content

ikradan-mahyaya-aydinlanma

23 Eki

Aşkın Yazarıyla Sev(iş)mek Üzerine Mertçe Konuştum

AŞKIN YAZARIYLA MERTÇE

Ekmel Ali OKUR,
inşaat mühendisliği okudu. Edebiyatın hemen her türünde yazdı. Yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Yirmiye yakın kitabı bulunmaktadır.

Bunlardan bazıları; “Kendini Arayan Adam”, Hesaplaşma”, “Ay Işığı Altında Naif Bir Aşk Hikayesi”, “Beni Yüreğinle Dinle”, “Işığı Arayan Çocuk” gibi…
Ekmel Ali OKUR’la; “SEVGİ”,”AŞK” VE “SEVİŞME” üzerine daldan dala, cıvıl cıvıl bir söyleşi..
-Y.MERT…Merhaba sevgili OKUR…Bugün yani 03 Şubat 2011…Senin evinde bu bir avuç Cennet gibi güzel bahçende SEVGİ, AŞK ve SEVİŞME üzerine seninle söyleşmeye yani seninle cıvıldaşmaya geldim.
Biliyorum sen aslında aykırı olmak için aykırılığı seçmiş yolunu böyle belirlemiş biri değilsin. Fakat ülkemizde daha çok Adana’mızda biraz aykırı biri olarak biliniyorsun. Hemen her yerde seni savunmak sana sahip çıkmak zorunda kaldığımı söylemeliyim. Her neyse…Önce bu tespitime ne diyorsun? Bu birazda asıl konumuza girmek için bir tür ısınma yani peşrev olsun. Hadi buyur bakalım.

AYKIRI OLMAK İÇİN AYKIRI OLUNMAZ
-E.ALİ OKUR…Doğrusu ben hiçbir zaman aykırı olmayı seçmedim. Zaten kendini bilen birine de bu yakışmaz. Ben kendimi bildim bileli çok okurum. Her gün ortalama yüz sayfa okurum. Okumadığım zaman kendimde bir eksiklik, bir kekremsi duygu içinde olurum. Yani rahatsız olurum.
Bilmek daha çok bilmek benim için tanımı imkansız bir keyif…
Her yerde okurum.

Metin olarak, çıplak göz olarak, birde çok yönlü olarak her tür kitabı, hemen her şeyi okurum.
Eğer ben romanlar yazmasaydım belki de psikolojik olarak çok zor durumda kalabilirdim. İyi ki roman diye bir yazı türü var. En uzun ve oylumlu bir yazı türü, tam bir özgürlük alanı.Koş koşabildiğin kadar.
Yaz yazabildiğin kadar.Tam bir demokratik ortam. Doğrusu yazmayı pek severim.
Ama okumayı daha da çok severim. Allah(cc) Kur’an’da ilk sure olan Alak’ta; “Oku!” diye emreder ve kalemle öğrenin der. Eğer okuyup yazmazsak azacağımızı haber verir. Öyleyse inanan insan hem okumalı hem de yazmalı.

-Y.MERT…Burada bir hatırlatma yapabilir miyim?
-OKUR…Tabii ki…
-Bu ilk surede yani ‘Alak’ta…O zaman peygamberin elinde herhangi yazılı bir metin yoktu…O zaman ne diye böyle emreder?
-OKUR… Aslında bunu soran sorulandan daha iyi bilir. Ama biz yine de şöyle bir değinip geçelim... Evet… Elde bir yazılı parça metin yok.Bunu iyi anlamak, üzerinde ısrarla durup düşünmek lazım.
Yazılı metin yoksa ne demek isteniyor?
“Oku! Yaradan Rabbinin adıyla… O seni ALAK’tan yarattı.”
Buradaki okumaktan kasıt kendimizi, doğayı, evreni bir iyice gözleyip anlamaya çalışmaktır. Yani gözü, kulağı ve yüreği (aklı) devreye sokmaktır.
Bence asıl okumak budur.
Anlamaya çalışmak.

Tabii ki metin okumakta okumaktır.
Akıllı insan başkalarının aklını da kendi aklına katandır. Ama önce yaşadığımız evreni, doğayı, kendimizi doğru anlayıp keşfetmeye çalışmalıyız. Acunda doğru konumlanma. Özgün duruş.
Galilo, Newton, Arşimet bulduklarını gözlemle deneyerek buldular. Bütün bilgeler, bilim adamları gördüklerini, duyduklarını, dokunduklarını doğru anlamaya çalıştılar.
Bizde yaşadıklarımızı doğru anlamaya çalışmalıyız. Yani Yaradanın KEVNİ denilen ayetlerini (işaretler) anlamaya, okumaya çalışmalıyız.
Neyse… Diyeceğim: Ben oldum olası okumayı yazmaktan hep öne aldım.
Yazmakta önemli…

Bugün bilim adamları insan yazarak beyni daha bir hızlı geliştiğini iddia etmekteler. Bu tez ALAK suresiyle de denk düşmekte…
Azmamak yani doğru yoldan çıkmamak için kitap ve kalemli bireyler olacağız. Bunu ilk kez biz demiyoruz. Kur’an diyor. Evet o diyor.
-Y.MERT… Doğru. evet bu böyle… Hadi gel artık konuya girelim. Sevgi…
-OKUR… SEVGİ…Rosten’in çok güzel bir tespiti vardır. Çok severim. Mealen şöyle der: “Acımasız olan güçsüz olandır. Sevecenlik yalnızca güçlü olanlardan beklenir.” Aynen böyle diyor. Çok hoş değil mi?
GÖL OLMA, IRMAK OL..
-MERT… Evet öyle…
-OKUR… Ben derim ki düşünmek sürekli hicrettir.
Hicretse kendini yeniden üretmektir.
Yeni ve güzel zamanlara durmaktır.
Fark etmektir.

Eskiden yeniye geçiştir. Karanlıktan aydınlığa bir uzun yürüyüştür. Yani İSRA’dır. Her bilgenin her elçinin yaşamında bu vardır.
Değişmemek donmaktır. Kuruyup kalmaktır. Eskiyip gitmektir. Yani yalama olmuş bir vida gibi hep aynı yerde dönenip durmaktır.

Oysa şöyle bir çevremize bakalım… Her şey devinmekte. Ama her şey… Canlı-cansız gördüğümüz her şey… Dünya, ay, yıldız, mevsimler, gece-gündüz. Her şey… Her şey değişiyor. Sürekli değişiyor.
Değişmeyen ne? Amigolar! Neden? Çünkü amigolar düşünmezler de ondan. Hep aynı, benzer şeyleri yineler dururlar.

Bu anlamda değişmemek ikiyüzlülüktür. Kendine ve de her şeye saygısızlıktır. Zulümdür.
Seven insan doğal olur. Duygularını, düşüncelerini, düşlerini açıkça söyler. Paylaşır. Başkalarının duygu ve düşüncelerine katılmasa da sevecenlikle dinler. Adeta hemen her şeye küçük bir çocuk gibi ilgilidir. Başkalarının istediği gibi olmaya değil salt kendinin istediği gibi olmaya çalışır.

Onun için özgür olmalıyız. Deney yapmak, araştırmak, yanlışlar yapmak için özgür olmalıyız. Hayatı böyle anlar, öğreniriz. Öyleyse her zaman birbirimizin yanlışlarından yararlanmalıyız. Aslında burada işin gizi aynı yanlışları ardardına yapmamaktır. Korkuyu bilemeyenler yürekli de olamazlar. Bir şeyleri savunmak boşuna yaşamamış olmaktır. Bu böyledir.

Diyorum ki… bize hazırlanan kalıplarla kalıplanmamalıyız. Başkalarının sınırlı, yanlış, miadı dolmuş bilgileriyle bize armağan edilmiş kendi hayatlarımızı sınırlamamalıyız. Yani hiçbir şeye sığmamalıyız.
Sevgi önce kendini sevmekle başlar.
Kendini seven biri kendine değer verir.

Kendine değer veren biri de kendini değerli hale getirmek için okur, araştırır, dener, sürekli bilgisini, görgüsünü çoğaltmaya çalışır. Uzatmayalım. Kendini sevmeyen biri hiç kimseyi sevemez. Severim dese bile bu boş bir savdır! Kendi kendine tuzaktır.
Sevginin dört yüzü vardır. Bilgi, ilgi, saygı ve vermektir.
Şimdilik bunları açıklamaya gerek yok.

Biz hemen aşka ve sevişme konularına girelim.
Ünlü yazar ÇEHOV “Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmek gibi alçakça bir iştir.”der. yani zulümdür. Zorbalıktır der. Niye? Niye olacak? Bu bir tür tecavüz gibi bir şey de ondan.. Böyle bir yargı yanlış mı? Düşünmek gerek.

SEVİŞMEK DAĞA DOĞRU BİR HİCRETTİR
-MERT… Doğru…İyi düşünmek lazım.
-OKUR… Bu konuyu gündeme getirdiğin için doğrusu seni tebrik etmek lazım. “En büyük cihat sevişmektir.” İlk başta insana tersmiş gibi geliyor. Ayıpmış gibi. Absürt bişeymiş gibi.. Ama gerçek buysa elden ne gelir? Hemen öyle tepki vermeyelim..Bir iyice üzerinde düşünelim.

Derler ki,“Tüm yasaklar siyasal iktidarların koruyacakları doğru-dürüst bir şey kalmadığı yani olmadığı zamanlarda ortaya çıkar. Bu sava kim katılmazlık edebilir? Çünkü yasakların ağırlaştığı dönemler siyasal güçlerin kendilerine güvenlerinin gitgide azaldığı zorbalık evreleridir. Bu böyledir.

Onun için yasaklama tutkusunu niteleyen en hafif sözcük AYIPTIR! Oysa cinsellik insan gerçeğinin bir paçası değil midir?. Zaman içinde gelenekler, töreler değişir ama bu gerçek değişmez.
Kim ne derse desin cinsellik de, aşk da vardır. Ve insan var oldukça da olacaktır. Bilen bilir ki.. Aşk kendi içinde baş eğmişliği, kendi dışında da başkaldırmayı öne çıkarır.
Öyleyse.. Aşk nedir? Bunun tanımını yapmak mümkün değildir.

Niye?
Çünkü güzel olan hülasa edilemez denilir..
Belki şöyle diyebiliriz. Aşk, çılgınlık içinde düşünmektir. Çılgınlıksa gerçek insan olma yolunda yürümenin adıdır. Unutmayalım ki mıymıylar aşk adamı olamazlar. Aşk, uysallığın toprağında boy veremez. Acı ama bu böyledir.
DEHA VE DELİLİK
-MERT.. Aşıklar biraz delilere benziyor gibi..
-OKUR.. Evet öyle.. Aşk adamı olmadan, ne bilge ne devrimci ne de sanatçı olunur.
Aşk, sıradanı sıradışı yapar.

Biz aşkla evreni ve içindekileri fark ederiz.
Gel burada gözlerimizi kapayıp bir iyice düşünelim. Adını hatırlayamadığım ama soyadı Timuçin olan bir yazın adamımız, “Aşkta insan bir gözden çıkarıcıdır. En başta kendini gözden çıkarır. Tehlikelere atar. Her koşulda alışılmışın dışına çıkar.”der.. Evet böyle der..
Onun için aşk serseriliktir. Kendini adamadır. Aşka aday kişi korkuların ötesine geçer.
İşte, serserilik burada anlam kazanır. Aşk, bir bakıma kalıplara isyandır. Bir tür her sınıra başkaldırıdır. Aykırılıktır. Aşk bir arayış ve adanıştır. Hep çıkarlarına ayarlı biri aşkı yaşayamaz. Aşk adamı olamaz. Bunların çocukları da aşkı yaşamazsa sonunda onlarda annebabaları gibi olup çıkarlar.
Aşk ve cinsellik bir süreçtir.Bunun için önce,
tanış olmak, biliş olmak gerek.

Onun için bu konular aceleye gelmemeli.
Beklemesini bilip bir tür keşif yolculuğu yapmalı. Keşif yolculuğu..
Kama Sutra “Her geri zekalı, çocuk sahibi olabilir. Ama haz almasını ve haz vermesini bilmek bir bilgelik işidir. Bir sanattır.” Der.
Demek ki,sevişmeyi bilmek insan olmanın bir önşartıdır.
-MERT : Bu yargıyı açalım.
AŞK KENDİNİ KEŞFETME YOLCULUĞUDUR
-OKUR: Tamam. Şunları da söyleyip öyle açalım.
-MERT: Pekala. Buyurun.
-OKUR: Yaşanmaya değer hayatın gizi aşktadır dedik. Bak, bilgeliğin babası Sokrat aşk için ne diyor: “Aşk, insan ruhunun ilahi güzelliğe duyduğu açlıktır. Aşk yalnız güzelliği bulmayı değil aynı zamanda onu yaratmaya ve devama iştahlıdır. Fani vücutta ebediyetin tohumlarını yetiştirmeye iştahlıdır. İşte, iki cins bunun için birbirlerini sevmektedirler.. Kendilerini tekrar yaratmak ve böylece zamanı ebediyete kadar uzatmak isterler. İşte bunun için ebeveyn çocuklarını severler. Sevişen anababanın ruhları yalnız çocukları vücuda getirmez. Bunları aynı zamanda ebedi güzellik arzusunun arayıcılarını ve haleflerini de vücuda getirirler” der.

Sokrat, gerçekten büyük adam.O’nu çok okumalıyız.
Şimdi SEVİŞMEK meselesine geçebiliriz.
Sevişmek, evrenle bütünleşmektir.
Çok güzel, çok anlamlı bir yargı değil mi? Bunu doğru anlayıp çok iyi ifade etmeye çalışmalıyız.
İnsanların başarısının gizi çok büyük nüfuslara karşın bir arada yaşayabilmektir. Bu uyumlarının dışında yeni keşif ve serüvenlere açılma, yeni şeyler öğrenme de bitip – tükenmeyen merak.
Merak, Yüce Tanrı’nın doğamıza yani içimize koyduğu bilseme duygusu. Buna çok dikkat etmeliyiz. Bu duyguyu ne yapıp edip köreltmemeye ayarlı yaşamalıyız..
Evrim sürecinde insanın merak ettiklerinin en başında cinsel doğası ve yaratım gücü gelir.
Sevişmek, erkek ve kadın bedeninin muhteşemliklerini göstermesi açısından ilginçtir.
Yapılan bir araştırmada sevişmenin yararları şöyle sıralanır.

Bunları şöyle bir hatırlarsak meseleyi daha iyi anlarız.Böylece bilgilerimizi yeniler ve tazelemiş oluruz. Bu anlamda seks denilen kavram çok geniş bir sözcüktür. Sadece cinsel organların teması, boşalma, orgazm değildir. Bundan öte eşlerin birbirine bağlanmaları, birbirlerini keşfetmeleri, birbirlerine doğru manevi, keyifli gizil gizil bir yolculuktur.

-Nasıl yani?
-Hicret gibi bir şey.. Zorluktan kolaylığa, esaretten özgürlüğe, darlıktan bolluğa, yapay olandan doğal olana, eskiden yeniye.. Göl olmaktan, çağıl çağıl, köpük köpük, kıvrım kıvrım ırmak olmaya doğru bir yolculuk.
MERT : Doğrusu Hicret’i bu anlamda düşünmek çok hoş..
- OKUR : Tabii.. Hemen her elçinin, her bilgenin yaşamında hem içsel hem de dışsal yolculuklar vardır. İçe doğru yolculuk olmadan dışa doğru coğrafyalara doğru yolculuk pek anlamlı olmaz. Olsa bile biz ona Hicret diyemeyiz. Ne deriz? Yolculuk.. Ama sıradan, basit anlamda bir yolculuk…
İYİLİK=BAKMAK+SUSMAK+KONUŞMAK
- MERT: Az önce sevişmek kadın ve erkek bedenlerinin muhteşemliğini keşfetmek gibi ilginç bir şey söyledin. Bunu biraz daha açalım mı?
-OKUR: Tamam. Açalım.Bakmasını bilmek çok önemli.Hz İsa: “İyilik üç noktada toplanır” der. Hz.İsa’nın bu sözünü çok severim. Neyse.. Ne diyorduk? İyilik üç noktada buluşur..
“Bakmak + Susmak + Konuşmak.”
İnsan baktığı zaman baktığı şeyden ibret almazsa yanılır.
Sustuğu zaman da susması düşüncesiz geçerse gaflete düşer.
Konuştuğu zaman da konuşmasını başıboş bırakırsa sapar” der. Evet böyle der.
Biz burada şunu diyoruz : “Aslında bütün bir hayatımız, bu üç sözcük etrafında döner durur.
Bakmak, susmak ve konuşmak.

Biz en çok gözlemle yani bakarak öğreniriz. Deneyim, kavrama bundan sonra gelir..
Şimdi asıl konumuza dönelim.
Sevişmek ! Muhteşem bir sözcük değil mi?
Neden? Çağrışım müthiş..
Sanki nisan yağmuru gibi.. Şakır şakır yağan nisan yağmurları gibi..Bir başka söyleyişle,
Şubatta dolu,
Nisan, Mayıs da çağıl çağıl çağlayanlar gibi… Şimşek, gök gürültüsü, yağmur, dolu, kar hepsi doğanın sevişmesi.

Sevişmek! Eylem. Sevgi, coşku, huşu dolu bir eylem.
Severek yapılan bir edim. Sanki baharda doğanın sesle, renkle, biçimle genze dolan, genzi yakan hoş kokularla gelen bir diriliş… Bir bakıma güzelliğin başkaldırışı. Aşkın dile gelip dillenişi..Zevkin çığlığı..
İnsan sevdiği şeyi, anlamaya, keşfetmeye çalışmalı.. Sevişirken Tanrı’nın SANİ sıfatıyla yarattığı kadın ve erkek bedeninin o müthiş güzelliğini, zerafetini, kokusunu, her şeyini anlamaya çalışMALI... Bu bizim ufkumuzu açar, yeteneklerimizi harekete geçirir ve biz bir yolculuğa, bir kutlu, evrensel bir yolculuğa çıkarız.
Yani birbirimizi,
Birbirimiz de,
Anlamaya çalışırız.
Her zaman deriz ya.. Dünya evrenin küçültülmüş hali. Dünyanın özeti de insandır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz .

İnsanı şöyle bir eline al, aç, aç olsun bir dünya. Dünyayı iyice aç evren olsun. Biz insanlar aslında bütün bir evrenin özeti gibiyiz. Evet böyleyiz.
Burada şunu da anmadan edemeyeceğim, o da şu : Erkek bedeni neyse.. Ama kadın bedeni gerçekten çok muhteşem bir coğrafya..Çok muhteşem bir dünya.. Anlamak lazım.. Bu konu da ne çok şiirler yazılıp şarkılar söylenmiş..
İzninle.. Bir şeyi daha hatırlayalım. O da YONTU. Yontudan.. Yani yontu sanatıdan anlamayan biri, kadın denilen varlığını nü’sünü de keşfedemez. Şu yedi sanatı çok iyi bilmeliyiz.. Evet çok iyi bilmeliyiz. Hepsiyle de haşır-neşir olmalıyız.

Onun için Atatürk, Büyük İnsan,
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.”der. Çok doğru. Bu ne demek ? O millet, millet olamaz demek. Millette insan gibidir. Hani insanın bir damarı, yaşam damarı koptu mu yaşayamaz ya.. İnsanı yaşatan da kalptir. Kalbi.. Beş damarlı. Biri koptu mu? Yaşayamazsın. Onun için sanat bu denli önemli.

İşte kadına bir yontu ustası, uzmanı gibi bakmasını bilmeliyiz.
Bu anlamda Hz. Süleyman’ı da anıp geçelim. Bu güzel insan ülkesine uzak diyarlardan sanatçılar davet eder. Bunların arasında heykel yapan yontu ehli de vardır.
Ha şunu da diyelim,
Halkımız yani okuyucularımızın kimileri bize kızıp alınmasınlar.
Biz de aynen hakikat ehli gibi diyoruz ki :
Heykel ayrı… Put ayrı..
Gördüğümüz üç boyutlu canlı-cansız her şey heykeldir. Ağaç, kuş, yılan, insan, kaya her şey..
Put ise hem soyut hem de somut olabilir. İslam bize heykeli değil putçuluğu yasaklamıştır. Bu ha canlı – ha cansız, ölü – diri fark etmez.

Put nedir? Biz neye put diyoruz? Put dokunulmayan, eleştirilmeyen, sorgulanmayan her şey..
Oysa Allah kutsal kitap Kur’an’da Kendinin bile sorgulanmasını öngörüyor. Ne diyor? “ Ey insanlar Allah’ın iki olduğunu, daha fazla olduğunu düşünün bakalım..Yer de-gök te düzenlilik, denge kalacak mı?” gibi bizlerin akletmesini düşünmesini istiyor.

Yani “Beni de putlaştırmayın” diyor.
Bir başka söyleyişle İsra/36’da buyurduğu gibi : “Her neyin ardına düşerseniz düşün, onu kendi gözünüzle, kulağınızla, aklınıza anlayın!” diyor. Onun-bunun gözüyle, kulağıyla, aklıyla hareket ederek bu size sunulmuş güzel hayatınızı ziyan edip birer zavallılar güruhu olmayın diyor. Aynen böyle diyor.

Hz. Süleyman’ın sarayında (34/13)’de heykeller bulunduğu bildirilir. Bu önemli. Burada durup düşünmeliyiz. Bu heykel olgusu kime anlatılıyor? Hz. Süleyman’ın şahsında Hz. Muhammed’e.. Niye? Demek ki o günde heykel sorunu var. Ya da heykel yapma tavsiye ediliyor.Çünkü biz insan soyu tarihi en çok heykellerle yani yontularla okuyup anlarız. Onlar zamana en dayanıklı belgelerdir..

Şunu bir kez daha söyleyip geçelim. Heykel sanatı ayrı, put ayrı bir şeydir. Sapla – samanı birbirine karıştırmadan düşünüp anlamalıyız.
9/31, 42/21’de Allah’ın biz kullarına bağışladığı güzel duygu ve nimetleri ancak putperest kişilikler yasaklar. Yani müşrikler.

İşte aşk, sevgi ve sevişmekte bu duygulardan biridir. Doğru görüp doğru düşünenler bu güzel, insani duyguları asla küçük görüp yasaklamazlar. Çünkü yaratanın insanın içine koyduğu, doğasında olan her duygu insanın gelişmesinde, yetişmesinde olmazsa olmazlardandır.

Bu arada, burada bir şeyi daha anmadan geçmeyelim. O da şu : 6/22-23’de putperestler, kendilerinin putperest olduklarını kabul etmezler. Bu çok önemli bir şey..
Bizim ulu hocalarımız (!) bizlere Kur’an’da ki dini doğru anlatmıyorlar. Niye?
Çünkü bu doğru dini bir çoğu doğru bilmiyor da ondan.

Güya peygamber döneminde o insanlar sanki hepsi de biz tanrı tanımaz, ateistiz demişler gibi anlatılıyor. Oysa, o günkü toplumun hemen hepsi de kendilerini Hz. İbrahim’e izafe eden, biz müslümanız diyen müşriklerdi.. Müşrik yani putperest. Tıpkı bugünkü gibi. Bugün de kimse “Ben putperestim, müşriğim, şuyum-buyum” demiyor. O gün de öyleydi.Burada, durup bir iyice düşünelim.. Bile – isteye Yaratana ortak/şirk koşacak kadar kim gözü kara olabilir?.
Doğru düşünüp iyi anlamalıyız.
Unutmayalım, heykel=put değildir. Put dokunulmayan, eleştirilmeyen, sorgulanamayan,
kutsanan her şeydir.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde müşrik denilen kişilerin heykellere taptığı ; peygamberin heykelleri kırdığı vs. anlatılmaz. (6/23, 39/3) de Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim peygamberi izleyen ve tek tanrıya tapan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz.
Yargı Gününde hiç kimsenin cehaleti, mazereti olamaz. Hepimiz bu dünya da ötede yani cennet de oraya yaraşır insan olmaya çalışmalıyız.

Cennet sakinlerinin hepsi de bilge insanlardır. Çünkü Allah’a ancak bilgeler gereği gibi saygı duyarlar.Korkarlar diyor.
SEVİŞMEK EVRENE GEBE KALMAKTIR
-MERT: Aslında bu konuya enine-boyuna derinliğine girmek lazım. Ne ki bizim çerçevemiz var. Mümkün olduğu kadar onun dışına çıkmayalım.
Sevişmek! Buyurun…
Nasıl erdemli, cennet sakinleri olunur?
Biliyorum bazen böyle transını bozuyorum. Ama sen de biliyorsun ki..
-OKUR: Önemli değil. İyi oluyor. Ara sıra uyar. Çağrışımlar beni alıp götürüyor. Bak. Çağrışım dedim aklıma bir sürü şey geldi. Neyse.. Evet ne diyorduk? Sevişmek kalpleri yatıştırıp birleştirir. Hoşgörüyü çoğaltır. Bencil duyguları azaltarak, paylaşmayı, barışçıl süreci motive eder. Tabii ki bütün bu duyguların sonucunda sevişmek sağlık, mutluluk ve huzur getirir.

Öyleyse insan sevdikçe büyür, çoğalır, varsıllaşır ve de iç aydınlığı sürgit çoğalıp gider.
Sevişmek, her gün yeniden doğmanın bir diğer adıdır.
Sevişmek, yaratıma yani evrene gebe kalmaktır.

Sevişirken kişi en mahsum, en doğal yani en bakir, en içten haline erdiğini, dokunan ve savrulan bedenlerin, içlerinde var olan sonsuz yıldız tozlarının bütün bir evrene yayılması..
Bu tanrısal tozlar yani tohumlar bütün bir kötülüklerin üzerini örten adeta bir tür anti mikroplar gibidir.Burada durup şunu diyelim. Israr ve inatla.. Tabular ve “uydum kalabalıklara” anlayışları insanı amansızca kirletiyor, eskitiyor ve de yaşamı çekilmez hallere sokup bırakıyor.

Bu dayatmalara, bu zifiri karanlıklara insan isyan etmeli.
Bu nevrü dönmüş, geçmişten bu günlere gelen miadı dolmuş anlayışlarla beslenen beyinler hem kendilerine hem de çevrelerine amansızca bu mikroplarını, bu sanrılarını bulaştırıyorlar.
Bilinçli zihinler, aydınlık ruhlar, bu geleneksel kalıplarla kalıplanmış, sınırlanmış, kendilerine ve birbirlerine duvar olmuş kişiliklere karşı uyanık olmak zorundadırlar.
Bunların en büyük savsözü :
“Sevişmeyin, savaşın !” dır.
Bunlar korkunun generalleridir.
-Ne yapmalı? Çare ne?
Söylediğin bu kirliliklerden nasıl arınılır? Bu kalın, kaba, kara duvarlar nasıl yıkılır?
-Arınmak için, bilgeliğe yalnızlığa ve de aşka durmalıyız. Uyanık olmalıyız. Hep kendimiz olma yolunda yol almalıyız. Omuzlarımız üzerinde ki Tanrı’nın emaneti olan, kafatasımızın içinde ki beynimizi yani aklımızı hep bir işlevsel tutmalıyız. Her şeye üç yüz altmış dereceden bakmalıyız.
Önce doğru bilgi..
Çünkü doğru bilgi olmadan doğru düşünce olmaz. Doğru düşünce olmadan da doğru duruş, doğru yaşam olmaz.

Öyleyse doğru bilgiden çıkıyor, doğru hayat.. Kur’an “Doğru akletmeyenler azap/pislik içinde kalırlar” diyor.
Bu uyarıya dikkat kesilmeliyiz.
-Nasıl?
-Nasıl mı? Şöyle: Unutmayalım bir metni bütüncül anlamadan hiçbir yere varamayız.
Bunu şunun için söylüyorum. Kur’an’ı bütüncül okuyup anlamalıyız.
Şimdi Kur’an’a bütüncül bir açıdan bakalım. 5/101’de ne deniyor?
Allah’ın yasaklayıp emretmediği her bir şey sizlerin bireysel ve toplumsal seçimine bırakılmıştır.
-Açalım..
-Tamam. Allah’ın Kutsal kitapta yasakları ve emirleri belli.. Hiç kimse bunları eksiltip arttıramaz.
-Artırırsa ?
-O zaman şirk olur. Yani şirket yani ortaklık.
-Öyleyse herkes haddini bilecek.
-Evet, aynen öyle.. Bilgeliğin güzel insan olmanın ilk ilkesi haddini bilmektir.
-Yeniden 5/101’e dönelim.
-Yasaklar belli.. “Öldürme”, “çalma”, “zina yapma”, “fitne-fesat çıkarma”.. Bunları şöyle de diyebiliriz.. Kimseye haksız yere kıyma, birlikte olduğun partnerle hiç kimseye zarar verme, barışçıl ol gibi…
Emirler de… “Sev”, “paylaş”,”özgür ol”. Hepsi bu kadar.Kur’an bu emir ve yasakların birer açılımı, dipnotu, hikayesi..
-Şu emirleri biraz daha açalım mı?
İNSAN SEVGİYLE YAŞAR
-Tamam. Her şey sevgiyle başlar. Seveceğiz. Tolstoy “ İnsan ne ile yaşar?” diye sorar. Bir koca kitap boyunca bunun cevabını arar. Sonunda “SEVGİ”yle der. İnsan sevgiyle yaşar. Sevgi olmadı mı hayat da yani barış da, özgürlük de, mutluluk da olmaz. Aslında hepimizin yani bütün bir insanlığın ortak dini “SEVGİ”dir.
Şimdi burada durup düşünelim.
Tanrı elçileri ne diyor?
Allah’tan başka ilah yoktur.
Bu ne demek?
Bunu anlamak için önce ilahın ne olduğunu anlamalıyız. Bizce ilah hüküm koyan, sınırlayan, kalıplayan, yani emir yasak koyandır.

-Evet..
-Şimdi Allah’tan başka ilah yoktur cümlesini yeniden düşünüp anlamaya çalışalım.
Allah’tan başka ilah ( belirleyen, sınırlayan, kalıplayan, emir-yasak) koyan yok.. Biz bu kelimeleri söylerken ne demiş oluyoruz?
Allah’la kul arasına giren her şeyi, herkesi reddediyoruz.
Önce özgürlük! İlle de özgürlük !
Onun için özgürlük ekmekten, aşktan, her şeyden önce gelir.
Yani beyinsel, bireysel özgürlük.

Yunus Emre’nin “Kendin Olmak” için özgür olacaksın. Yani her tür parazitlerden arınmış olacaksın, diyor.
-Yine başa dönelim.
-Dönelim. Kur’an’da yasaklar belli.. Bunun dışında hiç kimse yasak koyamaz. Ben hangi tür müziği dinlemek istersem onu dinlerim. Müzik dinleme, heykele bakma, resim yapma, roman yazma, şunu bunu ye ya da yeme diyemez.

Bunlar benim özgür alanlarım. Yani bireysel seçimlerim. Mesela adam, “Sakal bırak!” diyor..Sana ne? Allah kitabında “Bırak ya da kes” demiş mi? Dememiş.. Bunlar benim bireysel,özgürlük alanlarım.
Eğer birgün devlet, yasama organıyla ülkenin o günkü şartları gereği sözgelimi savaş, kıtlık nedeniyle.. Hiç kimse sakalını kesmeyecek, jilet, köpük, şu-bu harcaması yapmayacak derse yani bunu toplumsal iradeyle (devlet) belirlerse hepimiz buna geçici olarak uyarız. Pekala.. Geçici olmayan ne? Geçici olmayan kesin emirlerdir. Yasaklardır.

Sevmek.. Özgürlük.. Paylaşmak, barışçıl olmak.. Tüm bunlar bütün zamanlarda olmazsa olmaz şeyler.
Yasaklar da böyle.. Hiç kimse kimseyi haksız yere öldüremez. Sevdiğini, sevgilisini elinden zorla ya da hileyle alamaz.

-Yani bunun kemi-kümü olmaz diyorsun. Anladım. Aslında bu konu uzar gider. İnşallah bir gün bu konu üzerinde de uzun bir söyleşi yaparız. Niye? Çünkü peygamber Hz. Muhammet’ten sonra halkımızla yaradan arasına mezhepler, tarikatlar birer din gibi gelip gitmişler. Her bir meşrep ve mezhep Allah’ın dini İslam’ın önünde koca, devasa, kara kapkara bir duvar gibi gelip oturmuşlar. Bu duvarların mutlaka yıkılması, yer ile yeksan edilmesi gerekiyor.
Şimdi gel yine başa dönelim. Konumuz SEVİŞMEYDİ.
-Evet.. Sevişmek önemli. O kadar ki.. Biliyor musun orgazm anında kalbimiz durur.
Müthiş bir şey..
Yüce “Tanrı’nın çok garip bir ironisi olarak, sevişirken ölür, ölürken sevişiriz.”
Bir başka söyleyişle: O an hem yaşarız, hem de ölürüz.
Ne güzel değil mi?
-Neden?
-Neden olacak..Çünkü ölüm gibi sevişmek de önce kendimiz ve sevdiğimizle sonra da bütün bir evrenle birleşir, bütünleşiriz. Hemhal oluruz. İkilik alır başını gider, bir oluruz…
Demek ki.. Cinsellik bir tabu ya da sapkınlık değildir.
Tam tersine en insani yanımızdır.

Dedik ya.. İnsan sevdikçe çoğalır, dokundukça aydınlanır.
Hayret bir şey.. İnsanların ölümden ödleri kopuyor.. Aynen sevişmekten de korkuyorlar.
Daha da ilginci ne biliyor musun?
-Ne?
-Bu duygularımızı paylaşmaktan da çok korkuyoruz. Oysa bu korkularımızı bilenlerle, dost bildiklerimizle paylaşmalıyız.

Ne dedik? Uydum kalabalıklar dini kirletir insanları.
Her elçinin her bilgenin en çok çektiği şey ! Uydum kalabalıklar anlayışlarıdır. Kalıplanmış kişiliklerdir. Bunlar, mezhep ve meşreplerini kendilerine din edinmiş, sömürü odaklarının yani din bezirganlarının yani mezar soyguncularının, din baronlarının, simsarlarının kurbanlarıdır.
Neyse.. Biz yine konumuza dönelim.. Ne diyorduk?
KORKU
-Korku..
-Evet korku. Korku duygusu bütün duygularımızın anasıdır. Biz bu duygularımızı doğuştan getiririz. Güzellik, sevgi, sahip olma, merak, hoşgörme, hırs, öç, öfke vb. Bütün bu duygularımız bizi biz yapar. Önemli olan ne? Ölçü! Heryerde ölçü.
Bir bilge “ Bir yerde hem yangın hem de ölçüsüzlük varsa önce ölçüsüzlüğü giderin sonra yangını söndürürsünüz” der.
Herşeyde ölçü.
Merakta, sahip olmada, hırsta, öfkede her şeyde..
Tabii ki SEVGİ’de de.. Ölçülü.. Ve bilerek seveceğiz. Yani bize tanınan doğal sınırlarımız çerçevesinde seveceğiz.

Kendimizi, ailemizi, sevgilimizi, doğayı, evreni her şeyi ölçülü seveceğiz.
Mevlana’nın ayı hikayesini bilirsin. Ama biz okuyucular için özetleyelim.
Mevsim yaz. Sıcak. Ayı orada, çalının yanında uyukluyor. Yılan geliyor. Sokmak üzre. Yoldan geçen biri bu durumu fark ediyor. Yerden taş alıp yılanı vuruyor. Ayı görüyor. Çok duygulanıyor.
Dayanamayıp kalkıyor.
Adamın ardına düşüyor.
Neden sonra, adam yoruluyor.
Bir ağacın gölgesine uzanıyor.

Uyuyan adamın yüzüne bir sinek gelip konuyor. Ayı ön ayağıyla kişiliyor. Sinek uçup tekrar geliyor. Ayı bu durum birkaç tekrar edince öfkeleniyor. Yerden bir taş alıp adamın yüzündeki sineğe bütün gücüyle vuruyor. Sinek uçuyor. Adamın kafası pestil oluyor. Ayı çok üzülüyor. Ama heyhat! Burada sevgi var. İyi niyet var. Öfke var. Ama hepsi de ölçüsüz. Demek ki iyi niyet, sevgi tek başına bir şey ifade etmiyor. Önemli olan ne? Sevgi, iyi niyet, bilgiyle bir şey. Tıpkı göz ve ışık gibi.Tek başına olmazsa gözün hiçbir anlamı yoktur.
-Anladım. Korkuya dönelim.
-Korku duygusu da böyle. Nerede korkup nerede korkmayacağımızı bilmek zorundayız. Mesela Kur’an’da “Cinlerin sizin üzerinizde hiçbir etkisi yoktur” denilir. Üstelik cinler Kur’an’da halkın bildiği anlamda da kullanılmaz. Biz en iyisi bu konuya hiç girmeyelim. Bir gün bu konuyu da konuşuruz.
-Evet, iki oldu.
-Doğru.
-Korku.!
-Ölümden, bazılarımız ölümden çok korkuyor. Neredeyse ödü patlayacak. Biz insansoyu her şeyle aslında bir iyice yüzleşmek zorundayız. “İnsan, bilmediği şeyden korkar” derler. Doğru. Bilirsek korkmayız.
İnsan, ölüden korkar mı? Korkmamalı.. Ölü ne? Canlının zıddı. Canlı yer, içer, yürür, döver, öfkelenir, öldürür vs.
Ölü.. Yemez. Görmez. Duymaz vs.
Kur’an ne der?
“Ölülere duyuramazsınız” der. Duymaz der “Ta ki.. Sura üflendiği zaman uyanıp duyarlar” der.
Böyle der. Ama bir de halkımıza, halklara bakalım. Ölüyle bir arada yatamaz. Morga tek başına giremez. Mezarlıkta uyuyamaz. Ölüye çiçek götürür, madem çiçeği görüyor, kokluyor o zaman bir de çorba, Adana Kebap götürsene.. Yok..
Niye böyle.. Bu duygularla yüzleşmemiş. Ölümden o kadar çok korkuyor ki.. Ölüm sözcüğü üzerinde hemen hiç kafa yormamış..
-Burdan nereye?
-Şuraya.. Diyorum ki.. Ölümün berraklığına sevişmeden başka hiçbir yerde erişemez insansoyu..
Belki de diyorum.. Tıpkı ölümde, sevişmek gibi bir haz/zevk anıdır. Hani yaşarken, ölüme geçiş anına benzeyen iki andan sürekli geçiyoruz ya..

Uyku.. Biri uyku.. Hayattan, uyanıklıktan ayrılıp karanlığımıza hicret ettiğimiz an.. Huzurla dolu, dinlendiğimiz zamanlar sıkıntılı anlarımızda, sığınmak istediğimiz sığınak.. Acının, yorgunluğun limanı..Uyku ve ölüm. Ana rahmine, rahatlığa, huzura yeniden dönüş..
Bir diğeri ise..
Benzersiz, müthiş bir duygu.
Sevdiğimizin bedeninde yanıp tutuşma
Ürperip titreme..
Yalaz yalaz yanıp tutuşma.
Birbirin de,
Birbirine karşı,
Azgınca uçuşup durma..
Yıldız yağmurları gibi
Birbirine dökülüp
Haz köpüklerinde,
Adeta eriyip yok olma..
Ölüm ve sevişme. Birbirine ne kadar da çok benziyor. Soluk alıp verme gibi. Soluk alırken sevişme.. Verirken ölüm.
Yaşamın bütün bir sıkıntılarıyla başa çıkma bir tek şeyle aşılıyor. SEVİŞME!
Bütün kaygılardan, acılardan, korkuların kor ateşinden sığınılan kutsal sığınak, sevişmek.. Yani o kutsal vakti kuşanmak..
Aynen ölüm gibi dalıp gitme..
Unutuş..
Her şeyi unutup gitme anı.
Ölüm ve sevişme..
Ölüm, bir daha geri dönüşü olmayan büyük yolculuk.
Ama sevişme öyle midir?
Sevişme bizleri ölüm yolculuğuna o büyük ve müthiş yolculuğa hazırlar.
Sevişme anı hiç bitsin istenmez. Orada, sevdiğinin bedeninde gömülüp gitmeyi arzularsın. Hiçbir şey bunun yerini tutamaz.
Düşünelim…
Neden? Neden Tanrı böylesine eşsiz bir hazzı içine kattı? Çoğaltmak için mi? Sadece bunun için diyebilir miyiz? O zaman yılda bir kez bu duygu içimizde uyanırdı. Ama öyle değil. Her gün ! Yıl boyunca.. Yıllarca..
Şöyle diyelim. Yeni bir canlıya durmak.
Yaratmak ve yok olmak.

Belki de sevişmek: Bizi o büyük, müthiş yok oluşa yani ölüme hazırlıyor.
Tüm bunları tam tamına bilmiyoruz. Düşünmek bir başına yetmez. Önemli olan, birlikte düşünmektir. O zaman mutlak düşünceye daha bir yaklaşmış oluruz.
Biz bir şeyi çok iyi biliyoruz.

O da.. Ölümden korkuyoruz. Ölmekten ödümüz kopuyor. Ama doğru yaşamayı da bilmiyoruz. Küçüklüklerimizi, büyüklüklenerek, toslayarak bastırmaya çalışıyoruz.
Ölümden korkuyoruz.

Fakat sevişmekten de korkuyoruz.
Mezhepler, meşrepler sevişmelerimize engel olmaya, gem vurmaya çalışmışlar.. İnsanların sevişme kanatlarını iyi uçamasınlar, zevkin ve sevginin doruklarında gönenmesinler diye yolmuşlar. Bazen de kopartmışlar. Burada şu dünlerde ve bugünlerde ki ruhbanlara bakalım.
Yapay dinler (mezhep ve meşrepler) Aziz ve Azize ya da Zühd içre yaşama adı altında insan nefsine yani arzularına savaş açmışlar. Bu uğurda ellerinden gelen her bir şeyi yapmaya kalkmışlar.
Adeta sevişmeyi utanılacak bir edim gibi sunmuşlar.
Yani insanın ölüm ve dirim bilgeliğini anlamayı içlerinden söküp almışlar.
Nasıl desek, sanki bir canavarı, bir kedi yavrusu yapmışlar. Pençesi, dişleri olamayan bir canavar ya da kanatları olmayan bir şahin. Evet, kanatları örselenmiş bir şahin.
Yüzyıllardır, sevişmek suç gibi sunulmuş. Neredeyse ihanetle bir tutulmuş.
Sanki otlağa bırakılmış yılkı otları gibi.
Sönük, silik, sinsi, bıkkın, yılgın. Yaşama sevinci, coşkusu, aşk olmayan insanlar. Her şeye her güzelliğe karşı olan sinirli, gergin, mutsuz, öfkeli insanlar.

Sevmeyi, sevişmeyi bilmeyenler hayatı da sevemezler. Böyleleri ölü gibidirler. Kendi içlerinde ayağa kalkıp yürüyemezler. Sürünürler. Kolayca ölürler ve öldürürler.
Oysa Kutsal kitap Kur’an “Bir insanı öldürmenin bütün bir insanlığı öldürmek, bir insanı diriltmenin de bütün bir insanlığı diriltmek” gibi olduğunu hatırlatır.

Sevmesini, sevişmeyi bilmeyenler, diriltmeyi de yani yaşatmayı da bilemezler.
Bunlar en ölümcül duygularla yatıp kalkarlar. Yaşamak bu yürür-gezerlerle, aklı tutuklara, zavallılara yani zalimliği, hoyratlığı, hodkamlığı din edinmişlere çok ağır gelir. Bunlar bir başka söyleyişle, öfkelerine, çaresizliklerine, zavallılıklarına tutunarak yaşarlar. Bunların yürekleri çont olmuş gibidir.

ZALİM OLAN GÜÇSÜZ OLANDIR
Ben de derim ki..
Zalim olan güçsüz olandır.
Sevecenlik,
Ancak güçlü olanlardan beklenir.
Hepimiz,
Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz.
Bu, hepimizin de ilk ve son gelişi.
Öyleyse,
Hepimiz de kendi içlerimizde,
Uyanıp başlarımızı kaldırmalıyız.
Yiğit, onurlu, soylu olmalıyız.
Ortak, insanlık iradesi olmadan hiç kimsenin yaşamına son vermeyi asla düşünmemeliyiz. Bir insanı salt düşüncelerinden, inançlarından dolayı öldürmek, niyetin ne olursa olsun, bütün bir insanlığı öldürmek gibidir.

Allah’ın verdiği canı, bir başka canın, bir başına ya da meşrebiyle almaya hakkı yoktur.
Bu apaçık Yüce Tanrı’ya fütursuzca savaş açmak gibidir.
-Tamam. Anlıyorum. Diyorsun ki.. İnsan kendine karşı azılı bir hasım kesilmemeli. Yani kendi kendinin zalimi olmamalı.
Anlamalı.. Hep anlamaya çalışmalı. Hocam Yunus Emre’nin “Ben gelmedim kavga için / Benim işim sevgi için..” dediği gibi demeli.. Bunu yani sevgiyi ilke edinmeli.
Aynen büyük Bilge BUDA’nın da dediği gibi
“Dostum,
Ağaca çıkmak için,
Ne diye acele ediyorsun,
Biraz beklemesini bilirsen,
O meyve,
Zaten kendiliğinden yere düşecektir.
Yine dostum,
Düşmanını öldürmek için,
Bu telaş, bu hırs, bu öfke niye?
Biraz sabırlı olursan,
O zaten ölecek” diyor ya…
Bilmiyorum. Doğru anlamış mıyım?
-Tabii ki.. Çok güzel. İnsan, insanı düşüncelerinden dolayı öldürmemeli.
Bu anlamda öldürmenin hiçbir mantıki açıklaması olamaz.
Yüce Yaradan şöyle düşünenleri, inananları öldürün asla demez. Bu ona yakışmaz.
Biz insansoyu onun-bunun din adına yaptığı yorumlarla, onun-bunun canına kıyıyor ve amansız bir zalim oluyoruz.

-Evet, anlıyorum. En iyisi biz yine konumuza dönelim. Sevişmek!
-Ben diyorum ki: Hazza, güzelliğe, keşfe giden yolları kapamaya bir hakkımız yok. Herkes süregelen bir sıradanlıkla sevişmeye mecbur değildir.Hep daha güzeli daha kendimize özgeyi aramalıyız. Hiç kimse onun-bunun mukallidi olmamalı. İnsan ne ona-buna teslim olmalı ne de teslim olmasına razı olmalı.
Şeyh-mürit ilişkisinin her ikisi de kişilik bozukluğu hastalıklı bir haldir.
İNSAN YALNIZ KENDİNE BENZEMELİ
İnsan her zaman her yerde hep özgün kişiliğini bulmaya çalışmalı. Yani hep o benzersiz, kendi varına varmaya çalışmalı.
Şöyle bir kendimize bakalım.

Gözbebeklerimizle, parmak uçlarımızla, saç tellerimizle, sesimizle yani her şeyimizle yer yüzünde biriciğiz. Öyleyse hiç kimseye izdeş olmamalıyız. Onun-bunun izdeşi olanlar, onun-bunun izinde yok olup giderler. Bir başka deyişle; kendi özgün kişiliklerini asla bulamazlar.
Evet her koşulda,
Kendi özgün kişiliğimizi arayacağız.
Yani hep yolda olacağız.
Menzile varmak o kadar önemli değil.
Önemli olan,
Yolda olmak. Süreç.
Bu sevişmekte de böyle.
Önemli olan boşalmak değil..
Boşalmadan önceki,
O tanımı imkansız halleri ; duya duya, doya doya sürdürmektir. Biz insanız horoz falan değiliz. Bu bir KEŞİF yolculuğudur. İki kişinin birlikte keşfe çıktıkları, bir kendini arayış, Yüce Tanrı’ya yakarış yolculuğudur. Hicrettir. Deviniminden çok öte bir kişilik DEVRİMİDİR…
Bu anlamda her güzel insan bir devrimcidir. ,
Çünkü devrimcilik önce kendini aramakla koşut bir gerçekliktir.
Sevişmesini bilmeyenler asla devrimci olamazlar.
Gergin, kendi içinde çatışkılı olanların varacağı güzel bir menzil yoktur.
Kimin içinde ne varsa dışına o yansır. Davranış olur. Hayat olur. Ama sancılı bir hayat olur. Derler ya.. Kimde ne varsa o onu verir. Bir adam zincirliyse zincirlerinin şakırtısını bir adam bağımlıysa bağımlılığını biri cimriyse anca cimriliğini verebilir. Bu böyledir.
-Anladım. Sevişme dedik.
-İyi.. Senin iki de bir araya girmen iyi oluyor. Çağrışımlar böyle insanı alıp götürüyor.
Hayatta her şey birbirine bağlı. İlişkili.
Aşk olağanı olağanüstü görme duyusu. Aşk yüreğe gelip konunca, her şeyin rengi, biçimi, kokusu yani görüntüsü değişiverir.
Hani derler ya.. Hayatın gizi:Hayata “Hayret ve Hayranlıkla bakmaktır”
Hayret ve Hayranlık!
Alışmamalıyız.

Alışkanlık duyularımızı köreltir.
Bizleri eskitir, çürütür, çökertir.
Eskitir dedim de aklıma geldi..
Hani dağlarda,
Bir yerde uzun süre kaldığı zaman hayvanlar, yemeden içmeden kesilirler. Tüyleri dökülmeye başlar, durgunlaşır, sütten kesilirler..
Davarlar böyle olmaya başladılar mı sahipleri yer değiştirirler. Hayvanlar yeniden canlanmaya, bereketlenmeye başlarlar. Buna bizim oralarda ESKİME HASTALIĞI derler..
İnsan da eskir.

Onun için Yunus EMRE “Biz hergün yeniden doğarız / Bizden kim usanası” der..
Yunus’u, Karacaoğlan’ı iyi anlamalıyız. Onlar sevmeyi, aşkı ve de SEVİŞMEYİ çok iyi bilip anlamışlar..
Her ikisi de sevmenin, aşkın ve sevişmenin hocalar hocasıdır. Üstelik bizim dilimizle, duygularını yani gerçeklerini dile getirip dillendirmişlerdir.
-Evet.. Birgün seninle bu Yunus ve Karacaoğlan üzerinde de konuşmayı düşünelim. Her ikisi de hemen her kitabında var. Neyse.. Biz yine konumuza dönüp sözü bağlamaya çalışalım.
-Pekala..Ben senin hayatını konu alan üç roman yazdım. Niye? Aslında sende onların meşrebindensin! Onlar gibi aşk, sevgi ve coşku adamısın. Bu anlamda dünyaya metelik
vermeyen tıpkı Atatürk gibi “Benim karakterim bağımsızlıktır” diyen bir yapın var.
Daha çocukluğunda RABITA olayına başkaldırmış, tarikat kalıplarına sığmayan, ÖZGÜR ruhlu bir adamsın. Hele de daha küçücük çocukken köyünüzde ki akranın Ayşe’ye vurulman çok güzel.
Beni sana çeken yani senin hayatını yazmaya iten en başta bu iki güzel kavram vardır.
O da AŞK ve ÖZGÜRLÜK..
Bir başka söyleyişle RABITA tabutuna yatmaman ve Ayşe’ye bir görüşte vurulman.
Burada Ayşe, güzelliği temsil ediyor.
Sen bu anlamda bir güzellik taşıyıcısın.
Güzeli arayan bir tür bal arısısın.

Yeter ki güzel olan öne çıksın.Güzel olan ete-kemiğe bürünüp Ayşe diye görünsün.
Bu anlamda Karacaoğlan senin de kuzenin yani EMMİOĞLU’n..
Tarikata başkaldırışın da beter. Onların üzerine attığı hurafe ağına takılıp kalan bir balık olmamışsın.Bu harika bir şey.
Aşk ve özgürlük.
İkisi de birbirini besleyen şey.
Göz ve ışık gibi ya da ses ve kulak gibi..
Atatürk’e ve Hz. Muhammed’e iyi bakalım. Onları kendi eserlerinden ve yaptıklarından anlamaya çalışalım. Her ikisinin de hayatında da aşk, sevgi ve sevişme var. Her ikisi de bilmeye, bağımsızlığa ve de özgürlüğe tutkun…
Hz. Muhammed daha ilk kutlu, evrensel buyrukta olduğu gibi bütün bir insanlığa,
-Okuyun!Yaradanı..Yeri-göğü her şeyi okuyun..okumayan sapar, azar diyor. Burada kastedilen okumak..Anlamaktır. Algılamaktır. Paylaşmaktır. Yoksa AZARSINIZ diyor. Aynen böyle diyor.
Demek ki..
Okumayanlar AZGIN’lardır.
Doğru yoldan, özgürlüğe, aşka, sevgiye götüren yoldan çıkmaktır diyor. Daha ne desin..
MİRAS
Ya ATATÜRK!
O da..Ben size, miras olarak, ne bir doğma, ne bir ayet, ne bir kutsal metin bırakıyorum.
Size sadece, sizin aklınızı ve insanlığın akıl terinin sonucunu olan bilimi, bilimsel düşünceyi bırakıyorum diyor.

Özetin özeti: Her ikisi de kendiniz olun diyor.
Kendi aklınızı kediniz kullanınız diyor.
İşte sen, bunları bir kitabın adı yaparak, “ İKİ MUSTAFA ” adı altında yazıp yayımladın..
Aşk, sevgi olmadan ÖZGÜRLÜK olmaz.
Eğer, zamanımız kalırsa, bu konulara yeniden döneriz. SEVİŞME diyorduk.
Sevişme sözcüğünden korkuyoruz.
Tıpkı ölümden korktuğumuz gibi.

Neredeyse sevişme üzerine konuşmak günah gibi algılanıyor. Ayıp bir şeymiş gibi.
Ölmeden önce ölmeye en yakın vakit sevişme anlarıdır. Tanrı’ya en yakın olduğumuz, büyüklüğü önünde saygıyla ürperdiğimiz anlar. Tanrıya bütün bir içtenliğimizle, “ Tanrım ne kadar büyüksün. Sana şükürler olsun ” dediğimiz yani hazdan köpük köpük eridiğimiz, adeta bir ırmak olup aktığımız anlar.
İnsan soyunun,
En çok korktuğu ve utandığı an!
Hani ölüm gelip
Önümüze durduğu zaman,
Her şey önemini yitirir ya…
Belki de sevişmekten söz etmekten de bunun için korkuyoruz. Utanıyoruz. Sevişmek, hayatta tutunmaya değer her şeyi önemsizleştirir. Tıpkı ölümün ayak sesleri gibi..
Onun için olmalı ki..
Yunus Emre, “ AŞK gelincek cümle eksikler biter ” demiş..
Bu ne demek? Aşk gelincek, “ İnsan, maldan-mülkten, ünden, soydan, coğrafyadan, kendi bedeninden vs. bile ÖZGÜRLEŞİR…Ne muhteşem bir duygu..
-Üstad, burada duralım mı? Şimdi efendim..Hiç aşık olamayanlar, bu görklü duyguyu tadamayanlar ne yapacak?
-Bak kardeş..Bir şey olmak için, bir yere varmak için, insan hazırlanır, yola çıkar..Ayışığını görmek için, görülecek bir yere çıkacağız.
-Tamam. Anladım.
-Şöyle bir insanlık tarihine bakalım. Bütün saldırganların, işgalcilerin, zorbaların hayatında mutlaka “ SEVİŞME ” sorunu vardır.
Seven insan, sevecen, barışçıl, paylaşımcı olur. Şu güzelim dünyayı, doğayı, çevreyi tarumar edip yağmalamaz.

Neyse..
Burada şunu da anıp geçelim.
Halklar, aşkı bilmeyen, aşkı tatmamış adamları başlarına getirmesinler.
Niye?
Çünkü, onlar, salt sevgiyle, barışla, özgürlükle tatmin olmazlar.
Mala-mülke yapışıp kalırlar. Basit, gel-geç şeylerin zebunu olurlar.
Özgürlük, aşk, sevgi isteyen insanlara tahammül edemezler.
Halklar bu olguya pür-dikkat kesilmeli.
Aşk adamı olamayanlar. Ancak basit anlamda “ AŞ ” adamı olurlar.
Daha sonra da, “ Nerede aş, oraya yanaş ”çılarla milletin başına bela olurlar.
Sevişmek, başlı başına bir maceradır.
Beden ve ruhun,
Birlikte soyundukları
Devindikleri, koşup uçuştukları,
Bir oldukları,
Aynı yıldızlara doğru,
Dur-duraksız bir uçuş..
Bir yıldız yolculuğu.
Ölüm. Artık zaman yok.

Biçimler yok. Hayret! Her şeye hayretle bakmak.
Derken, hayat; ürpererek, titrek adımlarla geri gelir. Bütün bir evrene dokunmuş gibi bir duygu yayılır yüreğine..
Yavaş yavaş, içten içe bir huzur duymaya başlarsın.
Ölüm ürküsü alır başını gider.
Gitgide çoğalan bir an gelir..
Susarsın.

Yeniden hayata dönersin.
Az önce yaşadıkların gelir usuna.
Yanına döner, minnetle yol arkadaşına bakarsın.
Önce ruhlar giyinir.Daha sonra beden. Derken, yine iki ayrı insan olunur.
Düşünürsün.

Sevişmek, tanımsız, haz dolu küçük bir ölümdür.
Düşünürsün,
Belki de gerçek ölüm,
Bütün sevişmelerin toplamı bir hazdır.
-MERT...Çok güzel. Diline, yüreğine sağlık. Seninle söyleşi hoştu. Belli ki bu konu bir söyleyişle bitecek gibi değil. Lütfen, son sözlerini alayım.

-OKUR.. Doğru. Ben en son şunu diyorum. Bizim insanımızın en büyük eksikliği, şu mukallit yani öykünmeci mantıktan, alışkanlıktan bir an önce kendini kurtarması..
Bu dünyaya gelip de hiç yaşamamış gibi ya da bu dünyaya gelip de bilgelik içre yaşamadan ölüp gitmek ne büyük bir talihsizlik.

Sevgiyi, sevdayı, çocuğu, doğayı doğru-dürüst tanımadan, anlayıp yaşamadan ölüp gitmek ne kadar kahredici bir şey.

Öldükten sonra Yargı Gününde, Allah’ın bize armağan etmiş olduğu hayatı böyle, gergin, sıkıntılı, azap içinde yaşayarak gitmek çok acı..Nasıl ölürsek öyle huzura varacağız. Dirileceğiz.
Bütün duygularımızı geliştirebilmek için, bütün bir duygularımızı ölçülü olarak devreye sokup onları işlevsel kılmak zorundayız.

Her iki dünyada da, öte de yani Yargı Gününde burada yapıp ettiklerimizle gideceğiz..
Bilerek yaşayanlar, gerçekten yaşayanlardır.
Tek başına iyi niyetin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Önemli olan, doğru bilgiyle, iyi niyet ikisi bir şeydir.
Evet bu böyledir..
-MERT.. Çok teşekkür ediyorum. Dilerim bu konuşmalarımız insanlığın ve insanımızın hayrına, huzuruna vesile olur. Sağ ol.

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

2 Kere Cevaplanmış to “Aşkın Yazarıyla Sev(iş)mek Üzerine Mertçe Konuştum”

  1. 1
    abit sagmalcı Says:

    bu güne kadar okudugum en etkileyici bir söyleşi elinize gönlünüze dilinize sağlık bitirdiğim zaman şunu açıkça itiraf edeyim ki kendimi bir boşlukta hissettim bu ne güzel kurgu, ne güzel dil, ne akıcılık kalemin düşüncenin dili kadar keskin ve anlaşılır biir dil var mı acaba dstlar sizi yakından tanımak misafir etmek ve saatlerce değil günlerce konuşmak isterim. Yüksel Bey ben türk hava yolları adana-istanbul yolculuğunda kitap hediye ettiğin pariste yaşayan arkadaşınım

  2. 2
    Hilal YILDIZ Says:

    Selam Yuksel bey merhaba ali bey söyleşinizi okudum çok güzel farklı anlamlaı düşündüren sırdışı bir söyleşi olmuş tüm arkadaş gruplaryla paylaştım dönüşümü olacaktır ali beyin aşkın yazarının nerede yaşadığını ne iş yaptığını da merak ediyorum sevgiler



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank