- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Zalime Âşık Olan Mazlum

İnsanlar; artık insanlara tapınmaktan, onları ilahlaştırmaktan vazgeçmeli ve büyük gücün Allah’ta olduğuna inanmalıdır.
Bazı insanlarımız zulme alkış tutuyorlar. Buruc süresinin 1-8 ayetlerinde zulüm edenlerin, zulmün yanında olan zulümü seyredenlerin helak olmaya mahkûm olacağı gayet açık ve net belirtilmektedir. Zulüm kimden gelirse gelsin insanoğlunun bunun karşısında durması ve bunu lanetlemesi gerekirken, günümüz milletçi akımlarından etkilenen kimi insanların, başka toplulukların yaptığı zulümleri örnek göstererek “benim zalimim daha iyidir ya da haklıdır” gibi ifadelerle zulmü meşrulaştırdıkları aşikârdır.

Son günlerde gündemi meşgul eden dersim katliamını bazı kesimlerin desteklemesi, İskilipli Atıf hocanın idam edilmesi, Şeyh Sait isyanı sonucunda binlerce (alimin) ve insanın öldürülmesi, sürgüne gönderilmesi, Sivas’taki katliamlar 12 Eylülde Diyarbakır ceza evinde yapılan işkenceler, hayata dönüş operasyonu adı altında (hayatı zindan etme operasyonu demek daha doğru olur) Ulucanlarda yapılanlar bu söylemi destekleyen onlarca örnekler mevcuttur. Hem ilahi kitapta emredilen hem de etik kuralların hakim olduğu- adil insanlardan oluşan adil toplumlarda beklenen bir davranış olması hasebiyle, her kesimin kendi zalimini alkışlaması yerine lanetlenmesi- dışlaması, görev addedilmelidir.

Dikkat çekici bir başka durum, bazı kesimlerin Stockholm sendromuna tutulmalarıdır. Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması durumudur (Vikipedia). Bir başka ifade ile bu sendrom, rehin alınan, eziyet edilen, baskı altında tutulan kişinin bir süre sonra bunu yapan kişiye karşı duyduğu sempati, aşk hatta bağlılık durumu; kısacası kişinin celladına benzeme ve aşık olma eğilimi göstermesidir. Buna göre; baskı altında kalan kişi bir süre sonra üstündeki baskıya sebep olan kişiye öyle bir alışır ki onsuz kendini eksik hisseder, ona bağımlı hale gelir, onun yaptıklarını kendi kafasında meşrulaştırmaya ve onu dünyaya açılan tek kapısı olarak görmeye başlar. Özelikle dersim olaylarında zulüm gören insanlarımızın günümüzde artık zulüm edenleri kutsallaştırıp onları sevdiklerini dile getirmeleri bu sendromun bir yansıması olmakla birlikte ayrı bir trajedi konusudur.

Bununla birlikte, toplumdaki İslami kesimin, Kürt kesiminin ve Alevi kesimin yıllarca kendilerini dışlayan hatta ezen sisteme yeri geldiğinde benzediklerine üzülerek şahit olunmakta; bu kesimlerin zulme seyirci kaldıkları hatta onay verdikleri görülmektedir. İslami kesimin Kürt sorunu konusunda duyarsız kalması, Kürtlerin de kendi sorunları dışındaki zulümlere duyarsızlaşması (28 Şubat sürecinde sessiz kalmaları) Alevilerin kendilerine zülüm edenlerle aynı safta yer alması (CHP iktidarı zamanındaki gelişmeler) gibi çelişkilere üzülerek şahit olmaktayız. Bu durum akıllara “Mazlumluğun dini ve milleti olmayacağına göre, farklı kesimlerin bu çelişkilerini nasıl adlandırmalıyız?” sorusunu getirmektedir. Bu çelişkilerin ardında yatan sebep, baskı altında kalan kişilerin kendini dış dünyadan soyutlaması, topluma, kendine, değerlerine, köklerine, bugününe ve geleceğine yabancılaşması ve yabancılaşma duygusunun beraberinde getirdiği boşluktan kaynaklanan komplekstir. Bu kompleks, kişide yenilgi hissi yaratarak, bu ruh hali ile yenilmiş olan kendinde olan her şeyi yok sayma, galip olan diğer taraftaki her şeyi de yüceltme ve mükemmelleştirme eğilimine neden olmaktadır. Allah (c.c) yerine insanlara tapınma burada devreye girmekte ve bu durum, yabancılaşan insanı kendine güvensizlik mayasıyla yoğurarak onun tabiatını değiştirmekte, hatta yozlaştırmakta ve dönüşü olmayan bir esarete mahkûm etmektedir.

Değinilmesi gereken diğer bir konu, toplumun farklı kesimlerinde yer almakla kalmayıp düşünen, direnen, üreten insanların, toplumdaki ayrışmalar yüzünden sistem tarafından etkisizleştirilmesi; toplum tarafından sahiplenilmeleri beklenen bu değerli kişilerin ötekileştirilerek sahipsiz bırakılmaları ve bu sendrom ile marjinalleştirilmeleridir. Eli silah değil kalem tutan bu kişilerin tüm topluma değil de belli bir kesime mal edilmesi ve bu nedenle bir susturma ve sindirme harekâtına maruz kalmaları, toplumsal birliği zedeleyici nitelik taşımakla kalmayıp ileri boyuttaki kutuplaşmaları ve ayrılıklara dayanan toplumsal patlamaları besleyecektir. Dolayısıyla düşünsel kapasitesi gelişmiş olan, çalışan, bilgi üreten, doğru bildiğini uygulamak için engel tanımayan ve toplumun aydın olarak nitelendirilebilecek kesimini oluşturan bu kişilerin halkı bilinçlendirmek ve farklılıkların uyumuna ve dayanışmasına dayanan toplumsal sözleşmeyi zihinlere yerleştirmek yönünde kanalize edilmesi daha doğru bir yaklaşımdır.

Günümüzde, artan iletişim olanakları ile ilme ulaşma imkânlarının arttığı ve basitleştiği küresel dünya düzeninde; insanların artık evrensel değerler etrafında birleşmeleri, mazluma kimlik sormak yerine bilinçlenmek-bilinçlendirmek ve ortak tepkiler geliştirmek, bu çağın bir gerekliliği değil midir? Kaderi doğu ile batının kesişme noktasında olan bir kara parçasında yaşamak olan ve yüzyıllar boyunca kültürlerarası farklılıkları yıkıcı değil yapıcı bir şekilde kullanan bir toplumun mirasçılarıyız. Kültürlerarası farklılıklardan kaynaklanan zıtlıkların nasıl uyum içinde aynı kefede eritildiğini ve uzlaşmanın nasıl sağlandığını dünyaya ispatlayan bu muazzam ulusun torunlarına yakışan, sahip olduğu kültürel birikimi, yüce dinimiz İslamın rehberliğinde, farklılıklar arasındaki uyumu güçlendirmek ve mezalimi engellemek doğrultusunda ortak akıl üretmek amacıyla kullanmaktır. Zalimlerin hileleriyle baş etmenin bundan daha iyi bir yolu var mıdır?