content
01 Eki

‘Paris’te Gece Yarısı’ Masalsı Bir Tatmin Arayışı…

Geçmişe özlem, insanoğlunun vazgeçilmez seremonisi! Dünün bugünden güzel olduğu söylemleriyle anın değerini yakalayamayanlar için, hasreti çekilen bir ‘Altın Çağ’ hep mevcut. Birileri, kullanmaktan vazgeçemeyeceği teknolojik gelişmelerin yan etkilerinden şikayetçi olup 1920’lerin dünyasına kaçmak ister. Bir diğeri, 1880’lerde Fransa’da yaşanan La Belle Epoque yansımalarıyla güzellikleri öne çıkartıp, kadının ve yaşamın keyfini sürmekten yanadır. Bazıları içinse gerçek ‘Altın Çağ’, Rönesans’ın yeniden doğuş heyecanında gizlidir. Bu zincirleme doyumsuzluk sürecinde, hayal gücü olmayan jenerasyonların eskiyi arayışı sürer gider… Ta ki, elde olanın değerini gösteren bir şimşek çakana kadar! Tıpkı PARİS’TE GECE YARISI çıkılan yolculukta olduğu gibi.

‘Eğer benim filmim bir kişiyi daha miskin yaparsa, işimi yapmış olduğumu hissedeceğim’ demiş Woody Allen! Miskinliğin insan ruhundan kaynaklandığını düşünmeden… Komedi türünü, kendine has ince vurgulamalarla yeniden yapılandıran ‘auteur’ yönetmen, her filminde bireysel ve toplumsal zayıflıkları acımasızca iğneleyen; itiraf edilemeyen korkuları espri cambazlığıyla yorumlayan bir usta gibi görünse de aslında insan zaaflarını ve onlardan faydalanmayı çok iyi bilen pervasız bir sinema dehası. Televizyon yazarlığından, yeni bir komedi anlayışı yarattığı Oscar ödüllü ‘Annie Hall’ filmine uzanan kariyerinde değişken ruh haliyle ilerleyen Allen, sonraki yıllarda söylem tarzını geliştirip yapımlarının seyircinin itibarına yönelik olmadığı imajını çizmeye başladı. Özel hayatındaki taciz ithamlarıyla da sansasyon yaratan Allen, her ne kadar üstüne yapıştırdığı farklı ve umursamaz kimliğiyle sinema dünyasında öne çıkmaya odaklansa da, kamufle ettiği üstün olma kompleksi her zaman bir şekilde yapımlarında kendini hissettirdi.

Zekayı, komedyen sunumlu tevazu kurnazlığıyla birleştirip pazarlama becerisi sergileyen Allen’ın bu özelliğinin yanı sıra Ingmar Bergman’ın eserlerinden bolca esinlenişi de dikkat çekici. Kimi yapımlarında konu işleyiş tarzıyla Federico Fellini ve Rus yazar Chekov’a da benzetilen Allen, son filmi PARİS’TE GECE YARISI ile sinemada sıkça ele alınan geçmişe yolculuk konusunu tekrarlamakta. Farklı bir boyut kazandırdığı bu basit konuya Paris reklamını da sokuşturmayı ihmal etmeyen yönetmen, ilk yıllarında ortaya çıkarttığı ‘Sleeper’ filmindeki gibi zaman atlamalarıyla gerçekleştirdiği yapımında, ucuz Hollywood senaryoları yazmanın kıskacında sıkışıp kalan Amerikalı yazar Gil Pender ile nişanlısının Paris ziyaretinde yaşananları öykülemekte. Turizm amaçlı slaytlar gibi geniş açıdan yansıtılan Paris sokakları, bu tanıtım açılışının ardından yaşamın ince detaylarıyla karşımıza çıkartılmış. ‘Yağmur’la vurgulanan romantizm, Bulvar cafelerinin ve parkların gündoğumundan günbatımına akan düzenini gösteren sahneler Paris övgüsünün doruk yaptığı anlar.

Bu şehrin herkesin özlem duyduğu yaşanası yer olduğunu, arka sokakların ve hayatın çirkin gerçeklerine inmeden vermeyi tercih eden Allen, yazar Gil karakteri üzerinden 1920’lerin Paris’ine nostaljik bir tur düzenlemekte. Paris’i Baverley Hills’ten üstün tutan bu övgü sağanağında, Paris ‘bitmek bilmeyen bir şenlik’ olarak tasvir edilmekte. Yönetmen, öykünün anlatımında, daima yaptığı gibi, ruhunu eğlendirmeyi ön planda tutar görünse de, kendini aşağılama çaresizliğinden ölüm gerçeğine kadar pek çok konuda saptamalarla iç dünyasına dönük bir hesaplaşma yapmakta!
Fransızca isimleri, orijinal aksanlarını vurgulayarak vermeye özen gösteren senaryoda Bohem hayatı için gerekli olan ayrıntılar, tavan arasında bir ev ve tüberküloz olarak sıralanırken yeni nesle, geçmişle ilgili kalıp bilgi verilmekte.

Günümüz çarpıklıklarıyla baş edemeyenlerin asit yağmuru, televizyon gibi olgulara takılı kalmasını esprilerle yadırgayan söylem, cesur ve doğru insanın herşeyle yüz yüze gelebileceği ve mutluluğu yakalayacağı fikri üstüne kurulu. ‘Acayip bir film ama adı aklımda değil’ repliğiyle, üstünkörü film izleyen seyirciyi hedefleyen Allen, ‘çay partisi cumhuriyetçileri’ saptamasıyla da Amerikan yönetimine oklarını yöneltmekte. Ölümün herkese uğrayacağını ama gerçekten dolu yaşayanların bundan etkilenmeyeceğini, ilerleyen yaşının getirisi olarak yansıtan Allen’ın oklarından Amerikan halkının çoğunun bağımlısı olduğu ‘Valium’u da nasiplenmekte.

Zihinleri uyuşturarak yaşamın gerçekleriyle yüzleşmeyi engelleyen bu mucize icat ‘geleceğin ilacı’ olarak sunulurken amaç, toplumsal bağımlılığın boyutuna dikkat çekmek! Hizmetçilerin potansiyel hırsız olarak algılanma hatasına ve ‘kopyala yapıştır’ hikayelerle başarıyı yakalayanlara taş vurmayı ihmal etmeyen Allen, Versay’da kaybolan dedektif esprisiyle de basit komediyi örneklemekte.

Gergedanlara takmış Dali’den, dondurulmuş hayvanlarla süslenmiş mekandaki sürrealist düğününe kadar, tarihe mal olmuş isimlerle birlikte çağlar arası bir gece yarısı yolculuğu yaşatan PARİS’TE GECE YARISI, mevcutla tatmin olmak için kafadaki yanılsamalardan kurtulmak gerektiği gerçeğinden yola çıkıp aralarda, Paris’in her devirde güzel olduğunu fısıldamayı ihmal etmeyen bir yapım. Başarılı karakter canlandırmaları ve mükemmel kurgusuyla masalsı bir serüven yaşatan filmin izlenmemesi, özellikle sinemada kalite arayanlar adına kayıp olur.
Anibal Güleroğlu

Etiketler : , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank