content
13 Ağu

El Değmemiş Aşkların Hijyenik Mutlulukları!..

Elvan Gazoz'ları içip bir "Oooh" diyebildiğimiz yıllardı o yıllar. Henüz ekranlar bu denli kirlenmemiş, teknolojiye, strese, çağın hastalığı depresyona henüz bulaşmamış ve büyük şehirler de daha bu kadar büyümemiş olduklarından, büyükşehir keşmekeşini ve kopukluğunu da yaşamadığımız yıllardı... Yeni komşularımız geldiğini veya mahalleden komşularımızın taşındığını, ancak sokağa giren veya apartmanımızın önüne parkeden nakliyat kamyonlarını gördüğümüzde anlamıyorduk.. Biliyorduk kim olduğumuzu ve kimlerle beraber aynı dünyayı paylaştığımızı. Yan komşuda pişen yemeğin veya kavrulan un helvalarının kokusu mutlaka yayılmıştır diye, kapımız çalınıp, komşumuz Hayriye Abla'nın "Kokmuştur komşucum" diye getirdiği tabağın elimize tutuşturulduğu ve biz o tabağı boşaltıp getirene kadar annemizle kapıda laflandığı yıllardı.

İşte bu güzel ve masum yılların aşkları henüz kirlenmemişti... Bu aşkın aşıkları da dönemine yakışır masumlukta aşklar yaşarlar... Birbirlerine olan aşklarını mektupların sarı sayfaları üzerine özenle yazarlar ve aşklarına bir karşılık verilmesini hevesle beklerlerdi. Karşılık geldiğinde, bu aşka derin bir kutsiyetle sarılınır, beraber geçirilmek üzere yaratılabilmiş her türlü anın kıymeti şiddetle bilinerek, buluşma zamanları içi içine sığmaz bir heyecanla beklenirdi henüz o yıllarda. Buluşmalar da çok sık ve uluorta yaşanmazdı zaten. Yaşanamazdı çünkü!

Ne bu kadar çok alışveriş merkezleri vardı gidilebilecek, ne de harcanabilecek bu denli bol para. Üzerlerine gül suyu serpilmiş muhallebiler, pastane köşelerinde veya derme çatma tahta masaların atıldığı, yerdeki talaşların düzenli olarak sulandığı o hoş odun kokan muhallebicilerde çalakaşık kaşıklanır... Aşıkların bir birinin gözlerine dalıp gitmesi gereken gözleri de bir gören olup olmadığının telaşı ve endişesi ile dört dönüp etrafını tarardı. Bu telaşlı sağa sola bakışmalar arasında karşılıklı gözlerin tesadüfen de olsa bir biri ile buluşması, yüreklerin yerinden fırlayıp da uçacakmışçasına atması için yeter de artar bir heyecandı zaten henüz o yıllarda... Tabii aklın baştan uçup gitmesi ve tedbirsiz yakalanabilme ihtimaline karşılık, yakın komşu kızları veya küçük kardeşlere de gözcülük görevi verilmezdi değil hani. Gözcü olduğu durumlarda ancak karşılıklı bakan gözler birbirlerinin içine dalıp gitme fırsatını bulabilirlerdi.

Daha cesur aşıklar, ellerinde çekirdek külahları, muhitlerine uzak bir semtin yazlık sinemasının tahta sandalyelerinde yan yana oturup, kaçamak dokunuşlarının heyecanıyla o anın bitmemesi için içlerinden dua ederek, kahramanlarının yerine kendilerini koydukları aşk filmlerini bile izleyebilirlerdi. Ama eller birleşemezdi işte kolay kolay! O kahrolası arzu ile eller zaman zaman kelebek gibi havalanır, heyecandan ve sıkıntıdan içleri terlemiş ve genelde buz kesmiş parmaklar, karşısındaki eli avuçlayamadan genelde ürkekçe geri çekilirdi o yıllarda...

Çook sonraları, ilişki biraz miadını doldurup da iki aşığın karşılıklı güvenleri yerli yerine oturduğunda, eller sadece ellere dokunur, elleri tutar ve bu temas aşkın resmiyetini onaylardı bir anlamda.

İki bedenin birbirini kucaklayabilmesi için sabırsızlıkla beklenirdi çikolatalı ve çiçekli "hayırlı bir iş" ziyaretleri...

Bu konukluğun zamanı geldiğinde evdeki divan örtüleri "Çiti" ile çitilenir, su ikram edilecek bardaklar ve "Hayırlı bir iş' in son imzası olacak kahve fincanları "Mintax" la pırıl pırıl parlatılırdı. Evin tahtaları fırçalanır ve komşudan ödünç alınan sandalyeler itina ile yerleştirilirdi salondaki baş köşelerine.. Haa!?? Sahi! O yıllarda komşu kızları birbirinin çeyizine yardım da ederlerdi. Ve sandalye istemeye gitmişken, dantel televizyon örtüsünü bir an önce tamamlaması için sıkıştırılırdı Hayriye Abla'nın kızı.. Her gelin kızın rüyası olan "Zetina" dikiş makineleri ile çeyizlik perdelerin, yatak örtülerinin pikoları çekilir, hayırlı bir iş ziyaretinde giyilecek yeni basma elbiseler dikilirdi çabucak...

O yıllar işte böylesi güzel yıllardı çocukluğumdan arta kalan. Ve o yıllarda hep el değmemiş aşkların hijyenik mutluluğu yaşanırdı genelde.. Ya da mutlu olmaya kodlanmış yaşamlar, ne kadar sarsıntı girerse girsin araya, kendilerini "Mutluymuş" gibi hissetmeyi ve "Hamdolsun" demeyi öğrenmişlerdi ve sorgulamazlardı başlarına geleni...

Kim bilir?..

Belki de bugünkü aşklara çok el değdiği için çabuk kirlenir oldu aşklar! Ya da? Ya da, hala el değmemiş aşklar yaşıyor olsa bile birileri bir yerlerde, yaşamı ve mutluluğu çok sorgular oldular!

Neyse ya!?

Ben de zaten hangisi daha doğru veya hangisi daha mutluluk verici diye girmedim ki bu muhabbete! Hiçbir hayatın, hiçbir durumun ve dolayısıyla da hiçbir üzüntünün veya mutluluğun ömür boyu sürecek diye bir garantisi de yok, öyle değil mi?.. Bütün imzalar mutluluk için atılmıyor mu zaten? Bütün ilişkiler mutluluğu elde edebilmek için, doğru insanı bulmuşluğun düşüncesiyle yaşanmıyor mu? Ana rahmine düşmüş bütün tohumlar, analı babalı büyüsün temennisiyle buyur edilmiyor mu gözlerini açtıkları bu karmaşık dünyaya?!

Ama bazen yürümüyor işte..Kopuyor bir yerlerde bir şeyler... Ya da koparılıyor!

Sadece temenniler veya söz vermişlikler mutsuzlukların ve ayrılıkların önüne bir set çekemiyor..Zaten neyin neyi getireceğini veya engelleyeceğini, kimin kimi mutlu edebileceğini kim bilebiliyor ki önceden?

Ama bir şeyler sanki çok hızla değişiyor artık... Duygular bile! Tanışmışlıklar hemen aşka, aşklarsa korkulacak bir hızla nefrete dönüşebiliyor...

İşte bu kadar hızlı akan bir hayatın içinde, vıcık vıcık ellerin ve bedenlerin birbirine karıştığı ilişkiler de benim başımı döndürmeye ve soluğumu kesmeye yetiyor, elimde değil. Özlüyorum işte! Anne babalarımızın aşklarını düşünüp onlarla, onlar gibi mutlu olabilmeyi özlüyorum bazen.Yaşlanıyor muyum ne?!!

Naftalin kokuları arasında kalmış, el değmemiş aşkların hijyenik mutluluğunu hatırlar olduğuma bakılırsa!?.

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

3 Kere Cevaplanmış to “El Değmemiş Aşkların Hijyenik Mutlulukları!..”

  1. 1
    Nurdan Says:

    Leyla Hanım;
    İlk yazınız ”Ciğersizlere Acele Ciğer Aranıyor”da işte budur dedim. İçimdeki kelime ve cümlelerin yazıya dökülmüş haliydi… İkinci yazınız olan ”KEDİ Kadın Olmanın Dayanılmaz Cazibesi” yüzümde hafif bir tebesümle keyifle okuduğumu fark ettim. Üçüncü yazınızı okumadım dinledim çok sevdiğim bir arkadaşımdan ve kendimi bu anlamda şanslı hissediyorum herkese nasip olmaz…:) Bu kadar güzel ifade edilir, daha daha dedirtiyorsunuz içinde tatlı bir hüzün var yazılarınızın… Dördüncü yazınızı merakla bekliyorum…
    Saygı ve sevgilerle…

  2. 2
    dr. ahmet fidan Says:

    Sevgili Leyla,

    Kahve Renkli Çocukluğumla ilgili ben de çok sayıda günce yazmışımdır.
    - Her Geçen Koca Yılların Döktüğü Hatırlar
    - Yitik Şehrin Koca Çınarının Düşen Son Yaprağı
    - Yetmişli ve Seksenli Yılların Köylü Çocuğu ve Akıl Erdiremedikleri
    Aklıma gelen başlıklar bunlar...
    Tabi ben yakın jenerasyona ait olduğumuz kahve renkli günlerimizin genel terennümlerini mırıldanmıştım, lisan-ı hal ve lisan-ı kaal ile.

    Sense o yılların aşklarını dup duru doğal tertemiz yönleriyle perdelemişsin. Sanki bir an kendimi o yıllarda gerçekleşmiş siyah beyaz bir türk filmi izliyor gibi hissettim.

    Keyif alarak okudum. Ellerine sağlık.

  3. 3
    Uğur ÖZALTIN Says:

    1970 li yıllar hatırladığım kadarıyla SEVGİ nin değer bulduğu yıllardı.Siz de çok güzel anlatmışsınız o yılları.

    1983 den sonra doğanlar o yılların zevkini mümkün değil anlayamazlar. Çünkü 1983 yılından sonra TÜKETİM TOPLUMUNA dönüştürüldük. KULLAN-AT esprisi kişilikleri de bozdu. Sevgiler, dostluklar, arkadaşlıklar hep KULLAN-AT metoduna göre işlem gördü. Şimdi televizyonlarda ve apartman dairesi hapishanelerimizde modern taş devri insanı şeklinde yaşıyor kendimizi medeni zannediyoruz.

    Bende 70 li yılların ailemle gittiğim ve annemin mutlaka ağladığı ve babamında rahmetli babacığımında annemi YA HU BU GÖLGE NEDEN SAHİ ZANNEDİP AĞLIYON dediğği o yılları çok arıyorum.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank