content

31 Eki

Hz Peygamber’inde Oturacağı Sofralar Kurun

Türkiye, son günlerde sağlığı hiçe sayan, çeşitli gıdalara katılan zararlı maddeleri konuşuyor. En son sahtekarlık ise Türklerin çok sık

 

tükettiği peynire iç yağının katılması oldu. Gıda Hareketi Lideri Kemal Özer gıda hilekarlıklarını ve sağlıklı beslenmenin püf noktalarını yazete.com okuyucularına anlattı.

 

Ökkeş Koska / Yazete.com

"Yiyeceklerimizin İÇİNDE N(E) VAR! A'dan Z'ye Katkılar" isimli dördüncü ki çıkacak olan Kemal Özer çok önemli tespitlerde bulundu.

Son dönemlerde gündemi meşgul eden bir konu var... Peynirde maliyeti düşürmek isteyen bazı şirketler Arap Sabunu yapımında kullanılan iç yağını peynire katmaya başladılar. Siz bu konuyla ilgili neler söyleyeceksiniz?


Bu yeni bir hadise değil ama yeni bir boyut kazandı. Geçmişte süt ve süt ürünlerindeki hayvansal yağın alınıp yerine margarin eklenmesi söz konusuydu. Hayvansal yağ bitkisel yağdan on kat daha pahalı olması nedeniyle bu uygulanıyordu. Bunun laboratuarda tespit edilmesiyle ciddi bir skandal olmuştu piyasada.


"DOMUZ YAĞI KULLANILIYOR"


Şimdi ise büyük çoğunluğu domuz yağı olduğu bilinen hayvansal yağlar getiriliyor. Ancak Türkiye’ye bunlar yağ diye ithal edilmiyor gümrük istatistik numaraları değiştirerek hayvan yemi ya da başka araçlar olarak getiriliyor. İç piyasaya da yağ olarak sürülüyor. Fiyatı çok ucuz olduğu için hile de tespit edilemiyor. Farklı labaratuvar çalışmaları yapılması lazım.

Peki testlerin pahalı olmasından dolayı mı bu hile tespit edilemiyor?

Hayır. Pahalılığından dolayı değil. Arama yöntemleri ile alakalıdır. Bunun da netice itibariyle bir hayvansal yağın alınıp başka bir hayvansal yağın eklenmesi durumu söz konusu. Hayvansal yağ da eritiliyor. Homojenize ediliyor. Çözücülerle diğer süt ürünlerine karışması sağlanıyor. Bu genellikle krem peynirlerde, kaşar peynirlerde, lor vs. çok tercih edilen bir ürün ama beyaz peynirlerde de tercih edilmediği anlamına gelmez. Beyaz peynirde de soya vb. şeyler tercih ediliyor.

"SAĞLIKLI PEYNİR EN AZ 20 LİRA OLMALI"

Son günlerde peynire gelen zamlarla ilgili olabilir mi bu hilekarlıklar?

Hayır. Türkiye’de süt üretim fazlalığı var. Peynire zam söz konusu ise bu sadece sektörün kendi uygulamasıdır veya başka nedenlerdir. Ama zamla ilişkili değil bu tamamen bir pazarlama ya da daha ucuza mal etme yöntemi. Yani 10 TL’ye peynir mal ediliyor ise şu anda 5 TL’ye peynir buluyorsunuz. Yani normalde peynirin fiyatı 20TL’nin üzerinde olması lazım ama bugün 3TL’ye, 5TL’ye 10TL’ye peynir buluyorsunuz. Bu peynirin hilesiz olması mümkün değil.

Uzun zamandır yapılan bir şey dediniz. Belirli bir tarih verebilir misiniz?

3-5 yıldır yapılan bir şey. Yeni bulgular dışarıdan getirilen hayvansal yağların katıldığına yönelik. Bu yeni bir durum. Bu daha önce farklı yöntemlerle uygulanıyordu ancak tespit edildiği için azalmıştı. Şimdi hayvansal yağ olarak gelip kullanımı yeni bir durum. Yani ciddi bir skandalla karşı karşıyayız.

"MARKET RAFLARINDA ÜRÜN ALIRKEN DİKKAT..!"

Tavukta, salamda, sucukta, ekmekte derken şimdi ise peynire hile katıldı. Sırada ne var peki?

Aslında tasnif yapmak doğru değil hepsinde var çünkü. Hepsinde var olduğu için yani rafdan satın aldığınız her gıda her zaman hileye açıktır. Türkiye’de de bu hangi üründe, hangi grup ürününde vardır diye bir sınırlandırma yanlış olur. Yarın ne çıkar karşımıza bilinmez. Bugün bunların hepsi var. Fakat tespit edilmediği için, üzerinde durulmadığı için, yokmuş gibi ve yeni olmuş bir şey gibi zannediyoruz.

PEYNİR ALTI SUYUNDAN TEREYAĞI YAPILIYOR

Mesela bugün piyasadan tereyağı diye aldığımız yağlar tereyağı değil. Bunlar Peynir altı suyunun içerisine katkılar ilave edilerek, tereyağı aromaları ilave edilerek, soya ilave edilerek, bir çok şey ilave edilerek, patates ilave edilerek, patates püresi… O kadar çok şey karıştırılarak ilave edilen bir ürün var karşımızda.

Süprizler bizi bekliyor yani...

Evet buna hazır olun. Yarın bir analiz sonucunda herhangi birisi karşımıza çıktığı zaman yeni bir şeymiş gibi sunuluyor ama normalde piyasada bunlar yaygın olarak kullanılan bir yöntem.

Türklerin çok sık tükettiği margarinler ne durumda?

Margarin zaten yağ değildir. Margarine yağ demek yağlara hakaret olur. Sentetik bir malzeme. Türkiye’de sadece sızma zeytinyağları yağ olarak kabul edebiliriz. Bunların dışındakilerin hepsi sentetiktir.

"HZ. PEYGAMBER'İN OTURACAĞI SOFRALAR KURUN"

Gıda kirliliğine karşı Müslüman nasıl beslenmelidir? Son kitabınız da bununla ilgili. Bunu biraz açar mısınız?

Bir Müslüman eğer gerçekten samimi bir Müslüman ise, İslam’ın gereklerini yerine getirme gibi bir niyeti varsa, bunun için bir gayreti varsa kurduğu sofrada, Hz. Peygamber’in yiyebileceği bir sofra olmalı. Böyle bir sofra değilse o sofradan Müslüman tüketemez. Farz edelim ki Hz. Peygamber misafir olarak geldi ve bizim soframızdaki yiyecekleri sordu.Biz cevap veremedik. Peygamber o sofraya oturmaz. Otursa bile yiyemez. Bu durumda Müslüman bu sorunun cevabını veremez, cevabını veremediği sofrayı kuramaz, kurulmuşsa da ondan yiyemez. Yememelidir. Bugün çaremiz yok, alternatifimiz yok gibi mazeretler kabul edilemez. Dünyada alternatifsizliğin olmağı bir dönemde yaşıyoruz. Dünyada her şey mümkündür. Her yerden temin edilebilir. İnsanların ‘Ne yapalım?’, ‘Çaresisiz’, ‘İstanbul’da yaşıyoruz’, ‘başka yerde yaşıyoruz, bulamıyoruz’ gibi mazeretleri makul ve geçerli mazeretler değildir.

Son kitabınızda çok konuşulan bir durum, Müslüman’ın midesini doldurması ile ilgili bir formülünüz vardı..?

Tabi sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için geçerlidir. Gıdaların Kur’an-ı Kerim helal ve temiz tüketilmesini ister. Genellikle de gıda söz konusu olduğu zaman temiz vurgusu yapar. Bu temiz vurgusunun içini doldurduğumuz zaman karşımıza şunlar çıkıyor.
Acaba maddi kirlilik mi? Yani maddi kirlilikler mi söz konusu? Herhangi toz vs. gibi fiziksel bir kirlilikten mi söz ediyoruz? Acaba bundan mı söz ediyor temizlikten kastederken ya da manevi bir kirlilikten mi söz ediyor? Haram kazanmak, gasp, hırsızlık vb. veya genetik kirlilikten mi? Biyolojik kirlilikten mi söz ediyor? Yada tarım kimyasalları gibi sentetik malzemelerin gıdanın içine girerek insanları hasta etmesi gibi bir kirlilikten mi söz ediyor? Veya nano uygulamaları gibi kirliliklerden mi söz ediyor? Kur’an cihana ve çağlarla hitap ediyorsa 200 yıl önce bunlardan sadece 2sini anlayabiliyorsak bugün hepsini anlarız. Yarın daha fazlasını anlamak durumunda kalabiliriz. Kur’an'ın temizlikten kastettiği bu özellikler ve daha fazlasını, daha fazla olumsuzluk içermeyen temizliği kast ediyor. Çünkü bu kirlilikler hem fıtratı bozuyor, hem çevreyi kirletiyor, hem insan sağlığını bozuyor, hem gelecek nesillerin emniyetini bozuyor. Dünyada sadece insanların değil diğer canlılarında bundan etkilendiğini görüyoruz. Bunların önemini de bu temizlik içerisine alabiliriz, almalıyız. Bu çerçevede Müslüman öncelikle temiz ürünler tüketecek.

"MİDENİZİ ÜÇ ŞEYLE DOLDURUN"

Hz. Peygamber’in ifadesiyle midenin 1/3’ünü suyla dolduracak yani yemeğe başlamada önce 2 bardak su içecek veya yemekten 3-5dakika önce kimisi bunu yarım saate de çıkarıyor. Sonra 1/3 yemek yiyecek bu da yaklaşık 400 CC eder, 1/3 de boş kalacak. Mideyi 1000-1200 CC olarak kabul edersek bunun 1/3 su, 1/3’ü yiyecek, 1/3’nün de boş kalması lazım. Bunu şöyle düşünün. Bir blender düşünün. Bir blenderi ağzına kadar meyve doldurup çalıştırdığınız zaman blender çalışmaz. Niye dönemez çünkü. Hareket kabiliyeti olmaz. Bu meyvenin birazını azaltsanız yine de döndüremezsiniz. Ona biraz su ilave ederseniz dönmeye başlar. Böylelikle güzel bir meyve püresi ya da meyve suyu çıkar ortaya. İşte mide de aynı blender gibi çalışır. Bu nedenle de içerisinde bir sıvı maddenin olması lazım, bir miktar boş alan bulunması lazım ki mide, eritme faaliyetini sürdürebilsin. Bu bizi korur, zinde tutar, obez olmaktan kurtarırız, diyabet olmaktan kurtarır, kalp damar problemleri yaşamaktan kurtarır, zinde kılar ve baştan bir çok sağlık sorununu baştan defetmiş oluruz. Sadece Müslümanlar değil, bütün insanlar böyle yapmak zorundadır.

"GRİP AŞISI ANLAMSIZ VE TEHLİKELİ"

Grip aşısı yine gündemde grip aşısı gerçekten bir koruyucu görevi üstleniyor mu?

Grip aşısının gribe karşı koruduğuna dair hiçbir bilgi yok. Var olduğu iddiaları da ilaç şirketlerinin uydurmasıdır. Fakat grip aşısı olanların bağımlılık olup sonra bağışıklık sistemlerinin çöktüğünü daha erken gribe yakalandıklarını biliyoruz. Onun için grip aşısı anlamsız, aptalca bir uygulamadır. Kesinlikle olunmamalı. Ayrıca aşıların temel bir özelliği vardır. Vücudun savunma sistemini bertaraf edip, savunma görevini bunlar üstlendiği için vücudun daha farklı sağlık sorunları yaşamasına belki kendi alanındaki bir sorunu ötelerken başka alanlarda çok çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığı için aşıların hepsi tehlikelidir. Grip aşısı hem anlamsız hem de tehlikeli olabilir.

Türkiye’de başka bir sorun var obezite. Sağlık bakanlığının bununla ilgili çalışmaları var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Sağlık Bakanlığı’nın bununla ilgili çalışırmış gibi yapıyor. Obez olmuş insanları obeziteden kurtarmak. Bir çalışma yöntemidir ama bu yöntem iyi niyetli bir yöntem değildir. Asıl olan şey, bir bakanlık heleki onun adı Sağlık Bakanlığı’ ise o bakanlık önce insanların hasta olmasını engelleyecek. Siz insanların hasta olmasını engelleyecek hiçbir çalışma yapmayacaksanız, Obez olduktan sonra Kamu spotları hazırlayacaksınız, koşalım, coşalım diyeceksiniz. Niye insanların katkı maddeleri, gıda maddeleri, endüstriyel yöntemler, tarım kimyasalları vb. tüketim miktarları, haz eksenli tüketimler, şeker tüketimi, un tüketimi, beyaz ekmek, şeker mamulleri azaltıcı, sınırlandırıcı önlemler almıyorsunuz da toplumun 2/3’ü obez olunca onları zayıflatmaya çalışıyorsunuz. Sağlık Bakanlığı'nın işi endüstriyel hizmet etmekten başka bir şey değil.

OBEZLİK TESTİNİ BURADAN YAPABİLİRSİNİZ

Obezliğin bir sınırı var mı? Kaç kilodan sonra Obez kategorisine girilir?

O kişinin kilosu, boyu ve kemik yapısı ile ilişkilidir. Bunun bir formülü var. Kilo / boy x 2 = sizin vücut kitle indeksinizi oluşturuyor. Yani diyelim ki 75 kilosunuz boyunuz da 1.50 çarpı 2 , 75 bölü 300 eşittir. Vücut indeksiniz 25 yani obezsiniz.

Türkiye’de obezlik büyük bir sorun diğer büyük bir sorun zayıflamak eşlerin, evli çiftlerin birbirine zayıflayın demesi ne kadar doğru? Buna hakkı var mı? Hem sağlı açısından hem Müslümanlık açısından.

Tek insandan söz ediyorsunuz. Eğer geçekten bir evlilik söz konusuysa iki can taşıyabilirler ama bir insandır bunlar. Bu yüzden birbirlerinin bedenlerinden de sorumludurlar. Birbirlerinin normal kiloda olmalarını isteme hakları vardır ama burada erkek tarafı temiz gıdalar temin etmekle mükelleftir. Kadınsa temiz elde edilen gıdaları uygun şartlarda sunma sorumluluğu vardır. Toplumsal gelenek erkeğe temin etme kadına da sofrayı kurma sorumluğunu yüklediği için söylüyorum. Gerçi fıtrata da uygun olan da budur zaten. Çiftlerinden birinin sağlıksızlığı diğerini etkilediği için sağlıklı olmasını istemesi en tabi hakkıdır. Aşırı obez bir kadınla ya da aşırı obez bir erkekle yaşamak istemeyebilir.

Türkiye’de GDO’lu ürünlerin kullanımı ne durumda? Hükümet bu konuda gerekli önlemleri alıyor mu?

Devletin tedbir almak gibi bir niyeti yok. Böyle bir düşüncesi de yok. Böyle bir uygulaması da yok. Türkiye’deki Biyo-Güvenlik Kanunu öncelikle GDO’yu yasaklamıyor. Sadece bebek mamalarında GDO yasaktır. Türkiye’de hayvansal ürünlerin hepsinde GDO kullanımı serbesttir ve zaten bu alanda ithalat yapıldığını Biyo- Güvenlik kararlarıyla yapıldığını biliyoruz çok sayıda.

Hayvan yemlerinden bir şekilde bebeklere, çocuklara bulaşmıyor mu?

Şu anda Türkiye’de Sabancı Üniversite’sinin yaptığı araştırmaya göre, 51 numunenin 50’si GDO’lu çıkmıştır hayvan yemlerinin. Bu yemlerden ne elde ediyorsunuz? Et, süt ,yumurta elde ediyorsunuz. Şimdi bebek yediği zaman bebeğin sistemini bozuyorsa, hayvan yediği zaman nasıl bozmaz? Yada hayvan kuzu yediği zaman bozmaması imkansız. Kaldı ki bunlar tam olarak sindirilmez vücutta. Gemiyle GDO’lu bir malzeme taşımışsanız sonra koyduğunuz malzemeye GDO oradan bulaşır. İyi de bu kadar basit bir bulaşma söz konusuysa, hiçbir canlı %100 sindirim yapmaz. Diyelim ki ete,süte, yumurtaya geçmiyor, tabii imkansız imkansız bir şeydir. Geçtiğine dair İtalya’da Fransa’da çok fazla bulgu var. Ete, süte yumurtaya geçtiğini düşünsek bile GDO’lu soya mısır vs. gübre olarak hayvanlardan dışarı gübre olarak çıkmakta bunlarda tarlalarda kullanılmakta. Böylelikle onlar otomatikman zaten mevcut ekosistemde dönüşmekte, çünkü içerisinde baskın bir gen var. Bu baskın gen diğer türü yok eder.

"TÜRKİYE'DE GDO YASAK DEĞİL"

Türkiye’de GDO’lu gıda üretimi yasak değildir. Biyo- Güvenlik Kurulu’unun iznine bağlıdır. Biyo- Güvenlik Kurulu henüz gıdalarda kullanıma izin vermedi. Daha doğrusu şu anda yapılan müracaatlar geri çekildği için böyle bir şey söz konusu değil ama … Boğaziçi Üniveristesi’nin yaptığı çalışma 30 üründen 8 tanesinde bunların içerisinde un var, köfte var, çikolata var, fındık kremaları var. Yani içine soya girmiş, mısır girmiş ürünler var. Bunlarda da GDO olduğu artık 4 ayrı yöntemle yapılan çalışmalarda yine tespit edilmiştir. Kaldı ki bizim de 18 ürün üzerinde bir saha çalışmamız sürüyor. Türkiye’deki gıdaların GDO’suz olma ihtimali son derece düşük.

Son yıllarda yayılan tohum skandalları ile ilgili ne diyorsunuz?

Tohumu 3’e ayırmamız gerekiyor. 1-Geleneksel Tohum, 2- Hibrit Tohum 3- GDO’Lu tohum. Dünya bunu böyle ayırıyor. Biz bunu 2’ye ayırıyoruz. Geleneksel tohum ve genetik yapısı ile oynanmış tohum diğer adıyla hibrit tohum.

Geleneksel tohum, tabiatta kendi kendine ikame eden, kendi kendini üreten, tohum biçimidir. Bu dünyanın yaratıldığı günden bu yana varlığını sürdürmeye devam eder. Farklı coğrafyalara gittiği zaman yeni bir boyut kazanır. Karadeniz'deki bir tohum , İç Anadolu’ya giderken iklim şartlarından dolayı bir müddet verimsiz kalır. Oradaki bitkilerle tozlaşma yöntemi ile adapte olur. Bir müddet sonrada oranın ürünü olmaya başlar. Bu geleneksel üründür ve Türkiye’de geleneksel ürün ile üretim neredeyse bitti.

Hibrit Tohum yaygın olarak kullanılıyor. Hibrit tohum da baskın gen daha doğrusu gen azalıtımı vardır. Gen dizilimi değiştirilmiştir. Yani DNA’sı değiştirilmiştir bitkinin. Bu uygulama da bir F1 olarak tanımlanır. Türkiye geleneksel tohuma destek vermezken Hibrit Tohuma destek veriyor. Yılda 92 tondan fazla üretim yapan çiftçiler büyük çiftçi, bu rakamın altında yapanlar küçük çiftçi olarak kabul ediliyor. Büyük çiftçilerin de geleneksel tohumla üretim yapmaları yasaktır. 92 tondan fazla üretim yapıyorsanız, hasat elde ediyorsanız, bunun üzerinde üreten çiftçilerin mutlaka Hibrit Tohum sertifikası almak zorunda kendi tohumunu kullanamaz.

"BU TOHUMLAR KISIR YAPIYOR"

Geleneksel Tohum’a teşvik alamazsınız. Tohum desteği ve tarım desteği alamazsınız ama Hibrit Tohum’a tarım desteği ve teşvik alabiliyorsunuz. Bu nedenle de hibrit dayatılıyor. Hibrit Tohumu kısır bir tohumdur. Hibrit Tohumu ile beslenen canlılar kısır olur. Yani bir kısırlık endüstrisi pazarlanıyor.
Tohumlar kısır olduğu için onu yiyenler de kısır oluyor diyorsunuz.

Ne yiyorsanız o sunuzdur. Kısır bir tohum yiyorsanız. Kısır olursunuz.

Son kitabınız 'Müslümanın Diyeti' ile ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Kitapla beraber şunu da söyleyeyim. Türkiye’de ciddi bir gıda kaosu var. Bunun üç tane temel sac ayağı var. Birincisi bunu düzeltmeye yönelik bir irade yok. Siyasi ve bürokratik irade yok. İki, bilakis bozmaya çalışıyorlar sürekli. Mevzuatımız tamamen batı tercümesi bizim dinimizi, inancımızı, kültürümüzü yansıtmıyor. Ceza uygulamaları adil değil. Küçük ile büyüğe aynı cezayı veriyor. Herkesi denetlemiyor, işine geldiğini denetliyor. İşine geldiğini teşhir ediyor. İşine gelmeyeni teşhir etmiyor. Bunun için adaletten yoksun bir uygulama var. Mutlaka verilecek cezaların öncelikle iyi niyetli ve herkese adil uygulanması gerekiyor. Küçük işletmelerin cirolarına uygun ceza uygulanması lazım. Rekabet Hukuku’nda olduğu üzere bir dengeli ceza uygulanması lazım. Diyelim ki 100 bin lire cirosu olan 10 bin lira ceza ödüyorsa 1milyon lira cirosu olan da 100 bin lira ceza ödemesi lazım. Aksi halde caydırıcı olmaz. Küçükleri için öldürücü, Büyükleri için de teşvik edici bir unsur taşır. Mevcut uygulamamız böyledir.

"TOPLUMUMUZ ÇOK DUYARSIZ"

Üçüncü nokta ise toplum bu konuda son derece duyarsız. Yani tüketici kendi sorumluklarını yerine getirmiyor. Tüketici diyor ki ‘Devlet yapsın ben hiç rahatsız olmayayım, aldığım her şey güvenli olsun’ . Dünyanın hiçbir döneminde böyle bir şey yoktur. Peygamber Efendimiz zamanında da yoktu ondan öncede yoktu yarın da olmayacak. Ben evimin önündeki marketten alışverişimi yapayım, her şeyi gözü kara alayım, kullanayım ve sağlıklı kalayım üstelik bir de ucuz olsun. Böyle bir şey yok. Bunu bir kere tüketici kendi talebini oluşturup arz ekonomisi yerine talep ekonomisini devreye sokacak.

Kitabı konuşalım biraz...

Kitabıma gelince; Bu kitap benim tezim değil, bu kitap Hz. Peygamber’in uygulamaları ve sünnetinin esas alan bir çalışma. Sadece Müslüman'lara yönelik yazılmış değildir. Bütün insanlara yönelik yazılmıştır. Biz sadece Müslüman'ların sağlıklı olmasını istemiyoruz tüm insanların sağlıklı olmasını istiyoruz. İnananıı inanmayanı, Müslüman olanı olmayanı sağlıklı koşullarda olmalarını istiyoruz. Şu renge, şu ırka sahip olması önemli değildir. İnsandır ve temiz nimeti hak eder.

"ALLAH'IN VERDİĞİ NİMETE KİMSE ENGEL OLAMAZ"

Allah ona nimet veriyorsa hiç kimsenin buna engel olmaya hakkı yoktur. Bunun için sadece Müslümanlar değil herkese yönelik yazılmıştır. Tamamen Hz. Peygamber’in önerileridir. Fakat Modern tıbbın olumlu yanlarını alıp olumsuz yanlarını aynı zamanda eleştiren, Hz. Peygamber’in sünnetiyle çatışan ve uyuşan yönlerini de ele aldığı için mevcut diyet kitapları gibi kişisel tezleri veya modern tıbbın çelişkili önerilerini değil tamamen sünnete uygun bir öneri biçimi getiriyor. Sade, basit ve mütevazi bir eser. Herkesin faydalanacağını umduğumuz bir çalışma. 

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank