content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

14 Mar

Toplumun Bugünkü Hali

Vallahi biz nasıl bir toplum olduk, anlamak mümkün değil. Birbirimizle ne konuşabiliyoruz. Ne de konuşup anlaşabiliyoruz. Hoşgörü sınırı çoktan aşılmış. Ben böyleyim. Kabul edersen et. Yoksa sen bilirsin. Der gibi, herkesin bir havası, zorlama bir dünyası var.

 

Bu zorlamaya karşın herkes kapatmış duygu penceresini bütün dünyaya, ne gözü, ne kulağı var. Kimse kimseyi görüp duymuyor. Hiç kimse kendi ya da kendi gibi olandan başkasına sabır gösterip katlanıp tahammül etmiyor. Onu kendine düşman görüp, sürekli gardını almış bekliyor. Çünkü onu anlamayan herkes onun için bir yabancı, bilinmeyen bir tehlike.

 

O yüzden de hiç kimseye yakın olmuyor. Hiç kimseye güvenip hayatı paylaşıp kolaylaştırmıyor.  Aksine her gün biraz daha toplumdan uzaklaşıp hayatı zorlaştırıp yaşanmaz bir hale getiriyor.

 

Bütün bunlar insanı ve toplumu geriyor. Ya sonunda insana yaşama bıkkınlığı virip yıldırıyor. Ya da onu tamamen hayatın içinden çekip alıp uzaklaştırarak onu toplumda yalnızlaştırıp yabancılaştırıyor.

 

Yalnızlaşıp yabancılaşan insanlar kendi ve kendiyle benzeşenler dışındaki herkesi, toplumda her gün yaşanılan olumsuzluklar nedeniyle kendine tehlike görüp, her an kendine ve kendine yakın olan birine zarar vereceği düşüncesiyle sürekli tedirgin bir hayat yaşayıp, güvenmiyor.

 

Güvenmediği içinde ne onu seviyor. Ne ona değer verip, onu takip ediyor. Sanki kendi ve kendi gibi olanların dışındaki herkes onun için tehlikeli ve zararlı bir varlık. Onun gözünde toplumda bir tek kendi iyi, güzel ve doğru kendi dışındaki herkes onun için eğri, çirkin ve kötü.

 

Bu duygu ve düşüncelerle korkuya kapılıp yaşamaya başlayan insan için artık hayat zorlaşıp çekilmez bir hale gelir. İnsanı insan yapan farkındalık duygusu donar. Bütün algılarını dış dünyaya kapatır. Artık hayatında bir tek kendi ve sevdikler vardır.

 

Bunun içinde kendi egosunu, kendi benliğini tatmin etmek için kendi ve kendi gibi olanlarla birlikte iç içe olup yaşanılan dar çercevede bir hayatı mecburen yaşamaya başlar.

 

Bu istenmeden seçilip yaşanılan toplumdaki bu hasta hayat şekli, bir nevi felç olmuş benliklerin sayısının artıp çoğalması, hasta bir toplumu yaratmasının başlangıcını oluşturur. 

 

Bizim bu aşamayı çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. Çünkü toplumumuzu oluşturan bireylerin birçoğu hayatından bıkıp usanmış, geleceğinden bıkkın umutsuz yaşıyor.

 

 

Yaşayıp var olduğu hayat içinde duyup gördüğü olaylar karşısında şaşkınlığa düşüp, artık insanın ve insanlığın bitmiş olduğu düşüncesine kapılıp yaşarken de artık birşeyler adına, küçücük şeylere bile tahammül edip katlanmayı, sabredip hoşgörmeyi artık unutmuş olacak ki, toplumumuz maalefef hiç düşünmeden yaşıyor. Düşünmeden yaşanılan bir hayatta ister istemez insanları tatminsiz, huzursuz ve mutsuz ediyor.  

 

Bu karşılık hiçbir tedbir alınmıyor. Halk eğitilip sosyal hayata katılıp yaşanması sağlanmıyor. Güven duygusu yeni baştan verilip hayat sevdirilmiyor. Çünkü halk yeterli derecede siyasete ve adalete güven duyup özgür yaşayamıyor.

 

Özgür yaşayamadığı gibi, bir de üstüne üstlük, bu güne kadar oluşturulmuş bütün değer, yargı ve kavramlar birbirine karıştırılıp anlamsızlaştırılıyor.

 

Bu anlamsızlaştırma politikaları insanları tedirginleştirip kaygıya sevk ederek hayata olan bağlılığı yıkıp güvensizliği artırarak insanları geniş dünyada dar çevrede yaşamalarını sağlayıp kolayca yönetip saltanatlarını sürdürebilmek için de aynı zamanda düşünmekten yoksun, engellerle dolu kısıtlı bir hayatı yaşamaya zorlanan halk, çıkmaz içinde zorlu bir hayatı yaşamaya çalışıyor.

 

Her şey birilerinin vicdanına bırakılmış. Sistem içindeki olumsuzluklardan ve cehalet içinde yaşayan halkın zaaflarını kullanıp yetkiyi ve devlet gücünü eline geçiren herkes talip olduğu görev ve sorumluluğu unutup seçen üzerine baskı kurup eğemenlik oluşturarak halkın özgürlüğünü kısıtlayıp dar alanda yaşatıp kolay yönetmeye çalışıyor. 

 

Bu da ister istemez insanları sıkıp bunaltıyor. Bunalan halk ta ister istemez ya birbirini aşağılayıp küçümsüyor. Ya birbirine karşı koruycu oluyor. Ya da ne oldum delisi olup aşırı iltifat edip yaranıp göze girmek için naylonumsu hal, hareket ve tavırlarda bulunarak gününü gün edip iki yüzlülük içinde bir hayat yaşayıp gidiyor.

 

Buna karşılık yaşam değişmiş, insan ve toplumun düzeni bozulup elden gitmiş onun umurunda bile değil. Çünkü hala Türkiye’m dünyanın koca bir köyü durumunda. Bu gün hala ne şehirleşmeyi tamamlayabildik. Ne modernleşip medenileşebildik. Ne de soya dayalı asil köy kültürünü alıp birbirimize alışıp kaynaşabildik.

 

Dolayısıyla hepimiz birbirimize karşı olup, birbirimizden uzaklaştık. Hepimiz birbirimize karşı elhamdülillah yabancı olduk. Sanki hepimiz birbirimize karşı iki değişik milletten iki yabancı insanlar gibi olmaya başladık.

 

Bu arada herkes doğruluktan dürüstlükten samimiyetten inançtan insani yargı ve değerlerden uzak birbirinin dilini, dinini anlayıp tanımayan,  inandırıcılıktan uzak, birbirini sevip saymayan, kardeş olup paylaşmayan bir acaip toplum olup çıktık.

 

Hiç kimse kimseyi tanıyıp anlamıyor. Dilimiz, dinimiz bir olsa da yüreklerimiz birbirinden farklı olup, farklı konuştuğundan hiç birimiz bir diğerini anlayıp anlaşamıyoruz. Anlayıp anlaşmak istesek de birbirimizden çok uzaklaştığmız için anlayıp anlaşmakta çok zorlanıp, çok yoruluyoruz.

Onun için çok çaba sarf edip yapmacık süslü sözlerle hepimiz birbirimizi ya kandırıp aldatmaya ya da birbirimizi yeniden anlayıp anlaşmak için değişik yöntemler kullanarak yaranma çabası içine giriyoruz.  

 

Ancak her iki halde de iyi ilişkiler kurmaya hala beyin gücümüz yetmiyor. Hepimiz birbirimize boş konuşarak yüreklerimizi yorup şişiriyoruz.

 

Halbu ki, bugünkü bilgi birikimine bağlı anlayışla hiç birimiz bir diğerine hiçbir söz söyleyip konuşmadan da karşımızdakinin gözlerine bakıp ne demek istediğimizi hiç konuşmadan anlatıp anlaşmamız gerekirken bu gün hala konuşup anlaşamıyoruz. Hala birbirimizi yiyip öldürüp tüketmeye çalışıyoruz.  

 

Hiç okumuyoruz. Hiç dinleyip ders almıyoruz. Çünkü aynı şeylerden zevk alıp, aynı şeylerden hoşlanmıyoruz ki, aynı frekanstan konuşup yayın yapıp anlayalım.

 

İyi niyet ve samimiyet içinde birbirimizin menfaatine olacak ağzımızdan çıkan tüm sözler sanki bir mermi gibi karşımızdakinin kafasına çarpıp ya geri dönüyor. Ya da sekip hedefsiz başka bir yere giderek farklı anlaşılıp farklı yorumlanarak anlamsız bir hale geliyor.

 

Dolayısıyla yazılıp anlatılıp söylenen bütün sözler ders verici ağırlığını kaybedip havada savrulup uçuştuğundan hiç birimizin beynine işleyip yüreğine inip benliğine yapışıp yerini bulmuyor.

 

Yürekte yerini bulmayan söz, değersizleşip lüzumsuz hale geliyor. Kulaklar tıkanıp, gözler kapatılıyor. Bu sefer de hem karşı tarafı hemde kendimizi karşımızdakilere anlatıp ifade etmemiz zorlaşıyor.

 

Bu sefer de kendimizi ifade etmek için ya çok aşırı süslü sözlere ya da öfkeye sarılıp kendimizi kaybediyoruz. 

 

Bu arayış artık bitmeli. Yoksa beyinlerimiz boş şeylerle dolup, yüreklerimiz şişecek. Hiç kimse himsenin sözüne değer verip dinlemeyecek. Hiç birimiz bir diğerini anlamaya çalışmayacağız. Birbirimizi insan olarak sevip, değer verip saygı göstermeyeceğiz. Yeterli sevide bilgi, eğitim, kültür sahibi olup, oturmuş kişilik ve centilmenlik /nazaketimizle karşımızdakini sevip, saygı gösterip etkilyerek bir arada yaşamayı daha uzun süre öğrenemeyeceğiz.

 

Öğrenmek isteyenlerde önce okumayı sevip öğrenmeliler. Yoksa hiç birimiz okumadan, birilerini dinleyip öğrenmeden, ne hayatı okuyup doğru yaşamayı öğrenebiliriz. Ne de birbirimizi sevip paylaşım içinde güzel bir hayat yaşayabiliriz.

 

Biz önce kendimiz okuyup, öğrenip, eğitilip düzelirsek; her halde güzel bir örnek olup karşımızdakini de etkileriz.  Yoksa ne biz, ne toplumumuz ne de dünya düzelir.

 

Biz düzelmeyince ne bizi kimse seviyor. Ne de biz kimseyi seviyoruz. Biz yeterli derecede saygı göstermeyi öğrenemedik ki, başkaları da bize göstermeyi öğrenebilsin.

 

Her şey hep lafta, hep sözde kaldı. Dilden yüreğe akıtıp yüreklerde sözün yeşerip meyve vermesini beceremedik. Uygulanmayan sözlerimiz biryerlerde yumaklanıp yutulmaz oldu. Kendimizin dinleyip ders almadığı sözleri başkalarına söyleyip, boş havanda su döverek toplumdaki söze olan inancı yitirdik. Toplumun birbirbirine olan güvenini yıktık.

 

Birbirmize olan inançsızlık, güvensizlik ve suizanla sürekli temelimiz su alıp zayıflıyor.  Aradaki bağlar her gecen gün kopup azaldıkça da sevip saymamız, örnek olmamız zorlaşıyor.    

 

Ben böyle düşünüyorum. Bilmem sizler bu konuda neler düşünüyorsunuz?

 

12.03.2013

Cahit KARAÇ

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank