content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
28 Mar

“Aha Yogirdi, Aha Da Gaymaği!..

Çok sevdiğim fıkradır. Zaman zaman da yazılarımda, sohbetlerimde kullanırım.
Doğu'da oldukça geniş bir aşiretin ağası, mebus olmaya karar vermiş. Toplamış bütün aşiretini bir köyünün meydanına, başlamış nutuk atmaya…
Beni seçerseniz, şöyle yapacağım, böyle yapacağım… gibilerinden. Sanki köylünün başka alternatifi varmış gibi… Neyse ağa konuşmuş konuşmuş ve son sözünü de, sağ eliyle önündeki kalabalığı işaret edip, sol eliyle de kendini göstermiş ve;
"Aha yogirdi, aha da gaymagi!.."

Şimdi önceki gün 7 sivil toplum kuruluşu bir araya gelip, sağduyu çağrısında bulundu.
Hani öznesinin olmadığı iddia edilen çağrıda, öznenin toplumun her kesiminin, her katmanının olduğu varsayılarak…
"Herkes bir adım geri atsın" da denilerek.
İktidarıydı, muhalefetiydi, yargısıydı, ordusuydu, medyasıydı, kamuoyuydu…
Fakat, her ne hikmetse toplumun hiçbir kesimi de, öznede kendisinin olmadığını öne sürüp, bir adım geri çekilmeyi kendine zul kabul etmeye başladı.

Bu da bana bir kez daha yıllar öncesini hatırlattı.
Önceki gün, yine tarih tekerrür mü ediyor diyerek bu köşede görüşlerimi ortaya koymuştum.
Çevremde çok sık duyduğum sözlerden birinin de "Neden Ordu, hâlâ yönetime el koymuyor?" diye sorar olduğunu belirtmiştim.

Ne yazık ki bu iddiamda hâlâ ısrarlıyım ve bu ısrarım da giderek kuvvetlenmeye başladı.
12 Eylül öncesi, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bir mektup vererek, bunu iktidar ve muhalefet liderlerine vermesini ister.
Yani Süleyman Demirel’e ve rahmetli Bülent Ecevit'e.

Mektubu bir müddet çekmecesinde saklamayı tercih eden rahmetli Cumhurbaşkanı Korutürk, her geçen gün anarşi ve şiddet ortamının artmasına karşın, her iki liderin de köprüde karşılaşan iki inatçı keçi örneğindeki gibi tek bir geri adım atmaması ve sürekli toslaşmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı daha fazla gizleyemez ve her ikisini de çağırıp, mektubu kendilerine verir.
İlk tepki Süleyman Demirel'den gelir; "Mektubun adresi bana deel!.." diye.

Bülent Ecevit'in cevabı da gecikmez; "Bize hiç değil…" şeklinde kamuoyuna yansır.
Sonuçta her iki lider de adresin kendileri olmadığını söyler ve davul zurna çala çala 12 Eylül müdahalesini birlikte davet ederler.
İşte her ikisinin de birer adım geri atmama ısrarı, ülke demokrasisinin askıya alınmasına, ülkenin yıllarca askeri yönetim altında kalmasına yol açar.

İşin garip tarafı da, bu durumdan hem en çok sıkıntı çeken kendileri olmuştur, hem de en çok şikayet eden de…
Zorla farklı bir rejimi davet eden bu iki muhterem, partilerini kapattırmışlar, gözetim altında aylarca kalmışlar, hatta cezaevine düşecek boyutlara gelmişlerdir.
Ortada tek bir neden vardı, o da uzlaşmazlık!..
Ülke, onların bu inatçılığı sayesinde nerelere gelmiştir.
Hep birlikte yaşadık o günleri.

Peki ya şimdi?
Bu günlerin o günlerden ne farkı var?
Belki Ordu, artık 1980'in Ordusu değil. Demokratik teamüller çerçevesinde çözüm bulunmasından yana tavır koyuyor olabilir. Buna rağmen yine de 27 Nisan muhtırası gibi bir e-muhtıra vermekten de kaçınmıyor.
Gerçi biz alışık bir milletiz, Ordu'sunun sık sık muhtıra vermesine, hatta yönetime el koymasına da, gidinin Avrupalı'sı bir türlü alışamadı işte!..
Baksanıza günümüzde bile seslerini yükselten kimi çevreler Ordu'dan medet umar hale gelmesi, kulak arkası edilecek bir durum değildir.

Neyse, dediğimiz gibi önceki gün yapılan sivil toplum kuruluşlarının muhtırası da, ne iktidar, ne muhalefet ve ne de diğer kurum ve kuruluşlar tarafından kabul görmüş görünmüyor şimdilik.
Herkes, adresin kendisi değil, karşısındakinin olduğunu vurguluyor.

İşte bu kadar basit, işte bu kadar kolaycıyız. Görmüyoruz, duymuyoruz, söylemiyoruz felsefesiyle alabildiğine yokuş aşağı bir yerlere doğru koşuyoruz.
Artık ya tökezlenip yuvarlanacağız, ya da yokuşun sonunda bulunan denizin dibinde soluk almaya çalışacağız!.. Ne kadar alabilirsek tabii!..

Tekrar yazımızın başında yer alan kısa ama bana göre son derece anlamlı fıkraya dönersek, toplumda yaşanılan bunca sıkıntıya karşın, hep siyasetçileri suçlamayı da bir başka kolaycılık olarak görüyoruz. Vur abalıya cinsinden.
Evet, tabii ki siyasetçinin suçu büyük. Büyük de, bir de onları oraya gönderen bizlerin hiç mi suçu, hiç mi yanlışı, hiç mi kabahati yok?
Sonuçta, ağanın dediği gibi yoğurt biz isek, kayma-ğı da Ankara'ya gönderdiklerimiz oluşturmuyor mu?
O zaman şikayet etmenin, yakınmanın yeri-ne iyi kaymak tutmaya neden yanaşmıyoruz?
Kaldı ki, halen bile onların yaptıkları konuşmaları destekliyor, oy oranlarını arttırmıyor muyuz?
Bakın partilerin grup toplantılarına, ya da liderlerin gittikleri şehirlerde yaptıkları konuşmalara…
İki kelamın ardından toplum bağırıyor "Türkiye seninle gurur duyuyor…" diye.
Allah Allah… Nasıl böylesine iddialı bir söz söylenebilinir ki?
Ya da yine kalabalık tempo tutuyor; "Vur vur inlesin, falanca dinlesin!..."
Veya bir başka yerde "Biz buradayız, filanca nerede?.."
Örnekleri çoğaltmak tabii ki mümkün.

Kim söylüyor bunları? Sen, ben, o… Kısacası he-pimiz. Halk… Millet… Toplum…
Allah aşkına bir dakika durun ve düşünün. Bu sloganı duyan kim, bir adım geri atmaya yanaşır ki?
Hani bir reklam filmi vardı, "ver coşkuyu ver coşkuyu" diyen.

Bizler de toplum olarak veriyoruz gazı, veriyoruz coşkuyu, sonra da niye bunlar geri adım atmıyor diye soruyoruz?
Değişim değişim diyoruz da, neden bu değişime önce kendimizden başlamıyoruz ki?
Nedeni son derece basit!..
İşimize gelmiyor…
Hep karşımızdakinden bekliyoruz. Elimizi taşın altına koymaktan ürküyoruz, çekiniyoruz, hatta belki de korkuyoruz.
Hiç düşünmüyoruz ki, bireyin değişmesi ile toplumun değişebileceğini.
Eee, sonuçta yoğurt ekşi olunca kaymağı da böylesine tatsız oluyor işte.
Hem tat vermiyor, hem de acısıyla önce ağzımızı, sonra da midemizi ekşitiyor.

Böyle bir kaymağı yemeye devam ettiğimiz takdirde de, midemizde yapacağı gazı atmak için de mutlaka bir ilaç almamız gerekiyor biliyorsunuz…
Artık ilacın nasıl olacağına da siz karar verin…
Nasıl olsa sonunda yutacak olan da bizleriz!..

Etiketler : , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank