, kasalarında trilyonlarca dolarlık ABD Hazine bonosu tutuyor. Ortadoğu ülkeleri petro-dolarlarını nasıl yatırıma dönüştüreceklerinin hesabını yapıyor. Bir zamanların devi olan uluslararası yatırım bankaları Arap ülkelerindeki fonlardan medet umuyor. Artık parasızlık ve umutsuzluk Batı'da. Batı, gırtlağa kadar borçlu, alacaklıları ise Doğu'da.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasını liberal sistemin zaferi olarak ilan edenler eziklik içinde. Halbuki, kapitalizm karşıtları muzaffer bir eda sergiliyor ve kapitalist sistemi aşağılamak için ellerine geçen fırsatı zevkle değerlendiriyor. Evvelce, harika adam rolünü oynayan CEO'ların çoğu parası bol ama haysiyeti sıfırlanmış kimseler olarak yaşamak zorunda. Şirketine ekmek teknesi gözüyle bakan, emanet edilen görevi amatör bir heyecanla yerine getiren her kademedeki işçi, memur ve yönetici 'nihayet hak yerini buldu' diyor.

Dün kral geçinenler bugün soytarı muamelesi görüyor. ABD Başkanı'ndan başlayıp, Hazine bakanı, Merkez Bankası başkanı hep basının alay malzemesi oldu. Ciddi bir analist, "Başkan Bush'a krizle ilgili konuşma ve eylem yapma yasağı getirilerek, ülkeye bir daha zarar vermesi engellenmelidir." diyebiliyor. Merkez Bankası Başkanı Bernanke ile şimdiye kadar bir tek isabetli karar alamadığı için dalga geçiliyor. Başka bir analist, 700 milyar dolarlık paketten bir doların bile, batan, kokuşmuş, beceriksiz şirketlere verilmemesini, onun yerine bu paranın borçlu mortgage müşterilerine aktarılmasını öneriyor. Bir başka tanınmış yazar ise, 'bankalarını, şirketlerini batıran üst yöneticilere devletin parasını emanet etmek kuzuyu kurda emanet etmekten farksızdır;' ifadelerini kullanıyor. Altın adam zannedilen CEO'ların lakabı 'şişman fareler' oldu. İşinde, gücünde, devlete ve yasalara bağlı ortalama adam, üstün zekalı, mükemmel eğitimli diye başına yönetici kesilenlerin zillet içine düşmelerinden gizleyemedikleri bir hınç duyuyor. Ortalama adam, 'en büyük benim' diyor, kamuda ve özel sektörde yaldızlı unvan taşıyanlara tepeden bakıyor.

Batı dünyasında son yüzyılda değer verilmeyen, eğitim kurumlarında bilimin karşıtı olarak tanımlanan dini-manevi değerlerin tekrar yükselişe geçmesi kaçınılmaz görülüyor. "Bu felaket başımıza dinin ihmal edilmesi yüzünden geldi." diyen Papa, kendi üslubuyla maneviyatın bir kenara itildiği yılların acısını çıkarıyor. Sözün özü,bu gün bütün dengeler altüst oluyor.

3.İslamofobi: Özellikle 11 Eylülle başlayan İslamofobi asıl büyük zararı Batıya verdi.Müslümanları ötekileştireyim derken Batının kendisi “öteki”leşti. 11 Eylülden bu güne sadece ABD bankalarından ayrılıp Doğuya yönelen İslami sermaye tutarı 800 trilyon Abd Doları. Ne kadar ilginç değil mi ? ABD başkanı Bush’un Kongre’den ABD ekonomisini kurtarmak için talep ettiği para 850 trilyon ABD Doları.

Aynı kaçış Avrupa bankaları içinde geçerli. Bu gün müslümanlar ve Doğulu toplumlar daha çok üretiyor, daha az tüketiyor. Tükettikleri maddeler arasındaki Batı imalatı malları azaltmak için özel bir çaba harcıyorlar.

Bu ötekileştirme müslümanlarda bulunan ve tüm insanlığın ihtiyacı olan iman, sabır, kardeşlik, paylaşma, tevekkül, kanaat gibi faziletlerden de Batılıların mahrum kalmasına yol açtı.Oysa bu faziletlere ekmek ve su kadar ihtiyaçları vardı. Onlar bu faziletlerin yerini alkol, uyuşturucu gibi zararlı maddelerle doldurmaya çalıştılar.

Kısaca Batı bu gün ektiğini biçiyor, sömürerek, tüketerek, tepeden bakarak, gurur ve kibirle , insanları ötekileştirerek, İslamofobi oluşturarak çizdiği “Yeni Dünya Düzeni” nin bedelini ağır ağır ödüyor.

Bu gün Hollanda’da, Almanya’da, Belçika’da yaşananlar derinleşerek devam edecek olan çöküşün çok net belirtileridir.

Açın gönlünüzün kapılarını ey Osmanlı torunları!

Batı’nın bize/size çok ihtiyacı var ve her geçen gün artacak.

Çözüm tüm insanlığı kapsayan ve hepsinin mutluğunu hedefleyen yaklaşımlarda.

Re-aksiyoner değil, aksiyoner bir yaklaşımla tekrar durdurulmuş bir medeniyet olan Osmanlı’yı günümüze uyarlayarak alarak değil, vererek ayağa kaldırmanın vaktidir.

Dünya’da hepimize yetecek kadar, hava, su, toprak var.

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank