content

30 Eki

Eyy Cumhuuur, Geldiysen üç Kere Vuur!

Biz bir avuç hüzünlü çocuğuz, şiir söyleyerek, yazarak, düşünerek, konuşarak seni bekliyoruz. Gelmeyeceksen, bilelim...

Sıkıldım artık ey cumhur, Godot’yu bekler gibi beklemekten.

Senin üzerinden yürütülen kampanyalardan, bezirganlıklardan, goygoyculuklardan.

Yoruldum seni bayrak direklerinin altında titreye titreye gözlemekten. Nutuklar, martavallar, gırtlak çatlatan aptalca şiirler, duygu köpürmeleri, bando, trompet, zoraki-abartılı-suni kutlama seramonilerinden.

Olur olmaz her toplantıda saygı duruşunda dikilmekten, olur olmaz her yerde marş okumaktan, her yerde görünen zavallı ‘bak aslında Cumhuriyet düşmanı değilim, valla, bak hemen selam çakıyorum inan’ tavırlarından.

Senin adına, senin için, seninle ve senin yaptığın şeyler bunlar ve ben de bu maskeli balonun içindeyim. Maskeleri düşürmeye kimsenin ne niyeti ne de cesareti var. Tedavüldeki sosyal ikiyüzlülük daha ne kadar sürecek? Bu müsamere ‘ilelebet’ devam edecekmiş, vatanı hepimizden çok sevdiğini ulu öndere daha çok haykıran kişi böyle diyor ey cumhur!

Birlik beraberlik mesajlarından yoruldum, kardeşlik retoriğinden gına geldi, bayağılığın egemenliğinin kayıtsız şartsız istilasından bitap düştüm. ‘Resepsiyonumu kaptırmam, kutlamamı isterim, yoksa memleket elden gidiyor derim’ yavanlığını tüm hamasi yüzeyselliğiyle dillendiren, belli kesimlere sinyal diğerlerine gözdağı veren gerizekalı televizyon maymunlarından, sosyal medya çığırkanlarından sıkıldım.

Arabasının arka camını reklam panayırına çevirip K. Atatürk çıkartması yapıştırıp ‘izinde’ olanlardan da, ‘Huzur İslamda’ yapıştıran kronik huzursuzlardan da bezdim.  

Bize tüm şiddetiyle ölümlü oluşumuzu, ölümün hepimizi bir hizada eşitlediğini haykıran deprem üzerinden bile siyasi, ulusalcı- milliyetçi, ‘benim şehidim senin şehidini döver’ iğrençliğine işi vardıran her türlü, her renkten şovenizmden yoruldum.

‘Çok sıkıldıysan Suudi Arabistan’a git, Rusya’ya git’ diye yorum yazan (yazacak olan) morondan da sıkıldım. 

1900’lü yılların toplum mühendisliği projelerinin ürünü olan üçüncü sınıf faşizan kutlama parodilerinden, sloganik ideoloji ve menfaat holiganlarının hallerinden sen sıkılmadın mı?  

Şu an içimin kuytuları uğulduyor. Kafam bin batman olmuş sanki, taşıyamıyorum. Varlığımı, Yaradan’a değil de halka nisbet ederek düşünüp değerlendirdiğimde kendimi değersiz, önemsiz, bir sümüklü böcek ya da herhangi bir sürüngen gibi hissediyorum. Ey Rab, iyi ki varsın. İyi ki varlığımın kaynağısın. Çünkü bazen bu memlekette yazan, düşünen, kendince bir şeyler yapmaya cehdeden bir insan olduğum için utanıyorum, sıkılıyorum. 

Televizyon ekranlarında boy göstermediğiniz, üçüncü sınıf romanlar yazmadığınız, ona buna yaltaklanmadığınız, kafanızı suyun üstünde dik tutmaya çalıştığınız sürece bir hiçmiş gibi muamele görmeye mahkumsunuz. Nereye gitsen, nereye dönsen, orada bir aşiret mantığı ile karşı karşıyasın. Sen bir marabasın, ‘ula oglım aganın şeyinin üstine şey olır mı?’ Olmaz, olamaz…

Ey cumhur, daha ne kadar sürecek bu kıyım? Yüksekten uçmaya çalışan hür kuşları yakalayıp yakalayıp kanatlarını yolarak ayaklar altına atmak daha ne kadar devam edecek? Daha ne kadar bir dağa tırmanmak yerine, dağlara boyun eğdirilecek? Ey cumhur, seni bahane ederek, senin öyle istediğini öne sürerek işlenen manevi katliamları ne zaman göreceksin? Soylu bir ruhken kıyıda köşede aç bi ilaç kalarak mecburen madrabaza dönüşen, seni memnun etmek adına oyunu kuralına göre oynamak zorunda kalan, dalavere üç kağıt bilmezken bir düzenbaza dönüşen kurbanların kanlarını görmüyor musun orta yerde?

Diyeceksin ki ey halkım, ‘asıl azmaz bal kokmaz’, mayasında bozulma istidadı taşımayan bir cevher bozulmaz. Eyvallah, hakkın var. Fakat bil ki pasın paslandığı, güve’nin kemirildiği bir çağ bu. Bu dünyada onuruyla, kaliteli, nitelikli, tribünlere oynamadan, sırtını bazı ağababalara yaslamadan, angajmanlara girmeden iş yapmaya çalışan kişiler bile çağın bu kolektif kokuşturucu baskısı karşısında deforme oluyorlar. Ya kendi kabuklarına çekilerek, yarı şizofrenik, küskün, umutsuz, mutsuz bir hayat yaşıyorlar (ki bendeniz kendimi bu vaziyete aday görüyorum) ya da evde hanımın ve çocuğun, çevrenin, geçim sıkıntısının, bazı şeylerin canına tak etmesinin neticesinde perhizi bozmaktadırlar. 

Hem bilmez misin ki bir aile içinde bile eşlerden hangisi aşağı durumdaysa, ilişkinin rengini genelde o belirler. Bayağı ilgiler, ilkel tutkular, müptezel duygular seviyesine iner üstte olan. Bu süreç neden tersine işlemez? Neden aşağıda olan yukarıya tırmanmaya çalışmaz? Neden Nasreddin Hoca’yı çatıdan aşağıya indirir hep dilenci?  Aşağıya inen neden hep aşağıda kalır?

Ey halkım, bilmem farkında mısın, etrafta örnek alınacak, idealize edilecek adam gibi adamların soyu kelaynaklarınki gibi tükeniyor. Çocuklarına kim yol gösterecek, kim kılavuzluk edecek, kimi örnek göstereceksin? İdealizme, niteliğe, hürriyete, asalete nedendir bu kadar düşmanlık? Yavrularını ‘ya topçu, ya popçu’ olma girdabından ne kurtaracak? Onuncu yıl marşı mı? On yaşına geldiğinde sana bir pislikmişin gibi muamele etmesini ne engelleyecek? Bir ayağın çukura girince “gebermeni” beklemekten onları ne alıkoyacak? 

Seni bekliyoruz ey halkım, gelmeni ve kapıyı vurmanı. Ayak seslerine ayarladık kendimizi. Biz bir avuç hüzünlü çocuğuz, şiir söyleyerek, yazarak, düşünerek, konuşarak seni bekliyoruz.

Gelmeyeceksen, bilelim.

Bize tahammülün yoksa, söyle onu da bilelim.

Yoksa tahammülün çekip gidelim, dağa taşa, kurda kuşa yoldaş olalım.

Mağaramıza çekilip yıldızlarla söyleşelim.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank