content 1977 Trabzon doğumluyum/evli ve bir çocuk annesiyim. yerel bir gazetede ve İnternet bir edebiyat dergisinde yazılar yazıyorum. k.t.u mezunuyum.
27 Eki

Aysungül’den; Cumhuriyet’in Parantez içi Duyguları(I)

Ve Cumhuriyet’in gözlerinde kımıldayan ışıltıyı, 29 Ekim’de iliklerime kadar hissediyorum. Halk egemenliğinin doğuşundan bu yana gelen gelişim sürecini borçlu olduğumuz; Atatürk, askerleri ve o anda bu vatan için savaşan her bedene teşekkürlerimi ve dualarımı şükran bilirim. Bu yazıyı onlara atfediyorum.

“Can vermek uğruna siper etmek kendini

Kan ağlayan bir avuç toprağın

Özgürlüğüne yanmak, yakılıp bayrak olmak

Kan kırmızı renginde sökülmek umuda yaklaşmak.” AYSUN GÜL

O günden bu yana neler yazıldı? Ve çizildi?  Bende biliyorum, ama birde kendi kalemimden aktarmak istedim sizlere, duygularımdaki ikilemleri. Aklımın bir köşesinde kalanları paylaşmak insanca bir istek, isteklerimin durağındaki duygu. 29 Ekim 1920 öncesinde yaşanan ve yaşandığında gizli kalan ya da gizlenmeye çalışılan gerçeklerin kararsızlığında, bir tarih yazıldı bizlere. Tarihi yazanların ellerindeki kırılmayan harici düşüncesizlikten, arta kalanlarla yaşadık ve yaşlanmaya devam ediyoruz. Hasta ve bezgin bir Osmanlının artıklarını toplamak, yine saray dışında yaşayan milletin ellerine kalmıştı. Sarayda yaşayan dalkavukluk takıntısı ikiyüzlü anlayış, önce mücadeleden yana değilmişçesine, hürriyet isteyenlere barikatlar kurmuştu. Sonrası malum tabii ki! Baktılar, millet birlikteliği amansız ve tutarlı bir şekilde kenetleniyor, iki taraflı yüzsüzlüklerine devam ettiler.

“Kırılan aynalar gönle batmakla

Gözlerinden yaşlar acı olup akmakta

Sızlayan ruhları bu toprağa yatmakta

Çehresi ay olup, dolunayla tarihine bakmakta.” AYSUN GÜL

Son dönemde saray maceraları bitmeyen, sarayda yaşayanların halktan aldıkları beddualar, onları öylesine sardı ki;  geride bırakılmanın, önemsenmemenin verdiği ağırlıkla, saraya olan inançları azaldı ve Vahdettin döneminde artık yerlere serildi. Halk o zamandan başlayan özgürlük sancılarının suretini, artık yansıtmaya başlamıştı bile, Anadolu sokaklarında.  Mücadelenin ilk defa Anadolu’da kabul görmesinin, en büyük sebebi buydu. İlk defa millet, millet olmaya yaklaşmıştı.  Ve bağımsızlığı için, savaşması gerektiğini anlamıştı. Bir zamanlar, saray sosyetesi tarafından sömürülen ve ezilen Osmanlı topraklarında ki insanlar birden bire, “Biz de varız bizde buralardayız sizlerin varlığına anlam katanlarız, Osmanlı var olduğundan beri.” diyerek ortaya çıkmışlardır. Sanattan, devlet ve din işlerine kadar farklı iki devleti yaşayan Osmanlı, artık sona gelmişti.

Vahdettin elleri ve gönlü titreyerek saraya çağırdığı Kazım Karabekir Paşa’ya, “milli mücadele senin ellerinde artık! dedi”.  “Halk bize olan güvenini kaybetti.” deyip bırakmıştı, askerine ülkenin kurtuluşunu.

Kalan toprakları da yana yakıla elden gitmesin diye parçalanan, Padişah Vahdettin ata ve dedelerinden geride bırakılanların gitmesini, başka milletlerin elinde paçavra olmasını istemiyordu. Ama Kazım Karabekir bunu kabul edememişti, doğu elden gidiyordu ve o bir askerdi. Padişah’a, Mustafa Kemal Paşa’yı önermişti. Padişah Mustafa Kemal’i yanına çağırtmış ve Samsun’dan başlayan milli mücadelenin kulaklarını çınlatmıştı, o günden başlayan günlerin ardından.  Mustafa Kemal Vahdet’inin ona sağladıklarıyla, Samsun’a ayak basmıştı bile, zamanın yüreğinin acıyla ve endişeyle attığı zamanlarda.

Yaşının geçkinliği ve saraya olan tüm güven kaybedilmesinden dolayı, halktan birinin mücadelenin lideri olması gerekiyordu, bu da Mustafa Kemal’ di. Kazım Karabekir’in de destekleriyle, kongrelerde aldığı oylarla milli mücadelenin resmen lideri olmuştu. Askeri ve siyasi inkılâplarıyla, Türk milletinin batıya dönük yüzünü devrimleriyle, ortaya koymuştu bile.  Milli mücadele dağda, bayırda korkusuzluğuyla bilinen Anadolu insanın ellerinde, tekrar yenileniyordu. İçte ve dışta ki amansız ve sömürgeci anlayışa rağmen ayaklanmıştı bir kere, Anadolu’nun kan ağlayan bağımsız yüreği.

“Mücadele demir attı ansızın Bandırma’dan

İstiklal yürüyüşü başladı Ankara’dan

Halkın ayak sesleri yükseldikçe göklere

Çağlayan nehir oldu yürekler Anadolu’dan” AYSUN GÜL

Doğusundan, batısına birbirini görmeden birlikteliği yaşayan gönüllerin, beraberliğinin mucizevi kanıtıydı, tarihin gün görmemiş sayfalarında. Hep hatırlanmaya hazır bir bölümüne yazılacaktı, bu mücadelenin dillere destan savunması. Vatan topraklarının kan ağladığı bir zamanın, elde yok avuçta yoklarını yaşayan bir milletin, hikâyesi yazılacaktı, kalemlere sığdırılamayacaktı. 500 yıl dünyaya hükmeden bir milletin iflasın eşiğinden, kuruluş dönemlerindeki gibi, tekrar aynı şeylerin nakaratıyla acıyla ve ağır bir savaşla yaşaması canlar sızısıydı. Neydi,  bu imparatorluğu bu hale getiren anlayış?

Yanlış uygulamalar yine ve yeniden, halkın başına patlak vermişti. Yiyecek ekmeği olmayan bu millet; soy, mezhep, dil, din ve düşünce ayrımı olmaksızın başlamıştı, bu mücadeleye.  Kızdığım ve takdir ettiğim çok şey var!  mücadele sonrasında yenilenen. Savaşın ardından, halkın egemenliğine dayalı Cumhuriyet yönetim biçiminin getirilmesi, beni etkileyen bir yenilik. Çökmüş ve bitmiş bir saltanatın, nereye geldiği belli olmuştu çoktan! Ve kendine bile hayrı dokunmayan, sadece saray  yalakalarının ceplerini dolduran bir sistem olmaktan başka, bir işe yaramıyordu krallık. Babadan oğula geçişlerin, bir gün gelip bu durumu yaşayacağı zamanından belliydi. Tarih boyunca bu sistemi uygulayan milletlerin, çöküşünü hep okumuyor muyuz?  Sarayda ki sistem bozukluğu ve padişahların evlatlarındaki fazlalık ve karmaşa, kalenin içindeki savaşla sarayı yıkmıştı zaten. Devlet yönetimine ehil olmayan insanların getirilmesi, hasta etmişti ve Osmanlı’yı kaçınılmaz sona hazırlamıştı. Vs. vd.

“Geceden parlayan güneş rengi karanlık

Perdesini aydınlığa çekercesine yardım bekliyor

Umudun kırılan kollarında

Hayali bir yolsuzluk toprağa damlamış

Toprağın kollarında ağır ve taşınmaz bir yük sancısı

Ağrıyor, yanıyor, kanıyor

Nerdesin ayağına batı takılan Anadolu.” AYSUN GÜL

Saltanatın kaldırılışı meselesinde, abartılacak ve yanlış gösterilecek bir nokta olduğuna inanmıyorum! Hayata at gözlükleriyle bakmanın tartışmadan başka, bir anlamı olmayacağını savunuyorum. Yenilik, bir toplumu yeniden ayaklandırıyorsa neden olmasın.

Ve Halifelik kaldırıldı! Yanlış bilgilendirme, o dönemde ki din anlayışında,  zayıf ve tutarsız işleyiş ve padişahlıkta olduğu gibi halifeliğinde babadan oğula geçişi, halifelik sisteminin de ayarını bozmuştu. Kendine yetmeyen bir devlet, hangi Müslüman ülkeye liderlik yapabilirdi ki! Sağdan soldan her taraftan yangın yerine dönen topraklar da, dini kullanıp halka batı emperyalizminin ayakları altında yaşatmak isteyenlerin makamı olmuştu çünkü halifelik makamı. Yenilenmesi gerekiyordu. Bu yanlış anlaşılmasın! “Yenilenen durumun yani sistemin yanlış işleyişiydi.” Unutmamak lazım ki, bu ülke için can verenler, dinleri içinde yaşama savaşı verenlerdi.

Çukurlaşmış ve cahil ve yobazlığın el gezdiği topraklar da anlatılanlar, batıla yakın basmakalıp hikâyelerdi. Kadının adı yoktu ve sadece kadındı işte. Sadece itaat edecek ve erkeği için her şeyi göze alacaktı. Yeniliklerin birde, öteki yüzü var tabii ki. Batıya yüzünü dönenlerinde, batıdan aldıkları yanlış ahlaki davranışlar, halkı yine uçuruma itmişti.

Değişmeyen bir anlayış, yine kök vermeye başlamıştı. Din adamlarına olan bakış, daha da çıkmaza düşmüştü.

Edebiyatta, sanatta ve insani yaşamda ki batılı tavrın, uygulama yanlışlığı bazı akılları sömürge olmaktan çıkaramamıştı. Yapılanlar doğruydu, ama uygulama yanlıştı…

DEVAM EDECEK…

Etiketler : , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank