content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

10 Ağu

Demokrasi Ayrımcılığı Kaldırılmaz

TÜRKİYE’nin son günlerde damgasını vuran dört olay üzerine yazmak istiyorum. Birincisi Sivil Mahkemede 39 yıl ceza alan Şemdinli Davası sanıkları, ikincisi Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 1984 yılından beri yapılan terör mücadelesinde insanlığın yüksek değerlerini, kaçırdıklarına ve terör örgütünün insan haklarını terörist hakları gibi kullandığını söyleyen sözleri, üçüncüsü piyanist Fazıl Say'ın Türkiye'den ayrılmayı düşündüğünü söylemesi üzerine, zihniyet açısından kendime yakın bulduğum AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Fırat'ın, Say'ın ülkeyi terk etmesinden dolayı çok üzülmeyeceğini söylediği sözler ve son olarak Alevi Dedelerinin Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan soyu sopu araştırılarak maaş alabileceklerine yönelik yapılan açıklamalar sonrası, kopan fırtınalar üzerine yazmak istiyorum.

Sivil mahkemede 40 yıl,

askeri mahkemede serbest

  Bir ülke düşünün, Milli Misak-ı içersinde bulunan bir ilin ilçesinde, devlet görevlileri ellerinde bombalar ile teröristlere yardım yaptığını yada bölgenin sorumlusu olduklarını düşündükleri kişinin işyerini bombaladıkları iddia ediliyor ve araçlarında silahlar ve dokümanlarla ele geçiriliyor. Haklarında iddianame hazırlanıyor, hazırlayan savcı mesleğini yapamaz hale getiriliyor ve bugün ise kendisinden haber alınamıyor.

Van 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, sanık astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş'i, Umut Kitapevi'nin bombalanması olayıyla ilgili "adam öldürmek, çete kurmak ve adam öldürmeye teşebbüs etmek" suçlarından 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapse mahkum edilmişti.  Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi, bu kararı "eksik soruşturma" gerekçesiyle bozdu ve davanın askeri mahkemede görülmesi gerektiğini bildirmişti.

Neden askeri mahkemede görülen dava beraat sonuçlandı. Soru şuydu. Bu ülkede iki hukuk mu vardı? Yasadışı yapılan bir eyleme her sanık için yaklaşık 40 yıl hapis cezası verilirken, Askeri Mahkeme hangi gerekçe ile sanıkları suçsuz bulurdu?

Bunu konuşamayacak ve seyredecektik. Ortada devletin teröre karşı aklımızın ermediği bir mücadele biçimi varsa (ki, olması gerektiğine inanıyorum) gözümüzün içine baka baka nasıl olur da böylesine bir karar verilebilirdi? Ve toplum olarak bunu nasıl içimize sindirebilirdik? Sindirirsek bu ülkenin geleceğinden nasıl umutlu olabilirdik?

Kaptıranlar mı, kapanlar mı suçlu?

Ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "1984 yılından beri yapılan terör mücadelesinde insanlığın yüksek değerlerini, bazı değerleri elimizden kaçırdık. Ben o kurumu, bu kurumu suçlamıyorum. Hepimiz, biz de dahil kaçırdık. Bunlar çok önemli. Onlar bize sonra silah olarak döndü. Bu değerler dört tane. Birincisi insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük veya özgürlükler, dördüncüsü barış. Şimdi dikkatinizi çekiyorum. Bu kavramlar insanlığın yüksek değer verdiği kavramlar. Bunları şu anda kim kullanıyor? Biz mi kullanıyoruz, terör örgütü mü kullanıyor? İnsan hakları adeta terörist hakları haline dönüştü. Demokrasi öyle. Hepsinin konuşmasında dikkat  ederseniz demokrasi, demokratik cumhuriyet... Özgürlük, kavramını bunlar kullanıyor. Barış, bütün yaptıkları şey; barış annelerini tutun, barış babalarını tutun her neyse bu kavramlar bizim elimizden çıktı. Şimdi burada bizim kusurumuz var."

Yukarıdaki sözleri söyleyen Büyükanıt'a sorulması gereken şuydu. Askeri Mahkeme'nin yurttaşları aptal yerine koyan kararını görünce, yukarıda söylenen sözlerin anlamı kalıyor muydu? Bir devlet düşünün, insanlığın temel değerleri elinde değil; demokrasi, insan hakları, özgürlük ve barış… Resmen terör örgütü olan PKK'nın bu değerleri kullanıyor olması benim suçum muydu? Demokrasiyi içselleştiremezsek, insanlığın temel değerlerine yabancılaşmışsak, konuşmak yerine yaşam biçimi yapabilecek dönüşümleri gerçekleştirmemiz gerekmiyor mu?

Fırat, ülkeyi terk etmeyi

düşünseydi yüreğim sızlardı

 “Tüm bakanların eşleri türban takıyor. İslamcılar güç kazandı. Türkiye'den ayrılmayı düşünüyorum"  diyen ünlü piyanist Fazıl Say'ın sözleri, büyük tartışma yarattı. Ama beni en çok AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın sözleri şaşırttı. “Bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmayı zül addedenler, bu ülkeden gitme hakkına sahiptirler. Buna saygı duymak lazım. Diledikleri ülkelerin vatandaşı olabilirler, yaşayabilirler. Say da bu özgürlüğe sahiptir. Buna saygı duyarız. Çok da üzüleceğimi söyleyemem. Nihayetinde kendi de mutlu olmuş olur, bir şekilde."

Bu ülkenin yurttaşları arasında birileri kendi yaşam biçiminin tehlikede olduğunu düşünüyor ve korkuyorsa bunu anlamak gerekmiyor mu? Bunu en çok anlaması gerekenler iktidar olanlar, ülkeyi yönetenler değil midir?

Ben Fırat'ın ülkedeki yönetim biçiminden ve yaşam biçiminin tehlike altında olduğunu düşünerek, ülkeyi terk etmeyi düşünseydi, yüreğim kanardı. Kendimi rahat hissetmezdim. Çünkü birileri bu ülke topraklarında yaşayamayacaklarını düşünüyor ve korkuyorlarsa benim de tercih ettiğim yaşam biçimi tehlike altında demektir. Bugün değilse yarın. Onun için, gitmeyi düşünenlerin gitmesinden üzülürdüm. Yüreğim kanardı.

Devlet herkesin devleti. Devlet birilerinin yaşam biçimini kendi yaşam biçimi kabul edemez. Aksine sınırları içersinde yaşayan tüm yurttaşlarının farklılığının teminatı olmak zorundadır. Demokratik devlet; adaleti, özgürlüğü, hukuku eşit ve adil ayrımsız olarak yurttaşlarına uygulamak zorundadır.  Ayrım yaptığı yerde sorun çıkar. Kimsenin farklılığı teminat altında olmaz. Dağ kanunları geçerli olur. 

Dağ kanunlarına karşı demokrasi, farklılığımızın teminatı için demokrasi. Bugün demokrasiden şikayet edenler için bile demokrasi.

Alevi Dedelerine maaş

bağlanmasını destekliyorum

Son olarak yazacağım konu ise şu. Alevilerin Dedelerinin Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosuna alınması ve maaş bağlanması üzerine kopan fırtınadan söz edeceğim. Laik bir ülkede asıl sorun Diyanet İşleri Başkanlığı'nın olmaması gerekir. Varsa da, ülkenin sınırları içersinde yaşayan tüm inanç gurupları aynı haklardan yararlanmalıdır. Sünni inancına sahip olan din adamlarına maaş bağlanırken, diğer inanç guruplarının din adamlarına maaş verilmemesi bir ayrımcılıktır.

Kimi Alevi guruplarının buna karşı çıkmasını ise anlamak mümkün değildir. Dedik ya adaletse herkes için, hukuksa herkes için, özgürlükse herkes için… O ülkede haklardan ayrımsız ve eşit olarak yararlanmak her yurttaşın temel hakkıdır.

İktidar Alevi Dedelerine maaş bağlayacağı zaman, yedi göbek sülalesini araştıracakmış. Sunni din adamlarına maaş verilirken böyle bir araştırma yapılmadığına göre karşı çıkılması gerekende budur. 

Son söz: Demokrasi ayrımcılığı kabul edemez. Ayrımcılık yaparsanız, bir gün insanlığın ortak değerleri terör örgütlerinin savunduğu değerlere dönüşür. Şikayet değil, aksine insanlığın erdemleri, erdemlerimiz olacak demokratik devleti inşa etmemiz gerekir.

taratci@e-gercek.com

Etiketler :

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank