content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
14 Ağu

Gariplikler ülkesi Türkiye!..

Ne kadar garip bir ülkede yaşıyoruz, farkındasınız değil mi?
Ülkedeki gerginlikler daha yeni yeni soğuma sürecine girmeye çalışırken, yaşanan parti kapatma davasından, türban davasına, onun ardından patlayan Ergenekon davasına kadar, gerim gerim gerilmedik mi?
Ülke olarak, millet olarak, birey olarak hepimiz günlerce, haftalarca, hatta ve hatta aylarca bu tür davaları konuşa konuşa içimiz dışımız siyaset doldu bir süre.

Daha sonra bilinen gelişmeler yaşandı ve Anayasa Mahkemesi, kararını türban davasını reddetme, AKP’yi de kapatmama yönünde açıklayınca, bir anda yaşanan gerginlik, zaman içerisinde yumuşamaya yöneldi.

Eh, tüm bunların ardından da doğal olarak iktidar yanlısı ile muhalefet yanlısı olanlar, ülkeyi özellikle bir takım gerilimlerden uzak tutmak için çaba gösterir diye de düşünmeye başladık.

Gerçi, bu arada eskiden iktidar ile ordu arasında yaşanan gerginlikler ve e-muhtıralar, bu kez muhalefet ile ordu arasında yaşanmasına karşın, yine de çok fazla bir gerilim yaşatmadı.

Ne demişler, “Şeytan azapta gerekir!..”
Böylesine yumuşama ortamından rahatsız olup da, huzursuzluktan huzur bulmaya çalışan bir takım kişiler de ortaya çıkmıyor değil!.. Çünkü böyleleri, ülkedeki huzuru bozmak için ellerinden gelen çabayı sergilerken, bilinç altlarında kendi kendilerine de huzur buldukları bir gerçek. Bunlar psikiyatristlerin saptamaları...
Sonunda böyle biri çıktı ve ülkedeki huzuru bozmak için elinden geleni yaptı.

Sıfatına bakıyorsunuz prof. ünvanı var!..
Şaşırıyorsunuz. Bir de ilgilendiği dala bakıyorsunuz hepten şaşırıyorsunuz!.. Sosyoloji...
En sonunda görevine bakıyorsunuz, AKP Genel Başkan Yardımcısı!.. Tabii, siz de oynatma noktasına geliyorsunuz artık!..
Kendi kendinizi; “Yahu, birileri bunların kafalarına silah dayayıp da, zorla mı bu ülkenin huzurunu bozmaya yönlendiriyor?” diye sormaktan alamıyorsunuz...
Zor bela AKP’nin ikinci adamı olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın huzur bozucu konuşmalarının bittiğini düşünerek, “Allah’a çok şükür, en sonunda huzur içerisinde birkaç gün geçireceğiz” diye halk adına düşünürken, biri çıkıyor ve bu huzuru bozuyor...
Rahmetli Münir Nurettin Selçuk’un “Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış’tan” şarkısını dinleyip, “Acaba gerçekten o zamanlar huzur almak için sadece Kalamış’a gitmek yeterli miydi?” diye düşüncelere dalıyorsunuz.

Ya da, böylesine huzur bozucuları, “Yoksa, denize döksek, daha mı yararlı olur?” diye biraz tırlatma vaziyetlerinde kafanızda kurmaya başlıyorsunuz!.. Bakarsınız, böylesine ülkeye daha yararlı bir hizmet olur!..
Efendim, hanımefendi ülkedeki birkaç günlük tatlı huzuru hazmedememiş olmalı ki, kalkıp ilkokullarda ve ortaöğretim kurumlarında, yabancı azınlıklara dini vecibelerini yerine getirecek bölümler açılması için kanun teklifi veriyor biliyorsunuz...
Ülkenin tüm sorunları bitti, sıra geldi azınlıkların, hem de küçük öğrencilerin ibadetlerini huzur içerisinde yerine getirmesine...
Yani uğraşsanız, didinseniz böylesine bir problem yaşatmanız, böylesine bir sorun yaratmanız mümkün değil... Böyle bir kanunun Meclis’ten geçmesinin ardından gelebilecekleri de düşünebiliyor musunuz?
Hem de laiklik ile ilgili bu kadar büyük sorunların yaşandığı bir ortamda!..
Ve böyle bir kanun teklifini hazırlayan kişinin sıfatında da ne yazık ki, prof. titri var!..
Kanun maddelerinin, porno yayınları almak isteyen gençlerden T.C. kimlik no.sunun alınması ve imza istenmesi ve diğerlerini de burada saymaya gerek duymuyorum, üstelik.

Fakat, merak ettiğim asıl konu ise, bir prof.un, böylesine bir yara kaşımayı bilinçsiz bir şekilde yapıp yapmadığıdır... Eğer bilinçsiz olarak yaptıysa vah benim zavallı ülkem... Nasıl bir prof.lara kalmışız!..
Yok eğer bilinçli yaptıysa, kendisine okkalı bir şekilde “yuh artık” demek de, boynumuzun borcu olacak... Yine bir kez daha böylesine bir sosyoloji prof.una sahip olmanın derin üzüntüsünü çekeceğiz ve acaba kime hizmet ettiğini soracağız!..
Zaten, en iyi cevabı da başta kendi partisi ve lideri vermiş; “Edibe Hanım, şimdi böyle bir kanun teklifinin sırası mı?” diyerek...
Umarım, arif bir hocadır kendisi. Ne de olsa akademik kariyeri var!.. (Her nasıl almışsa artık...)
............................
Bir başka gariplik ise cennet vatanımda, bir kum çuvalının, insan hayatından çok değerli olduğunun ortaya çıkması, sanırım.

Baksanıza, Tuzla’da cankurtaran botunu denemek için kum torbaları kullanılması gerekirken, o kum torbaları çok daha değerli bulunuyor ve onun yerine “nasıl olsa bizde çok var” zihniyeti içerisinde bulunan tersane görevlileri tarafından çalışan işçiler kullanılıyor...
Bir insan hayatının böylesine ucuz, böylesine değersiz olduğu bir başka ülke varmıdır bilmiyorum, ama bizde ne kadar değerli olduğu, daha doğrusu değersiz olduğunun yüreğimiz sızlayarak görmenin de hezeyanını yaşıyoruz.

Zaten üç kuruş maaş için bugüne kadar 100’ün üzerinde işçinin öldüğü Tuzla tersanesinde, yöneticilerin hiçbir akıl ve izan sahibi olmadıkları da anlaşılıyor.
Üçüncü dünya ülkelerinde bile rastlanılamayacak bir şekilde bir test uyguluyorlar ve bu testin sonucunda insanlarımız canlarından oluyor.

Ola ki, böyle bir vurdumduymazlık örneği kaza, gelişmiş bir ülkede olsaydı, eminim ki yer yerinden oynar, çok kişinin başı ağrır, çok kişi de görevinden olurdu.
Ancak, bizim gibi gariplikler ülkesinde, böylesine ucuz kazalar öylesine sıradanlık kazandı ki, bir iki gün vah vah, tüh tüh deyip, tekrar aslımıza dönüyoruz...
Ne diyelim, burası Türkiye!.. Gerçek de bu...

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank